smoke filmini seyredenler hatırlar..harvey keitel bir chirstmas hikayesi anlatıyordu hani. o hikayeye resmen aşık olmuştum.
filmi birkaç sefer daha izleme imkanı bulduğumda hikayeyi de dinlemiş oldum. şimdi istediğimiz zaman da (orjinal şekliyle) okuyabilces artık. işte burda..
yorumlar
babası kayak yaparken ölüyodu da, yıllar sonra oğlu görüyodu bunu. o hikayeye hasta olmuştum. filmdeki hikayeler, muhabbetler falan ne kadar güzel, tekrar tekrar izleyince bile baymıyo insanı.
o karda babasının kendisinden genç kalması olayı beni de çok düşündürmüştü. katılıyorum çok iyiydi ikisi de ama kar-babayı daha çok sevdim.
ee ne de olsa auster farkı vardı o filmde. auster in romanından bir uyarlama daha izlemiştim hem de trt de james spider oynuyordu: arabasıyla kaza yapan (sanırım) bir adam, ikiz erkek kardeşim oturduğu bir evde kalması gerekiyordu. adamlar buna taş duvar ördürüyorlardı. süper diyaloglar vardı. adamın kitapları da ayrı bir leziz…
bkz
olması lazım onun. Vertigo vardı, Leviathan vardı, New York üçlemesi vardı, hemen kütüphaneme dönüp başlıyım birine tekrar.
Leviathan özellikle süperdir, bu arada o filmde “şans müziği”‘nden uyarlanmış, kaçırmışım. İyi bir yazar olarak nitelemek doğru kendisini ama gerçekten kötü bir yönetmen. (lulu on the bridge’i yönetmişti galiba kabus gibiydi). Yakın zamanda da if istanbul kapsamında Wayne Wang’le (Smoke’un yönetmeni) beraber yaptıkları başka bir film gelmişti ve fakat adını hatırlamıyorum. (gidememiştim).
bişey diil :)))
geçen “şans müziği” Nash amaçsız yolculuğu sırasında yoldan bir otostopçu alır, otostopçu gençtir ve yıldız parlamaya başlayan bir kumarbazdır, kumar oynamak üzere davet edilmiştir bir eve ancak oraya gidecek parası yoktur, Nash sponsorluk yapmayı teklif eder ve birlikte giderler eve. Evde iki arakadaş oturmaktadır birisi eskiden muhasebeci olan bir adamdır sonradan lotodan 20 milyon dolar çıkmasıyla zenginleşmiştirler. Genç oyunda kaybeder, bütün paraları ve mallarını kaybeder ve üstüne bir de borçlanır ve borç karşılığı olarak da orada uzun bir süre çalışmaları gerekir, yapmaları gereken iş evsahiplerinn ingiletere’den aldıkları bir şatoyu (şato sökülüp, tuğla tuğla adamların evinin bahçesine taşınmıştır) kurmaktır ancak dümdüz bir duvar örerler evin bahçesine…
“şans müziği” böyle seyreden bir hikaye diye hatırlıyorum.
Auster’ın romanlarındaki (özellikle de şans müziği’ndekilerin) kahramanların hayatta yapmak istedikleri birşey özellikle de amaçları yoktur gibisinden argümanı olan bikaç yorum okumuştum bu romanla ilgili..
ve fakat blue in the face değil, blue in the face smoke’dan bir yıl kadar sonra çekilmişti bu film daha yeni. 2001 yapımı. ve hatta hatırladım “the center of the world”. hatta Hi-res yapmıştı sitesini. Birde uyarı sitede 18’den küçüklerin görmemesi gereken şeyler var. (18’den büyüklere tavsiye: hayatımda gördüğüm en erotik site, hatta sonunda bir striptizciyle video chat yaparmış izlenimi veriliyo, o kadar başarılıki insan ilk bir kaç saniye kadının gerçekten orda olduğuna inanıyor).
yeni kitabının adı I Thougt My Father Was God imiş,.. aşşağıda bu kitapla ilgili bir ropörtaj ve benim kişisel favorim vertigo ile ilgili de birkaç sözü var,.. ilgilenenler var diye aktarıyorum,.. dikkat, kopi peyst degildir!!
iki sene önce national public radio’dan insanlara az ve öz şekilde gerçek hikayeler yazmaları ve bunları ona göndermeleri için bir çağrı yapmış,.. 4000 yazı gönderilmiş ve 179 tanesini seçmiş,.. kriter ise zekilik, içtenlik ve coşkuymuş,.. hikayeleri 10 kategori altında toplamış; hayvanlar, objeler, aileler, rüyalar, yabancılar, aşk, savaş, ölüm, meditasyonlar ve bayagı güldürüler,..
Seçtigin yazılar senin estetik kaygılarını da taşıyor mu?
Paul Auster: Şüphesiz evet. Eger başka bir yazar bu projeyi yönlendirseydi eminim sonuçlar farklı olurdu. Kendi burnumu takip ediyorum, kendi tatlarımı, kendi ilgi alanlarımı,..
Hikayelerin sayısını 179’a indirmek zor oldu mu?
Zordu ama tahmin edildiği kadar degil,.. 4000 hikayeyle başlayıp sayıyı ilk elemede 300’e kadar düşürdüm. Bunlar arasında seçim yapmak zordu. 4000’de 300 iyi hikaye, yaklaşık yüzde yedi, hiç fena bir oran degil.
Hikayelerin kalitesi seni şaşırttı mı?
Kabul etmeliyim ki evet! (Gülüşler) Başlangıçta neyi ummam gerektigini bilmiyordum ama ilk hikayeler gelmeye başladığında içlerinde gayet iyi onlanları olduğunu gördüm. Beni çok şaşırttılar. “Bunlarda iyi bir yazma yeteneği var” diye düşündüm.
Yeni yazarlar keşfettin mi?
Yazım kalitesi birkaç farklı kategoriye ayrılıyor. Daha önce ellerine hiç kalem almamış insanlar tarafından yazılan, işlenmemiş, basit yazılar var. Aniden birşeyler söyleme ihtiyacı duyuyorlar, önemli ve ilginç şeyler olduğu için kitaptalar. Yıllardır gizli gizli yazılar yazıp, bunları hiç açığa çıkarmamış ve muhtemelen gönderdikleri hikayeleri çekmecelerinde saklı tutan diğerleri. bunların kimileri iyi yazılmış. Bir de gerçekten genç olan kimileri katkıda bulundu. Sanırım içlerinden bazıları çok ilginç yazarlara dönüşebilir.
Bu yazıları yazan kimi kişlerle ilk kez karşılaşmak nasıl birşeydi?
Telefonda birileri ile konuşmak nasıldır biliyorsun, sese göre bir vücut yakıştırırsın kafanda. Sonra o kişiyle karşılaştığında her defasında yanılmış olursun. Aynı şey National History’den kişiler için de geçerliydi. Onları daha kısa, uzun, şişman, zayıf, genç, yaşlı olarak hayal ettim ve bu onlarla karşılaşmayı müthiş birşeye dönüştürdü. Bütün beklentilerimi suya düşürdüler.
Seninle karşılaştıklarında tepkileri neoldu?
Sanırım bundan mutlu oldular; onların yaptıklarını geliştirip yayınladım. Projeye dahil olmaktan heyecanlıydılar ve istisnasız hepsi bundan memnundu, gurur duyuyordu. Projeyi tam olarak tanımlamak biraz zor.
“I Thougt My Father Was God – And Other True Tales From NPR’s National Story Project”, bir oturuşta mı okunmalı?
Bunun yapılabilecegini sanmıyorum. Hikayeleri sırasıyla okumayı tavsiye ediyorum. Çünkü kitapta onları bir sıraya soktum; bir şeyler oluşuyor.
Basılmış olanlar içinde senin favorin hangisi?
Kitabın da adı olan “I Thougt My Father Was God”‘ı çok sevdim. Hikayenin son paragrafı, sizi apayrı bir aleme sürüklüyor, çok sinematik ve etkileyici. Küçük bir çocuk dürbünle evin karşısındaki arkadaşının evine bakıyor, evin önünde bir taksi durduğunu görüyor. Uzun boylu bir denizci taksiden iniyor, bu onun savaştan dönen amcası. Büyükannesinin evden fırlayı, ağlayarak oğlunun kollarına atılmasını izliyor, çok güzel yazılmış birşey.
Biraz da yaşamın üzerine konuşalım. Ailenden kimse koleje gitmedi, sen de gitmemeyi düşünmüş müydün?
Evet, bir şekilde düşündüm ama herhangi bir entellektüelite ile yapılmış birşey değildi. Daha çok gençlik isyanıydı. Bitmek tükenmek bilmeyen bir iştahla kitaplar okuyordum ve bir yazar oldugumu düşünüyordum. Ama gittiğime memnunum.
Yaşamının iki periyoda bölündüğü söylenir; 1979’dan öncesi ve 1979’dan sonrası. O yıl ne olmuştu?
O yıldan biriki yıl öncesine kadar sürekli yazıyordum ama yazdığım şeyler sadece şiir ve tercümelerdi. 1978’de yaptığım şeylerle bir duvara doğru koştuğumu düşündüm ve herşeyi bıraktım. Artık daha fazla yazamayacağımı düşünüyordum. 1979’un başında aniden birşey oldu ve yeniden yazmaya başladım. Yazdığım ilk şey bir düz yazıydı, şiir değildi. Garip bir şekilde 10-15 sayfalık yazıyı yazmaya başladığım gece babam öldü. Bunu sabah uyanınca öğrenmiştim. Birkaç hafta sonra onunla ilgili bir kitap yazmaya başladım ve bugünkü bütün çalışmalarımın başlangıcı oldu.
1961’de yaz kampında, hemen yanındaki arkadaşın yıldırım düşmesi sonucu öldü ve sen de kıl payı kurtuldun. Bu nasıl bir deneyimdi?
Sanırım yaşadığım en önemli şeylerden biri bu. Dünya ile ilgili düşüncelerimin çok daha bilinçli olmasına sebep oldu. Geriye dönüp baktıgımda benim için çok önemli olduğunu görüyorum. Dünyada herşey ne kadar kırılgan ve tesadüfi. Bir dakika önce yanında duran kişi, bir dakika sonra ölmüş olabiliyor.
Neden romanlarında şans bu kadar önemli bir unsur?
Edindiğim bilgilerle dünyayı elimden geldiğince iyi keşfediyorum. Yanında duran birisi yıldırım çarpması sonucu öldüyse seninki şans değilse nedir bilmiyorum?
Kimi kitaplarının filmlerini de çevirdin. Film yapmakla roman yazmanın farkı ne?
Ortak bir yan bulmak zor. Galiba tek benzerlik bir hikaye anlatıyor olmak. Ama hikayeyi anlatış biçimleri son derece farklı, kıyaslama yapmak mümkün değil. Birinde yalnız başına bir odadasın, diğerinde elliden fazla kişiyle çalışıyorsun.
Cannes’da jüri olmak nasıl birşeydi?
Hem eğlenceli, hem de yorucu. Bir sürü film izledik, toplantılar yaptık. Kimi hararetli tartışmalar oldu. Kesinlikle eğlendim. ama bunları tekrar yaşamak ister miydim bilmiyorum.
Senin için sırada ne var?
“The Book Of Illusions” isimli yeni bir roman bitirdim. Ekimde basılacak,..
ayrıca mr. vertigo hakkında birkaç şey,..
Mr. Vertigo’yu yazmaya seni ne itti?
Bu benim için de bir gizem. Nereden geldi bilmiyorum. Yıllarca kafamda bir üstadın ve bir düzenin hikayesi vardı, ama hiçbir zaman net birşey olmadı, bir hikayeden çok bir tanımlama gibiydi. Yazmak için oturduğumda 20 sayfa birşey olacağını düşünüyordum ama yanılmışım.
Bir defasında “çok güçlü duygular, hatta travmalar, benim hikayelerimi oluşturuyor” demişsin. Mr. Vertigo için de geçerli mi bu?
Her kitabımı yazışımda ne yaptığımı ve neden yaptığımı bilmiyorum. Bir zorlama var sanki; hikayeyi kağıda dökmem kesin bir zorunlulukmuş gibi. Bazen bir kitabı yazdıktan sonra nereden geldiği konusunda çok az şey biliyorum. Mr. Vertigo’da sanırım yüksek bir yerden düşme korkusu vardı. Yazdığım daha birçok kitapta bir yerlerden düşen birileri var ve sanırım bütün bunlar çocukken babamın yaşadığı bir olayla alakalı. Jersey City’de bir çatıda çalışırken düşmüştü. Ayağı kayıp yuvarlanmaya başlamıştı ve çamaşır ipleri düşüşünü kesmese ölecekti. Ben olayı görmedim ama çocukluğum boyunca kafamda hep şu görüntüyle dolaştım: boşlukta uçan babam,.. Galiba bu acayip saplantının nedeni bu.
Kitapta en hoşuma giden şey; ilahi üstünlük taşıyanla, fazlasıyla sıradan olanın kombinasyonu. İkisi de Master Yahudi’nin karakterinde var: bazen bir zen rahibi, bazense karnavaldaki işportacı,..
Evet, çok kompleks bir kişilik. Bir yandan üçkağıtçı bir adam, bir şarlatan, çok para kazanmaya çalışan biri. Amerika’daki diğer herkes gibi. Bir yanda da derin bir manevi yönü var, ruhsal gerçeklerle ilgileniyor. Doğanın kanunlarına karşı geliyor, tanrıyla, dünyayla ve insanlarla karşı karşıya kalıyor,..
ropörtajı, köstebek müzik’te bulabileceğiniz, dergi ortamlarının beta band’i, muhteşem dergi “lull” dan çaldım,..
teşekkür ederiz.
bak bu çok yerinde olmuş teşekkürler. böyle kes+yapıştıra can kurban!
cut-paste-learn olmuş eline sağlık..
çok güzelmiş site. En güzel site oymuş da denebilir.
yahu kes yapıştır degil,.. yarım saat elle yazdık,.. allala,..