Güz. Türksat fırlatılmamış daha, nereye fırlatılacaksa.Trt’nin iki kanalı seyredilmekte şehirlerde ve ilçelerinde.Özel tv çıktı çıkacak derken, benim tayin çıktı kuş uçmaz, kervan geçmez bir mezraya.Gümüşhane ili, Şiran ilçesi, Seydibaba köyü, Bağ mezrasıTayin bekliyorum. Postacı tanıyor, haber çalıştığım inşaata gelecek, geldi de. Elim yüzüm, üstüm, başım harç, çamur, kum, çakıl. Kalbim yerinden çıkacak, heyecanla koştum eve dedim ki anama;- Ana kağıt geldi ben gidiyorumAğlamaklı oldu anam, birazı mutluluk kalanı ayrılığın içine çöreklenen acısından olsa gerek,.sesi titrek çıktı, “selametle oğul” dedi, güle güle git. Düştüm sabah yollara.Görev kağıdımı Gümüşhane İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden aldım, başlayınca cevap yazarsın dediler. Ben mi yazacağım? dedim. Yüzüme bakmalarından anladım tek başıma çalışacağım beş saatlik bir yolculuktan sonra vardığım bu köyde…İner inmez, anamı aramalıyım dedim. “İlçeden neden aramadın burada telefon yok” cümlesini duyduğumda anlamalıydım aslında başıma gelecekleri…İki oda bir mutfaktan oluşan, evden bozularak yapılmış bir köy okulu. Mutfakta yemek pişireceğim, büyük odada ders, küçük oda ise hem müdür odası hem de benim kalacağım yer.Dört yanım orman, tepe. Upuzun çam ve meşe ağaçları. Gökyüzünü görmek için köprü kurmak gerekiyor. Okuldan ayrılıp komşuya gidip geldiğimde dizlerime kadar çamura batıyorum.On üç tane öğrenci, bir tanesi birinci sınıfa gidiyor. On iki haneli bir mezra..bir tarafta sımsıcak insanlar ve merhabalar, bir tarafta “Allah’ım ne yapacağım ben burada” düşüncesi beynimi kemiriyor.Ama çalışmak zorundayım çünkü anneme sağlık karnesi almam gerekiyor.Rahmetlide her türlü hastalık var. İlkokul yıllarımda safra kesesi alındı, daha sonra böbrek problemleri, şekeri ve en son kalbi. Ona göre ufak tefek olan sıkıntıları saymaya bile gerek daha.Köylülerden biri, temiz yürekli hidayet abi ile daha ilk günden kanımız birbirine kaynıyor.Her sıkıntıda, şaşkınlığımda ona koşuyorum.Hidayet abi. “Burada kalacaksın evlat” diyor benim evimde. Çok bunalırsan gidersin. İtiraz yok, kalıyorum. Uzayan günler, sıkıntılar arasında gözüme ilişen bir şey var. Televizyon, evet televizyon. Bütün gittiğim evlerde var ama daha hiç açık görmedim.Uyandırdı Hidayet abi sabah ezanında yine beni.-Kalk hoca, biz tarlaya gideceğiz kahvaltı vakti. Kahvaltını yap aç kalırsın.Kahvaltı esnasında dayanamıyorum ve soruyorum artık.-Ya Hidayet abi, her evde televizyon var, neden açmıyorsunuz? Yas mı var? Ne oluyor?Bir cigara sardı verdi bana, kendisine sararken anlatmaya başladı.-Hocam on yıl oldu biz bu televizyonları alalı. Şu karşı Tomara mezrasında felçli bir genç var. Anarşi zamanı çatışmada yaralanmış ve felç olmuş, akşama kadar yatakta kitap okur, aylık gelen gazetelerle vakit geçirir.Bu konu benim dikkatimi televizyondan fazla çekmiş olacak ki gözlerim pencerede “ neresi?” lafı ağzımdan çıkıvermiş. Hidayet abi görmüş geçirmiş adamdı. Detay vermeyeceğini mimiklerinden belli ederek,hiç oralı olmadan devam etti anlatmaya.-Bu genç, televizyon vericisi kurdurmak için dilekçe yazmış yıllarca bildiği her yere. Trt, valilik, kaymakamlık, başbakanlık. Bir gün okulun karşısındaki bahçeyi sürüyorum. Karşı tepeden bir kamyon geldi. Şu an vericiyi gördüğün tepeye .Bıraktım öküzleri bende gittim oraya.Selam alıp verdikten sonra öğrendim ki, o dilekçeler üzerine verici dikmeye gelmişler o tepeye, diktiler de.Biz de yardım ettik.Kum taşıdık, kulübeyi ördük verici dikildi.Bizde gittik ilçeden aldık bu televizyonları. Epey bir zaman izledik. Bir gün ses, görüntü hiçbir şey yok bizim televizyonlarda. Sorduk soruşturduk, içinden bir şey yandı dediler.Yurt dışından geliyormuş, yıllar geçti hala gelecek.Genç öldü. Dilekçe yazan da yok .Bu televizyonlarda böyle kapalı duruyor işte.Ailenin hepsi tarlaya gitti. Okul saatine kadar ben evde kalacağım. Kalktım açtım televizyonu.Çok güzel karıncalar var içinde. Taktım kabloları. Anten falan çatıda duruyor.Aradım taradım sesi buldum.Ses varsa görüntü de buralarda bir yerde olmalı.Okul saatine kadar bulamadım görüntüyü.Öğle arasını beklemeden bu kez çocukları yanıma katıp tekrar geldim eve, anten benim omzumda çocuklar televizyonun başında bir o yana bir bu yana dönüp duruyorum. Olmadı,o gün öylece kaldı o iş. Uğraşmadım, uğraşacak bir durum yoktu çünkü ortada.O yıllarda maaşı aldığımız günün ilk perşembesi, ilçenin pazarı olduğu için bize de tatil olurdu. Bütün öğretmenler ilçeye giderdik .İlçedeyiz ama benim kafamda televizyon var.Bir yolunu bulup çalıştırmalıyım.Kablo alsam nerden baksan beş yüz metre kablo gerekecek.Diğer evlere de dağıtacağım al sana bin metre.Almaya kalksan o kadar kablo zaten yok iki bin nüfuslu ilçede.Gittim PTT müdürüne. Tıkladım kapıyı girdim içeriye. Kendimi tanıtıp bir çayını içtim, ardından girdim mevzuya- Müdürüm bana telefon kablosu lazım-Tamam hocam kaç metre arkadaşlar ayarlasınlar çıkan kablolardan.-Olmaz müdürüm. Bana bin, bin beş yüz metre kadar lazım.Şaşkınlıkla karışık, alaycı bakışlar. Delirmiş bu adam diyor gözleri. Uzatmadım sözü fazla, çıktım odadan.Akşam oldu vardım köye.Karanlıkta biraz daha uğraştım anten ile olmadı.Sabah okul vakti. Okulun camından köye gelen yol gözüküyor. Yolda bir toz, bir duman, sarı bir kamyon geliyor bize doğru. Okula yakın bir mesafede durdu.Kocaman kapakları açıldı.İçinden dev gibi bir makara.Telefon kablosu sarılmış, binlerce metre.Bir zarf uzattı şöför bana, açtım acele, yüzümde gülümseme, sordu soruşturdu demek ki “hayırlı yayınlar” diyor zarftan çıkan pusulada. Haydi diyorum çocuklar ders bitti.Aldım kablonun ucunu çıktım dağın başına.Hidayet abi arkamda sırtında anten.Çocuklar televizyonun başında.Bağırsak sesimiz zor gidiyor çocukların kulağına.Kan ter içinde kabloları bağlıyoruz, ekliyoruz,uğraşıyoruz.Saatler sonra işte tam o duymayı beklediğim ses geliyor kulağımıza;-Öğretmenim geldiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii