biz türkler ve isyan mekanizmamız. başka memleketi bilmem, çek cumhuriyetindki adama da karışamam.hamam filmine tepki gösteren hamamcılar derneği başkanı tadında.
yahu senle ilgili ne araştırma yapacak mekan olarak türkiyeyi seçmiş kötü adamı türk yapmış olay bu kadar basit. amerikalı bir yazarın aksiyon romanı yazıp isviçredeki bankalara atıfta bulunup banka da bi puşt müdüre yer vermesi için isviçreye gidip insanını tanıması, bir ay birinin evinde kalması, araştırma yapması mı gerekiyor? kötü adama mekan seçmiş bir türk olarak benim umrumda değil. türkleri kızdıracak gibi angutça bir başlık nasıl atılabilir yani. kimini kızdırır kiminin umrunda olmaz.
bi de pardon ama dan browndan söz ediyoruz kendisi araştırmacı roman yazarlığında saygı duyulacak bir şahsiyettir.bi de kaypak bi türk üst düzey fikri hiç garip gelmiyo bana nedense. bu da kişisel katkım olsun yazıya.
ele almasın diyosanız tabi o da farklı bi görüş, ama hangi noktada neden ve ne için ele aldı diyosanız, alır alır kardeşim size mi soracak, kızar sa büyüklerimiz yasaklarlar olur biter,değil mi ama.heyşeyin bi şeyi var
herşeyin bi şeyi var bence cidden çok derin bi yorum. valla bak şakam yok. bence bunu sık sık kullanılım mascal. hakkaten durumu ( durumun hangisi olduğu hiç fark etmeden) çok iyi açıklar bence.bi de ben bu dan brownı günahım kadar sevmem, ama savundurdunuz ya burda. bişey demiyom ben size.
şimdi sayın çevirmen arkadaş eğer yayınevi adına reklam yapmıyorsa bence bu tarz kişisel yorumlarını ( yayınlanmamış bir kitap hakkında üstelik!) kendine saklamalı. izin verirse biz okuyucu olarak kendimiz karar veririz.üstelik yaptığının profesyonellikten de uzak olduğu kanısındayım.
türkiye özellikle kuzey ülkelerin sinemasında, kıllı kara marsık adamların güzel sarışın genç kızları iş vaadi ile kandırıp kötü yola düşürmesiyle,istanbul ise her türden gizli ajanların cirit attığı ama orada yaşayanların ruhunun bile duymadığı başka da hiçbir özelliği olmayan bir şehirdir. buna “james bond” türü filmlerde dahildir.eski filmlerin çoğunda oryantalist bir bakışla, mutlaka bir sultanahmet camii sahnesi vardır ve ezan mutlaka duyulur…yenilerinde ise berbat kötü koşullu ceza evleri, uyuşturucu ve rüşvet yiyen insanlar itinayla yer alır.bunların hepsi bana göre soğuk ve dışarıdan bakan anlatımlar.bence şaşırmak yersiz, kızmak ise çok doğal…
TÜRKİYE İLE İLGİLİ BÖLÜMKayıp Sembol’ün bir bölümü Türkiye’de geçiyor… Tabii ki hapishanede…Yıllar süren hazırlığın ardından Mal’akh gecenin geldiğine inanmakta güçlük çekiyordu. Bu noktaya uzanan yol uzun ve zorlu bir yol olmuştu. Yıllar önce sefalet içinde başlayan… bu gece zaferle bitecek.Her şeyin başladığı gece, adı Mal’akh değildi. Aslında her şeyin başladığı gece, bir adı yoktu. 37 numaralı mahkûm. İstanbul’un dışındaki acımasız Soğanlık Cezaevi’ndeki çoğu mahkûm gibi, 37 numaralı mahkûm da uyuşturucu yüzünden içerdeydi.Hücredeki ranzasında, karanlıkta, aç ve üşümüş olarak yatıyordu. 24 saat önce tanıştığı yeni hücre arkadaşı altındaki yataktaydı. İşinden nefret eden şişman bir alkolik olan ve acısını mahkûmlardan çıkaran hapishane müdürü, ışıkları kapattırmıştı.37 numaralı mahkûm havalandırmadan gelen konuşmayı duyduğunda saat neredeyse 10’du. İlk sesin kime ait olduğunu karıştırmak mümkün değildi -gece gelen ziyaretçi tarafından uyandırılmaktan hiç de hoşnut olmadığı açıkça ortada olan hapishane müdürünün kavgacı ses tonu.“Evet, evet, uzun bir yoldan geldiniz” diyordu, “ama ilk ay ziyaretçi yok. Devlet kanunları. İstisna yapılamaz.”Karşılık veren ses yumuşak ve eğitim- liydi, acı doluydu. “Oğlum güvende mi?”“O, bir uyuşturucu bağımlısı.”“Ona iyi muamele ediliyor mu?”“Yeterince iyi” dedi müdür. “Burası otel değil.”Acılı bir sessizlik oldu. “ABD’nin tutuklunun naklini isteyeceğini anlıyorsunuz, değil mi?”“Evet, evet, her zaman isterler. İstekleri gerçekleştirilecek, gerçi bürokrasi birkaç hafta alabilir… hatta bir ay… duruma bağlı.”“Hangi duruma?”“Eh” dedi müdür, “yeterince personelimiz yok.” Duraksadı. “Elbette bazen sizin gibi konuyla ilgisi olan taraflar işleri hızlandırmak için hapishane personeline bağışta bulunur.”Ziyaretçi karşılık vermedi.“Bay Solomon” diye devam etti müdür alçak sesle, “sizin gibi parasal sorunları olmayan bir adam için her zaman başka seçenekler vardır. Hükümette tanıdıklarım var. Eğer siz ve ben birlikte çalışırsak oğlunuzu buradan çıkarabiliriz… Hükümette tanıdıklarım var. Eğer siz ve ben birlikte çalışırsak oğlunuzu buradan çıkarabiliriz… Yarın tüm suçlamalar düşmüş olabilir. Evde de yargılanması gerekmez.”Yanıt hemen geldi. “Önerinizin yasal sonuçlarını bir tarafa bıraksak bile oğluma paranın bütün sorunlarını çözeceğini ya da hayatta sorumluluk diye bir şey olmadığını öğretmeyi reddediyorum. Özellikle de böyle ciddi bir suç söz konusu olduğunda.”“Onu cezaevinde bırakmayı mı tercih ediyorsunuz?”“Onunla konuşmayı talep ediyorum. Hemen.”“Dediğim gibi, kurallarımız var. Oğlunuzla şimdi görüşmeniz mümkün değil… eğer hemen serbest bırakılması için pazarlık yapmayı reddederseniz.”Soğuk bir sessizlik bir süre havada asılı kaldı. “ABD’den yetkililer sizinle kısa süre içinde temasa geçecek. Zachary’nin güvende olmasını sağlayın. Hafta bitmeden eve giden bir uçağa bindirilmesini bekliyorum.”Kapı çarpıldı.37 numaralı mahkûm kulaklarına inanamadı. Ne tür bir baba, ders olsun diye oğlunu bu cehennem deliğinde bırakır? Peter Solomon Zachary’nin sicilinin temizlenmesi yolundaki öneriyi de reddetmişti.O gecenin ilerleyen saatlerinde 37 numaralı mahkûm, yatağında yatarken kendini nasıl kurtaracağını buldu. Eğer mahkûmlarla özgürlük arasındaki tek şey paraysa 37 numaralı mahkûm şimdiden özgür sayılırdı. Peter Solomon parasından ayrılmak istemiyor olabilirdi ama bulvar gazetelerini okuyan herkes oğlu Zachary’nin de parası olduğunu bilirdi. Ertesi gün, 37 numaralı mahkûm, müdürle özel olarak konuştu ve ona bir plan önerdi, ikisini de istediklerine kavuşturacak dâhice, cüretkâr bir plan.“Planın işlemesi için Zachary Solomon’un ölmesi gerek” dedi 37 numaralı mahkûm. “Ama hemen ardından ikimiz de ortadan kaybolabiliriz. Emekli olup Yunan Adaları’na gidebilirsin. Bir daha burayı görmen gerekmez.”Biraz tartıştıktan sonra iki adam el sıkıştı.Yakında Zachary Solomon ölecek, diye düşündü 37 numaralı mahkûm. Ne kadar kolay olacağını düşünerek gülümsedi.İki gün sonra ABD’li yetkililer kötü haberi vermek için Solomon ailesini aradı. Cezaevi fotoğrafları oğullarının zalimce dövülmüş vücudunu gösteriyordu. Hücresinin zeminine cansız bir şekilde kıvrılmıştı. Kafası çelik bir çubukla ezilmişti ve vücudunun geri kalanları insanın aklının hayalinin almayacağı şekilde hırpalanmıştı. İşkenceye uğramış ve öldürülmüş gibi görünüyordu. Başşüpheli cezaevi müdürünün kendisiydi. Adam büyük ihtimalle öldürülen çocuğun bütün parasını da alıp ortadan kaybolmuştu. Zachary servetinin bir dizi hesaba dağıtılmasını onaylayan belgeler imzalamış, bahsi geçen hesaplar ölümünün hemen ardından boşaltılmıştı. Paranın şimdi nerede olduğunu tespit etmenin imkânı yoktu.Peter Solomon özel bir jetle Türkiye’ye uçtu ve oğlunun tabutuyla döndü. Onu Solomon aile mezarlığına gömdüler. Cezaevi müdürü hiç bulunamadı. Asla bulunamayacağını 37 numaralı mahkûm gayet iyi biliyordu. Türk’ün tombul vücudu artık Marmara denizinin dibindeydi. Boğaz’dan gelen balıklara yem olmuştu. Zachary Solomon’a ait olan engin servet izi sürülemeyecek bir dizi hesaba aktarılmıştı. 37 numaralı mahkûm yeniden özgür bir adamdı büyük bir servetin sahibi olan özgür bir adam.Türkçesi iki ay sonra yayımlanacak olan kitapta yer alan bu bölümü Z. Heyzen Ateş çevirdi.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
niye olmayan bişeyi mi anlatmış ki?
ki olmayan bişeyi anlattığını sayalım adam roman yazıyor, gerçek olması gerekmiyor yazdığı hiçbirşeyin.
boş işlere acaip kızma trendi göstererek ve buna suni gündem yaratmak suretiyle konsep oluşturmakta üstümüze yoktur
niyeyse başkasının hakımızda söyledikleri bizi kızdırırpohpohlanmak da hoşumuza gider
biz türkler ve isyan mekanizmamız. başka memleketi bilmem, çek cumhuriyetindki adama da karışamam.hamam filmine tepki gösteren hamamcılar derneği başkanı tadında.
yahu senle ilgili ne araştırma yapacak mekan olarak türkiyeyi seçmiş kötü adamı türk yapmış olay bu kadar basit. amerikalı bir yazarın aksiyon romanı yazıp isviçredeki bankalara atıfta bulunup banka da bi puşt müdüre yer vermesi için isviçreye gidip insanını tanıması, bir ay birinin evinde kalması, araştırma yapması mı gerekiyor? kötü adama mekan seçmiş bir türk olarak benim umrumda değil. türkleri kızdıracak gibi angutça bir başlık nasıl atılabilir yani. kimini kızdırır kiminin umrunda olmaz.
bi de pardon ama dan browndan söz ediyoruz kendisi araştırmacı roman yazarlığında saygı duyulacak bir şahsiyettir.bi de kaypak bi türk üst düzey fikri hiç garip gelmiyo bana nedense. bu da kişisel katkım olsun yazıya.
ele almasın diyosanız tabi o da farklı bi görüş, ama hangi noktada neden ve ne için ele aldı diyosanız, alır alır kardeşim size mi soracak, kızar sa büyüklerimiz yasaklarlar olur biter,değil mi ama.heyşeyin bi şeyi var
hhehehe, kaypak bi türk üst düzey mi demiş, severdim bu adamı daha da çok sevdim şimdi bayan manson izninizle, teşekkür ederim bu vesileyle
başlıktaki konsetp de ayrıca ele alınmalı,bazı, kimi, yada bi kısım türkleri kızdıracak diye yazılmalıydı daha oğru olsun için.
herşeyin bi şeyi var bence cidden çok derin bi yorum. valla bak şakam yok. bence bunu sık sık kullanılım mascal. hakkaten durumu ( durumun hangisi olduğu hiç fark etmeden) çok iyi açıklar bence.bi de ben bu dan brownı günahım kadar sevmem, ama savundurdunuz ya burda. bişey demiyom ben size.
sen niye üzerine aldın ki biz yazıyı yazana kızıyoruz buklet.
ya bende biz dedim ama haddimi aşmış olmayayım sayın latino, bilmiyorum siz buklete kızacaksanız ben tutmayayım
şimdi sayın çevirmen arkadaş eğer yayınevi adına reklam yapmıyorsa bence bu tarz kişisel yorumlarını ( yayınlanmamış bir kitap hakkında üstelik!) kendine saklamalı. izin verirse biz okuyucu olarak kendimiz karar veririz.üstelik yaptığının profesyonellikten de uzak olduğu kanısındayım.
türkiye özellikle kuzey ülkelerin sinemasında, kıllı kara marsık adamların güzel sarışın genç kızları iş vaadi ile kandırıp kötü yola düşürmesiyle,istanbul ise her türden gizli ajanların cirit attığı ama orada yaşayanların ruhunun bile duymadığı başka da hiçbir özelliği olmayan bir şehirdir. buna “james bond” türü filmlerde dahildir.eski filmlerin çoğunda oryantalist bir bakışla, mutlaka bir sultanahmet camii sahnesi vardır ve ezan mutlaka duyulur…yenilerinde ise berbat kötü koşullu ceza evleri, uyuşturucu ve rüşvet yiyen insanlar itinayla yer alır.bunların hepsi bana göre soğuk ve dışarıdan bakan anlatımlar.bence şaşırmak yersiz, kızmak ise çok doğal…
Çekoslovakya ne zaman cumhuriyet oldu yahu. Daha tekerlemesini bile söleyemiyodum..
TÜRKİYE İLE İLGİLİ BÖLÜMKayıp Sembol’ün bir bölümü Türkiye’de geçiyor… Tabii ki hapishanede…Yıllar süren hazırlığın ardından Mal’akh gecenin geldiğine inanmakta güçlük çekiyordu. Bu noktaya uzanan yol uzun ve zorlu bir yol olmuştu. Yıllar önce sefalet içinde başlayan… bu gece zaferle bitecek.Her şeyin başladığı gece, adı Mal’akh değildi. Aslında her şeyin başladığı gece, bir adı yoktu. 37 numaralı mahkûm. İstanbul’un dışındaki acımasız Soğanlık Cezaevi’ndeki çoğu mahkûm gibi, 37 numaralı mahkûm da uyuşturucu yüzünden içerdeydi.Hücredeki ranzasında, karanlıkta, aç ve üşümüş olarak yatıyordu. 24 saat önce tanıştığı yeni hücre arkadaşı altındaki yataktaydı. İşinden nefret eden şişman bir alkolik olan ve acısını mahkûmlardan çıkaran hapishane müdürü, ışıkları kapattırmıştı.37 numaralı mahkûm havalandırmadan gelen konuşmayı duyduğunda saat neredeyse 10’du. İlk sesin kime ait olduğunu karıştırmak mümkün değildi -gece gelen ziyaretçi tarafından uyandırılmaktan hiç de hoşnut olmadığı açıkça ortada olan hapishane müdürünün kavgacı ses tonu.“Evet, evet, uzun bir yoldan geldiniz” diyordu, “ama ilk ay ziyaretçi yok. Devlet kanunları. İstisna yapılamaz.”Karşılık veren ses yumuşak ve eğitim- liydi, acı doluydu. “Oğlum güvende mi?”“O, bir uyuşturucu bağımlısı.”“Ona iyi muamele ediliyor mu?”“Yeterince iyi” dedi müdür. “Burası otel değil.”Acılı bir sessizlik oldu. “ABD’nin tutuklunun naklini isteyeceğini anlıyorsunuz, değil mi?”“Evet, evet, her zaman isterler. İstekleri gerçekleştirilecek, gerçi bürokrasi birkaç hafta alabilir… hatta bir ay… duruma bağlı.”“Hangi duruma?”“Eh” dedi müdür, “yeterince personelimiz yok.” Duraksadı. “Elbette bazen sizin gibi konuyla ilgisi olan taraflar işleri hızlandırmak için hapishane personeline bağışta bulunur.”Ziyaretçi karşılık vermedi.“Bay Solomon” diye devam etti müdür alçak sesle, “sizin gibi parasal sorunları olmayan bir adam için her zaman başka seçenekler vardır. Hükümette tanıdıklarım var. Eğer siz ve ben birlikte çalışırsak oğlunuzu buradan çıkarabiliriz… Hükümette tanıdıklarım var. Eğer siz ve ben birlikte çalışırsak oğlunuzu buradan çıkarabiliriz… Yarın tüm suçlamalar düşmüş olabilir. Evde de yargılanması gerekmez.”Yanıt hemen geldi. “Önerinizin yasal sonuçlarını bir tarafa bıraksak bile oğluma paranın bütün sorunlarını çözeceğini ya da hayatta sorumluluk diye bir şey olmadığını öğretmeyi reddediyorum. Özellikle de böyle ciddi bir suç söz konusu olduğunda.”“Onu cezaevinde bırakmayı mı tercih ediyorsunuz?”“Onunla konuşmayı talep ediyorum. Hemen.”“Dediğim gibi, kurallarımız var. Oğlunuzla şimdi görüşmeniz mümkün değil… eğer hemen serbest bırakılması için pazarlık yapmayı reddederseniz.”Soğuk bir sessizlik bir süre havada asılı kaldı. “ABD’den yetkililer sizinle kısa süre içinde temasa geçecek. Zachary’nin güvende olmasını sağlayın. Hafta bitmeden eve giden bir uçağa bindirilmesini bekliyorum.”Kapı çarpıldı.37 numaralı mahkûm kulaklarına inanamadı. Ne tür bir baba, ders olsun diye oğlunu bu cehennem deliğinde bırakır? Peter Solomon Zachary’nin sicilinin temizlenmesi yolundaki öneriyi de reddetmişti.O gecenin ilerleyen saatlerinde 37 numaralı mahkûm, yatağında yatarken kendini nasıl kurtaracağını buldu. Eğer mahkûmlarla özgürlük arasındaki tek şey paraysa 37 numaralı mahkûm şimdiden özgür sayılırdı. Peter Solomon parasından ayrılmak istemiyor olabilirdi ama bulvar gazetelerini okuyan herkes oğlu Zachary’nin de parası olduğunu bilirdi. Ertesi gün, 37 numaralı mahkûm, müdürle özel olarak konuştu ve ona bir plan önerdi, ikisini de istediklerine kavuşturacak dâhice, cüretkâr bir plan.“Planın işlemesi için Zachary Solomon’un ölmesi gerek” dedi 37 numaralı mahkûm. “Ama hemen ardından ikimiz de ortadan kaybolabiliriz. Emekli olup Yunan Adaları’na gidebilirsin. Bir daha burayı görmen gerekmez.”Biraz tartıştıktan sonra iki adam el sıkıştı.Yakında Zachary Solomon ölecek, diye düşündü 37 numaralı mahkûm. Ne kadar kolay olacağını düşünerek gülümsedi.İki gün sonra ABD’li yetkililer kötü haberi vermek için Solomon ailesini aradı. Cezaevi fotoğrafları oğullarının zalimce dövülmüş vücudunu gösteriyordu. Hücresinin zeminine cansız bir şekilde kıvrılmıştı. Kafası çelik bir çubukla ezilmişti ve vücudunun geri kalanları insanın aklının hayalinin almayacağı şekilde hırpalanmıştı. İşkenceye uğramış ve öldürülmüş gibi görünüyordu. Başşüpheli cezaevi müdürünün kendisiydi. Adam büyük ihtimalle öldürülen çocuğun bütün parasını da alıp ortadan kaybolmuştu. Zachary servetinin bir dizi hesaba dağıtılmasını onaylayan belgeler imzalamış, bahsi geçen hesaplar ölümünün hemen ardından boşaltılmıştı. Paranın şimdi nerede olduğunu tespit etmenin imkânı yoktu.Peter Solomon özel bir jetle Türkiye’ye uçtu ve oğlunun tabutuyla döndü. Onu Solomon aile mezarlığına gömdüler. Cezaevi müdürü hiç bulunamadı. Asla bulunamayacağını 37 numaralı mahkûm gayet iyi biliyordu. Türk’ün tombul vücudu artık Marmara denizinin dibindeydi. Boğaz’dan gelen balıklara yem olmuştu. Zachary Solomon’a ait olan engin servet izi sürülemeyecek bir dizi hesaba aktarılmıştı. 37 numaralı mahkûm yeniden özgür bir adamdı büyük bir servetin sahibi olan özgür bir adam.Türkçesi iki ay sonra yayımlanacak olan kitapta yer alan bu bölümü Z. Heyzen Ateş çevirdi.
sorumluluklarını öğrenbcekmiş oğlu. yürrrüüüüüü