Dizlerine başımı koyup anlattığı masalları dinlerken dalıp giderdim uykulara. İlk o anlatmıştı Yusuf ile Züleyha’nın emsalsiz aşk hikâyesini. Hz. Yusuf rüyaları tabir edermiş bir de Züleyha ile birbirlerini çok sevmişler, bu kaldı aklımda sadece. Zor aşklar her zamanda vardı vesselam.Beyaz bir tülbentle örterdi beyaz saçını sütninem. Öyle güzel pamuk elleri vardı ki saçımı okşasın, yüzümü okşasın ama hep eli dokunsun isterdim bana. Elini üstümden hiç çekmedi o yüzden ben büyüdükten sonra bile.Her şeyi örnekleyen bir atasözü vardı dağarcığında. Her derde deva gibiydi sözleri. Kimin derdi olsa yetişirdi. Ama en çok bana yetişti hep Hızır gibi.Vişne reçeli nasıl yapılır, dantelden örnek nasıl çıkarılır, yeleğin kolu nasıl kesilir diye konu komşu hep ona sormaya gelirdi. Âlimdi, bilgindi kendi coğrafyasında. Doğru bildiğini söylemekten geri durmaz, başını kesseler menfaati uğruna eğilmezdi.Akşamları odasına çekilince radyosunu açar dantel yumağını ve tığını alırdı eline. Annem işten bitkin gelir çoğu zaman televizyon karşısında yorgunluktan sızıp kalırdı. Ben hemen sütninemin yanında alırdım soluğu. Gözlüğünün üstünden bakar “gel bakalım güzel kızım” derdi. Odasına girdiğimde her zaman garip bir heyecan duyardım. Her gün gördüğüm eşyalar, duvara astığı resimler, sağa sola serpiştirdiği dantel peçeteler sanki keşfini tamamlayamadığım ve mutlak bir sırrı olduğuna inandığım her şey göz kırpardı bana, karıştırma arzusu duyardım. Bu arzumu hissetmiş ve acilen engel olmak istemiş gibi “gel otur yanıma lavinya” derdi. Sütnine hadi anlat, derdim. Ne anlatayım kızım masallarımın hepsini ezberledin, dediğinde köyü anlat, eskileri anlat, annemin çocukluğunu anlat derdim. Sonra ağır ağır çalan müziğin ritmine uygun ağır ağır dökülürdü dilinden sözcükler…Aylardan habersiz doğa olaylarına göre adlandırırdı mevsimleri, ekinler biçilirken, tezek yapılırken en meşhur zaman dilimiydi. Onun dünyasına girebilmek, onun yöresel ağızla kurduğu cümlelerden manalar çıkarabilmek oyun olmuştu benim için. Ne anlattığının da pek önemi yoktu aslında ben sadece pürüzsüz ve şefkatle sarmalanmış bir sesin kulağıma bıraktığı tınıyla mest, bembeyaz dantel ipinin dolandığı beyaz parmakları izlemekte sermesttim.Biraz daha büyüdüğümde ise hala onu dinlemekten büyük haz alıyor ancak artık daha iyi anlayabildiğimden ve daha iyi yorumlayabildiğimden şefkatle dolu dediğim sesteki hüzünlerin avaz avaz bağırışını duyabiliyordum.Sırları vardı, unutmak istedikleri ve yaşatmak istedikleri. Kocasını ve iki oğlunu kan davası yüzünden kaybetmişti. Oğlanlardan biri bebek daha, üç aylık… Delirdi diye şehre doktora getirmişti babası. Anneannemle hemşehri olduklarından onlarda kalmış ve o zaman daha bir aylık olan annemi kendi arzusuyla emzirmek istemişti. Oğullarım yaşasa falanca kadar olacaktı kelamını arada bir eder, ettiğine pişman olur, ağlardı sessizce. O yüzden annemi çok sevdi, o yüzden beni de o büyüttü ve o yüzden onun yalnızlığının ve acılarının sakinleştiği ortamdı bizim evimiz. Bir daha hiç gitmemişti köyüne, babası öldüğünde bile.Şimdiki kadınlar çıtkırıldım, kızım derdi. Eskiden böyle miydi? Kadın dediğin gün doğmadan kalkar, tandırı yakar, taze yufka yapar kahvaltı hazırlardı erkenden. Sonra gün boyu tarla, ev, çocuk koşturması. Su yok, çeşmeden omzumuzda taşırdık. Böyle haftada on elbise almak nerde? Erkekler kasabadan kumaş getirir biz kendimiz dikerdik o da yılda bir kere. Yemek yapılacak, ateş yak, çocuklar yıkanacak ateş yak…Şimdi kaloriferli evlerde oturuyor hanımlar, ekmek bakkaldan yemek lokantadan. Her şeyin makinesi var. Kocalar çocuklara bakar, hanıma ev işinde yardım eder. Yine kimse mutlu değil.İncinmişliğini ve kendi deyimiyle kahpe feleğe kırgınlığını duyardım titreyen sesinden. Dalar giderdi zaman zaman parmağına dantel ipi dolalı. Sonra uykudan kalkar gibi kırpıştırırdı gözlerini. Görmek istemediği bir hayali kovardı kirpikleriyle, hissederdim. Radyoda şarkılar değişirdi sürekli ama biz yani o ve ben aynı şarkıda takılır kalırdık. Gece ilerler, sohbet aheste revan devam ederken beyaz parmakları bir kelebeğin bir çiçeğe konuşu gibi dantelin üstünde iner kalkardı. Dantel gibi işlerdi hüzünleri, gece sabaha doğru akarken…