Geçtiğimiz Cumartesi günü (29 Nisan) Beyoğlu sokaklarında 300 kişinin katıldığı bir yarışma yapıldı. Belki televizyondan gazetelerden duydunuz, belki de haberiniz yok… Ben size biraz anlatayım.Ben bu aktiviteden, birkaç hafta önce gelen bir e-posta sayesinde haberdar oldum. Beck’s’in sponsorluğunda Oyunevi tarafından define avı şeklinde düzenlenen bir organizasyondu. Daha önce küçük gruplar için düzenlenmiş benzer oyunlara katılıp süper vakit geçirmiştim. Dur bakalım, bu da iyi olursa çok eğleniriz, gidip bir görmek lazım diyerek katılmaya karar verdim. Yalnız kurallar var: 3 kişiden oluşan bir takım kurulacak, takım üyelerinden biri de karşı cinsten olacak. Takımı kurduk, kaydolduk. Kısa bir süre sonra internet üzerinde basit bir ön eleme yapıldı, sonra da telefon edip ilk 100 takıma kaldığımızı söylediler. Eyvallah.Yarışma günü zar zor uyanıp yola koyulduk. Koyulduk da ne çare? Daha baştan oyunun bilgilendirme toplantısını kaçırmak suretiyle bombayı patlattık. Millet kapıdan çıkıp koşmaya başlamışken biz içeri daha yeni giriyorduk. Doğal olarak pek bilgilenemedik! Neyse, sora sora Bağdat bulunur hesabı, sağdan soldan öğrendiklerimizle oyunun mekanizmasını çıkardık: Başlangıç noktasında bir zarf alıyorsunuz. İçinden 3 şifre çıkıyor. Bunlardan 2 tanesi göreviniz, yani cevabını bulmanız gereken sorular. Tabii cevabı bulabilmek için önce soruyu bulmanız lazım, çünkü soru şifreli. Neyse, bunları bulup yazıyorsunuz. Üçüncü şifre ise sizi bir sonraki noktaya götürüyor. Bu noktada gizlenmiş görevlilere çözdüğünüz soruları gösterip yeni zarfınızı alıyorsunuz, hooop içinden yine 3 şifre çıkıyor… Ve bu böyle devam ediyor.Biz daha ikinci zarfta çuvalladık! Çıkan iki soruyu neşe içinde çözdük, gitmemiz gereken noktayı gizleyen 3.şifreyi açtığımızda ise karşımıza şöyle bir sayı dizisi çıktı: 22 2 22 999 555 666 66. Bu kadar. Hoppala! Buyur buradan yak! Kağıtta başka birşey yazmıyor, ne bir ipucu, ne bir anahtar… Anadolu lisesi, kolej, öss, öys sınavlarında çeşit çeşit sayı dizisiyle haşır neşir olmuş her Türk genci gibi şifreye önce bir heves saldırdık. Topladık, çıkardık, ortak bölenler, çarpanlar, kareler, kökler bulduk… Bir yere varamadık. Sonra 7 sayı öbeği olduğunu fark ettik. Bu sayı kesin bir telefon numarası dedik. Olabilecek tüm kombinasyonlardaki numaraları telefonla arayıp “Alo orası neresi?” şekilde milleti bunalttık, biraz da küfür yedik tabii… Sonra elimizdeki haritalar aklımıza geldi, yoksa bunlar koordinat olmasın dedik. Dedik ama haritada hiç işaret olmadığını görünce bu fikir de çöpe gitti. Allahım, delireceğiz, nedir lan bu 22 2 22….? Bir yandan sağa sola bakıyoruz, bütün takımlar nasıl da koşuşturuyor… Herkes yeni zarflarını almış işte, geçti hepsi bizi diye hayıflanıyoruz. Böyle beş karış suratla bir köşede otururken birden bir aydınlanma geldi ve trak diye çözdük şifreyi. Meğer çok basitmiş. Yerimizden fırlayıp koşmaya başladık.Sonra bir daha duramadık. Arayı kapatmak için mecburen her yere koşarak gidiyoruz. Her yere derken bir Galata Kulesi’ne koşuyoruz, bir Taksim Meydanı’na. Meydanda işimiz bitince Galatasaray Lisesi’ne… Oradan Dulcinea’ya, oradan Odakule’ye… Mesafeleri siz hesaplayın. Bu koşturmaca sırasında bilmediğimiz bir sürü şey de öğreniyoruz tabii. Örneğin YEKÜV diye bir sivil toplum örgütünün varlığını, Ortaoyuncular’ın bulunduğu Halep Pasajı içinde Maya diye bir tiyatro topluluğu daha olduğunu, Beyoğlu’na tarihi dokusunu kazandıran bir çok yapının yapım, restorasyon ya da devir hikayesini…Oyunda bol bol ara sokaklara girip çıkmak gerekiyor, fakat Beyoğlu Belediyesi her ne hikmetse sokak tabelalarını sökmüş. Yerdeki granitleri yenilerken bunları da aradan çıkaralım dediler, sonra yarım kaldı herhalde. Bu yüzden sık sık durup esnaftan birine sokak ismi soruyoruz. Adamlar sabahtan beri bir örnek kıyafetlerle ortalıkta koşturan 300 kişinin abuk-sabuk sorularına cevap yetiştirmekten bitap düşmüşler. İlk saatlerde koşuşan ekiplere bakıp “Ne o gösteri mi var, polisten mi kaçıyorsunuz?” diyen bazı esnafın, ilerleyen saatlerde öğrendikleri cevapları takımlara kopya vererek oyuna dahil olmaları da ayrı bir neşe kaynağı oluyor.Bu arada, şifreler öyle akıllıca hazırlanmış, öyle güzel sıralanmış, öyle kuytu noktalara yerleştirilmiş ki, çözdükçe motive oluyor, motive oldukça daha daha çözmek istiyorsunuz. Fakat her güzel şeyin bir sonu, her definenin avının bir sandığı, her sandığın bulunmayı bekleyen bir anahtarı var.Nitekim biz de anahtarı bulduk, sandığı açtık, içinden bizi eski toprak Avrupa’da uzun uzun dolaştıracak bir tren bileti ve neşe içinde çar çur edeceğimiz bir miktar para çıktı. Meğer çözemediğimiz şifrenin açtığı arayı kapatalım derken birinci olmuşuz.Haaa, o şifre ne miydi? Bir SMS atın bakalım, ne yazacaksınız o rakamlarla?:)