bildirgec.org

yuka

11 yıl önce üye olmuş, 20 yazı yazmış. 169 yorum yazmış.

Neden erkek gibi davranmaya zorlanıyoruz?

yuka | 25 June 2006 02:23

Neden?

a. Erkek egemen dünyadayız
b. Böyle bir zorunluluk yok, sessizce yerimizde oturarak uzak durabiliriz.
c. Yoo hiç de öyle değil!
d. Eşitlik dediler, böyle oldu.
e.
f.
.
.

cevap & yorumları bekliyorum…

YENİ BİR AYRILIK SONRASI

yuka | 19 December 2003 01:10

Yine bir ayrılık sonrasıydı, ayrılmaların anlamları kalmamıştı, ay-rı-l-mak, sanki mehtap olan aydan türemiş bir kelime bu, artık onun için öyleydi, 28 günde bir yenilenen, beklenendi.
Sıkılarak çıktım meyhaneden, nevizadede bir meyhane; girdiğimde 40 kişilik masayı görünce zaten geçmiyecek bir akşam olduğunu anlamıştım. Sigara dumanı, fazlasıyla doldurulmuş bir menü, istanbul insanı artık kolay doymuyor, ve içki ve lak ve lak ve laklak. Yine duramadı içimdeki tutku yine kızıştım ama yine dayanamayacaktım, yine onun olmadığı heryerde sıkılacaktım, sanki onunla doğmuştum onunla ölecektim. Burada ki o O mu yoksa sıkıntımı size bırakıyorum ama demek değildir ki O eşittir sıkıntı herzaman eşitlikler bir olmuyor kimi zaman ki bence çoğu zaman tam zıttı oluyor. Neyse .. Teknolojinin kaçamağından çıkarak yaklaştım ona, ne yapıyorsun diye. Ve daha uzatmadan yanında bitiverdim bir anda, lagara lugara, onu istiyordum ki ne yapabilir içim, sıkıntım, ona bakıyordum ki ya giderse diye düşündüm. Herşeyi ona maal etmek istemedim, gittiğim yerde müzik daha güzel, ortam daha iyiydi, O da vardı.
Çıktık mekandan kapatıyorlardı, insan içindeki korkuya kapıldımı korkuyu yaşamadan çıkamıyor zamandan. Giderse korkusu gerçek oldu, seni bırakayım dedi. Evet bırak dedim. Şansımı zorladım sen de kalacağım dedim.
Tabii O’yu arayan başkası da vardı. O arandıkça mutlu oldu, o mutlu oldukça ben bencillikle yok oldum.
“Hayır benle gelme”
“Hayır geleceğim”
ve gecenin geç saati parkın aşağısında ki merdivenlerde oturmaya başladık, gelmemem için gitmedik, gitmediğim için gelemedik.
Ben onu istiyordum O öbürünü istiyordu. Beni O ndan vazgeçirmek için benden vazgeçirmek gerekiyordu. Kimse kimseden vaz geçemiyordu.
Seçiciydi, tasdik edilmişti seçiciliği, olduğundan farklı değildi ama iyi günler geçiyordu, sanırım bir aşk rüzgarındaydı, kendini kötü hissetmesi zor bir dönem aşk rüzgarı, benim açımdan fırtına olmaması bile iyiydi.
Ben bırakamadım onu, o kızdıramadı beni, gitmemi istedi ki zordu gitmek benim için.
………………………………………………..
Parkın önünde birşeyler söylüyordu, sadece sarılmak istedim, usulca yaklaştım bir, iki ve anladı dokunacağımı ona, kızdı dokunma dedi. Yanan mumun son çırpınışlarıydı elimde kalmadı ki fazlası; onu, kendimi çok zorlamıştım. İstiyordum uzun zamandır istiyordum.
Bir boşluk oldu yanımdaydı sarıldı, sarıldı, sarıldı istemiyordu bana bağlı olmak, savaşı bağı koparmak. Kaçarak uzaklaştı benden ona gidiyordu. Ben ona O derken O bir başkasına o diyordu. Koşarak kaçtı benden kaçtı, ona koştu. Çok geçti saat, bomboştu sokaklar koşuyordu, çocuk gibi koşuyordu. Ben kaldım yalnız. Benden kaçarak koşarak uzaklaştı.
Geceydi yalnızdım, ağlamaktı çaresizliğim. Çıktım aradım sokaklarda onu, bulurum diye. Bulamadım bulunca ne olacağını bilseydim, neden bulacağımı bilseydim bulurdum. Çaresizliğim kaçtı gözlerime, ağlamam ondandı.

Kuş sesleri ovalara yayılır…. Acaba yayılır mı istanbulda da?

yuka | 18 June 2003 23:23

“Kuşşşşşş sesleri ovalara yayılır.” Çocukluğum buna bayılır.

Bir plak vardır evde, tek çocuk plağımızdı o bizim modern folk üçlüsünün çocuklarımız için plağı. Şimdi ben 24 yaşında dinliyorum, mutlu oluyorum. Nedir bu geçmişe özlem gelecekten korku. İçmişim sarhoşum biraz. Korkmuyorum şimdi, ama özlemesemde mutlu oluyorum geçmişle. Anne kucağında ki mutluluğa. Kahretsin söyledikleri gibi kötüymüş büyümek. Ama çare yok! “Mis gibi kokuyor amber gibi topraklar…” Niyeyse eski bir trend var (moda var) plağın bir tarafı yavaş bir tarafı hızlı. Ben koymuşum yavaş tarafı. Vodka var, erik var temizce esiyor rüzgar, “bekler bizi arkadaşlar yolculuk var” nakaratlı bir şarkı çalıyor, ne kadar da grup yorumu anımsatıyor. İstanbulda anadolu grup yorumla yorumlanıyor.

Conspiracy Theory

yuka | 14 January 2003 23:13

trt neden “komplo teorisi” (Conspiracy Theory) adlı filmi yayınlıyor? Bu aralar amerikaya karşıyız izlenimi mi veriyor? yoksa filmde ki 7,2 büyüklüğündeki türkiye depremiyle insanların beynine mi gizlice giriyor? hafiften, derinlerden yani…

kuvaternerde bir an

yuka | 20 December 2002 00:16

Ellerim, ellerimi daha önce hiç böyle görmemiştim. Damarlarım patlamak üzereydi sanki, mosmor olmuştu. Gitmeliydim, gitmemek için her türlü bahaneyi uydurdum kendime, cesaretsizleğe gelmeden bir engeldi önümde ki, cesaretsiz olabilmekten korkmaktı belki, ya da değildi. Yaz dedim o an yazmadım.

Gidecektim affedin beni diyerek, gitmek için en ugun an “O” andı. Ama tutuklandı. Çok küçüğüm ihmal edilecek kadar binleri birleştirsek yine ihmal edilecek kadar küçüğüm. Milyonlarca ben olsam yine ihmal ediliriz. “Neglect” anlamında ihmal, duygusallık yok, mekaniklik işlemiş terminolojimize, daha işlenen binlerce şey gibi. Çok sıkıldım insani duygulardan, insanlıktan. Biz de bir hayvanız, anlamı yok günlük yaşamın, kuralların.

Gitmek için en iyi o andı demiştim. Nefes alışımın değiştirdiğini hissettim, içimde kurduğum bahanelerin. Çıkmalıydım dört duvar arasından. İnsandım sadece insanlığımla var olabilirdim. Bir senaya ihtiyacım olmaz, biraz yemek, yeterli uyumak ve diğerleri. İçimdeki değerler, yıkılmalı hepsi, yenileri gelecektir. Sonra yenileri de yıkılmalı, yıkılınlardan kalanlardır, doğal seleksiyonu aşabilenler, yaşatılması gerekenler, evrimleşmedir. Evrimleşmeliyim, ama nereye geldiğimi göremeden gideceğim. İnsanlığın yüklediği değerler ne kadar ağırlaşmış, kimi görsen üstünde sadece değer var.

Bir hayvan gibi yaşamak için gitmeliydim o an.

Bahanemi anlatayım; kalmak için bulduğum en iyisi olanı: gitmek değildi istediğim gidebilme özgürlüğünü hiseetmekti, gittiğim anda gitmiş olabileceğimi görmekti. İnsani özgürlüğümdü istediğim özgürlük. Ne anlamı vardı sınavın ne anlamı vardı keyifle içilen bir kahvenin, ne büyük zavallılıktı mutluluk. Mutluluktan çok mutlu olduğun sanmak. Büyük oyunları bunlar bize gelmez, paranın yanında sunulan mutluluk bahanesi, kahvenin yanında ki su gibi, kim içer acı kahveyi, yumuşatacak suyu olmadıkça, yanında ki çikolatanın bıraktığı tat, kahvenin ardından gelmedikçe.

Bir adım ileri gittiğini görmek, bir adım geriye düşmek değil mi?

Aman insanlık ihmal etmesin beni çabasıyla öyle inandırmışız ki kendimizin bir bok olduğuna, insalık oyunları, saygısızca, ukalalıkla, beyni kullanabildiğini sanmanın verdiği patavatsızlıkla, geçiyor. Kim kendini ne zannediyor.

İhmal edilebilecek kadar yoksun, ihmal edilebilecek kadar varsın. Anlamsızsın. Bir geçişsin, bir parçasın, hepimiz birleşip sadece bir parça olacağız, yuvarlanmaya çalışacağız.

Pazarda vazolar görüp bununla mutlu olmayacağız mesela, gidemediğimiz her yön için üzmemiz gerekirken.

Ölüm korkusu, ben senin için sen onun için herkes biri için çok değerli, herkes kendi balonu içinde, şu clemantine balonlarından, herkes ulaşılmaz kendi içinde. Bir avuntu değil mi bu? Herkesin özel olması bir avuntu? Küçücük dünyanın prensi olmuşsun ama kendini bile tanımıyorsun. Boş boş konuşuyorsun. İnanacak ulaşılmaz bir güç bulmuşsun, ulaşamadığın için korkmuşsun, korktuğun için tapmışsın, taptığın için bitmişsin. Canın sıkılıyor bugün, neden canın sıkılıyor? Doyuramıyorsun kendini, zannediyorsun ki doyar, insani değerlerinle, inandırmaya çalışmışsın, kimi zaman insanmışsın, kanmışsın kendine, ama ne kadar kaçabilirsin kendinden, ne kadar kaçabilirsin doğandan, varlığından, varoluşundan.

Herkesi dinledim herkese hak verdim bunca zaman, şimdi düşünüyorum da herkesin kendini inandırdığı bahaneleriymiş savundukları, hak verdiklerim. Kızmıyorum, alınmıyorum, kırgın umutsuz değilim ama ilgilenmiyorum, ne kadar küçük olduklarını biliyorum, görüyorum. Kendimi değersiz buldum hep, haklıymışım. Yanıldığım yer ise, herkesin değerli olduğunu sanmam olmuş. Var olmak için kendilerine verdikleri değerlerin, kafalarındaki beyinin şımarıklıymış. Kendi için var olamamanın, insalığını kabul edememenin, sistemin bu olduğunu zannedip elenmekten korkmanın zavallılıkları bunlar. İnsanın oluşturduğu sistem nedir ki? Avukatlıktan farklı mı? Kendin koy kendin oyna. Ne kadar sıkıcı… yap boz yap boz. Sonra neden yaptığını neden bozduğunu unut öyle devam et.

Taklit, gözlemde önemli ama sadece taklitle geçmiyor yaşam, yaratıcılık birşeyler eklemek gerekiyor. En büyükler, en çok koyup en azı olduğunu bilenler.

Nautilus

yuka | 04 December 2002 15:27

Yaz sonunda açıldı Kadıköy-Koşuyolu’nda yeni bir alış veriş merkezi. Karfur diye duydum ben önce, sonra nautilus dediler. Hiç uyanmadım başta nautilusunne olduğuna, tanıdık ama aklımdan bile geçmezdi bir deniz kabuklusunun ismini verecekleri alışveriş merkezine İstanbul’da ya da Türkiye’de. Bize yakın, bir gün uğrayalım dedik, gerçekten deniz kabuklusunun ismini vermişler, hem de giriş kapısının önüne ve bilumum yerlere, binanın taslağının anasayfasında bu deniz kabuklusunu anlatmışlar. İçi beni fazla çekmese de; çok parlak çok ışıklı ve soğuk bence; adından dolayı sempati duydum buraya. Nautilus: Sınıflama: Altsınıf: Tetrabranchiata Takım: Nautiloidea Aile: Nautilidae Cins: Nautilus Nautiluskafa ve ayaklardan oluşan deniz yumuşakçasıdır (Marine molluscs). Cephalapod (Kafadan bacaklı) grubundan gelmektedir. Ahtapot, mürekkepbalığı da kafadan bacaklılar grubunun diğer üyelerindendir. Yaklaşık 230 milyon yıl (Triyas döneminde) önce ortaya çıkmış ve günümüze kadar gelmiştir. Antik Yunan’ da, nautilus kabuğu mükemmeliğin simgesiydi. The Golden Ratio(Altın Oran, Türkçe’ye çevrilişi ne bilmiyorum) adı verilen matematiksel orantı, nautilus kabuk gelşimini gösterir. Bu logaritmik spiral, sabit bir noktadan (spiral noktasından ), sabit u açısıyla dönerek oluşur. Kabuğu oluşturan oran 1:1,68’dir (tam açıklaması ingilizce olarak buradan, animasyonlu olarak da izleyebilirsiniz!). Yani nautilusun durumu buyken, İstanbul’da büyük bir alışveriş merkezine böyle bir isim verilmesi beni mutlu etti. Türkiye dışında birçok ülkede doğadan esinlenilmiş: mimari yapıların şeklinde, süslemelerde, kullanılan araçlarda vs… Kendini doğadan soyutlayan insan fazla vakit geçmeden tekrar doğaya geri dönmüş. Bunun bizim için iyi bir ilerleme olduğunu düşünüyorum. Eğer ilgi çeker ve benim de vaktim olursa doğada ki diğer canlıları ve insanlığın onları nasıl kullandığını anlatan bir iki yazı daha hazırlayabilirim. (Mesela trilobitler, tri-lob-it 3 loblu ilk canlı, baş gövde ve kuyruktan oluşan bu deniz canlısı günümüzde yaşamasa da Avrupada bir çok binanın cephelerini süslemekte ve ilginç inanışları bulunmakta).

sinema

yuka | 13 November 2002 00:58

Yaşam; sinemada film seyretmek gibi. Bir heyecan giriyorsun filme, sıkılacağını düşünmeden. Sıkılsan da çıkmak istemiyorsun, ya sonu güzelse diye, daha sonra güzelleşirse diye. Madem geldim izleyeyim diye devam ediyorsun bazen, ya da çok heyecan verici oluyor hiç bitsin istemiyorsun. Bir umutla bitmesini ya da bitmemesini bekliyorsun, kimi zaman alışıyorsun sıkıntıya, kimi zaman yoruluyorsun beynini daha fazla yormaya. Küçük aralar veriliyor, tatil dedikleri olsa gerek. Her filmin bir sahnesi gibi geçiyor zaman, yaşam bittiğinde sinemadan çıkıldığında ki gibi kahramanı olunacak mı filmin. Yaşam da sinema gibi karanlık içinde hoş vakit geçirmeye benziyor, bir türlü terk etmeye cesaret edilemeyen, sıkıldığında vaz geçilemeyen.