insan ilişkilerinde güleryüzlülük ve cana yakınlık, çoğunlukla duygusuz, işine ayarlanmış bir robot gibi görmeye alıştığımız diğer insanların da aslında birer hayatının olduğunu görmemizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda o insanların hayataı nasıl gördüklerini de etkir ve yaşamlarını değiştirip çok güzel sonuçlara ulaşabilir.

bu aslında şehirleşmiş insanın sadece resmi ilişkiler çerçevesiyle sınırlı kalan davranışının bir getirisidir. diğer bir deyişle, modernitenin ve para toplumunun zorunlu kldığı ve bireyde kimlik sorununun oluşumuna/artmasına neden olan hayat tarzının faturasıdır. köylü yahut kasabalı insanın yaşamında (yahut şehir insanının buna benzer ‘tanınmışlık’ havasının hakim olduğu özel ve görece küçük gruplarda -cemaat, cemiyet, kulüp, dost meclisleri, vs) birincil ilişkiler üstün olduğundan böyle bir parçalanmışlık orda söz konusu değildir. insanlar arasında ‘çıkar’, ‘kar’ ve ‘akıl’dan ziyade duygulara ve kişiye özel şartlara dayalı olan ilişkiler, doğasıyla bir güven ortamı ve sorunların birbiriyle karşılıklı paylaşılıp en azından psikolojik yükün hafifletildiği bir atmosfer yaratır. bu atmosfer içerisindeki insanlar dirim için gerkli işlerle bir taraftan uğraşırken, kendi ‘ben’leri (aile içerisindeki hayatları) ile bir uyuşmazlık ve çatışma yaşamazlar..

halbuki şehir insanının yaşadığı tam da budur.

ancak birincil ilişkilerde sorunların paylaşımının ( Bauman’a göre bu aslında kimlik arayışıdır. insanların -toplumun- seni olduğun gibi kabul etmeleri ve kimliğini onaylamaları isteğidir) çift yönlü olma zorunluluğundan dolayı, bu ilişkiler birey için çok pahalı ve katlanılamaz hal alabiliyor. bireyler farklı backgroundlara sahiptirler, ve bu, hayatta farklı zevk ve yaşam biçimleri tercihlerini kaçınılmaz kılar. karşındaki insanın sana uymayan hayat tarzına katlanmak ( onun kimliğini onaylamak) zorundasın. o da seni onaylıyor çünkü. ama bu bazen dayanılmaz bir hal alıyor ve birey onaylanmamış bir kimlikle yaşamayı göze alarak (kapitalist topluma ilk adım) bu birincil ilişkilerden vazgeçip başka türlü, kimseyle muhatap olmak zorunda kalmadığı ikincil ilişkilere atılır.

ne var ki buradada kabul edilmeyecektir. kabul edilse bile hep biraz dışarıda, biraz kuşkuyla karşılanan bir tipti. bir ‘yabancı’dır(stranger). şehir hayatının kurallarına adapte olamaz. işte varoş kimliği.

max weber üretim toplumunun ideal resmini çizerken, amacın karı maximumda tutmak koşuluyla giderleri mümkün olan en minimal ölçüde tutmak olduğu gerekçesine dayanarak, çalışan insanların iş sahasına hayatlarının -kimliklerinin- bütünüyle değil, sadece üstlenecekleri belli ve sınırlı bir rolle katılması gerektiğini savunur. ilişkilerin tamamen ‘rasyonalite’ye dayalı olması gerektiğinden, karşıdakini sadece bir ‘müşteri’, veya karşılıklı kontağın sadece bir tarafı olarak görmek durumundadır. yani onda aranan özellik onun ‘kim’ olduğuyla (weber buna kişinin ‘kalitesi’ der) alakalı değil de onun ne yapabileceği ile (performans) ilgilidir. bir banka çalışanı için kredi isteyen kişinin ihtiyaç durumu, onun kardeşi olması yahut yabancı biri olması hiçbirşeyi değiştirmez. önemli olan talep ettiği krediyi berirlenen zamanda ödeyebilecek durumda olup olmadığıdır. yani para toplumunun insanı hayatını artık bir rol paylaşımı olarak sürdürecektir. ancak evinde ‘babacılık’ veya ‘eşcilik’ rolünü oynar. işte ise öğretmendir, doktordur, muhasebecidir, vs. üye olduğu bir dernek veya kulüpte de farklı roldedir. her rolün gerektirdikleri farklı davranış şekilleri vardır, ve birey kendini bunlara bölmek zorundadır. farklı yerlerde farklı kimliklere sahiptir. ne varki bunların hiçbiri onun gerçek kimliği değildir. ve kişi bu toplumda üstesinden gelemediği bir kimliksizlik ve kabul edilmemişlik sorunuyla karşı karşıyadır. bunu çözmek için birincil ilişkilere özlem duyar, ancak paracı toplum ve buna göre oturmuş hayat sistemi buna müsaade etmez.

işte paradoks buradadır. şehir insanının ikincil ilişkilerden bezip arzuladığı birincil ilişkiler, ve bunlardan bıkıp ikincil ilişkilere atılmak isteyen, ne varki bunu da özümseyemeyen küçük toplum insanı.

evet, sosyologların çok çeşitli yönlerle ve yaklaşımlarla yaklaştığı önemli bir insan-toplum sorunu. ve modern toplumun cevabını bulamadığı soru.

bence bu sorunun çözümünde hep eksik bırakılan bir olgu var; maneviyat. küçük toplum insanı bütün soronlarını diğer bireylerle paylaşma isteği -bu tamamen karşılanamayacağı için- sorunların sadece katmerli bir hal almasına yarar. halbuki bunları kendi başına olmadan, ama diğer insanları da her sorununa ortak etmesi gerekmeden çözebileceği ve moral desteğini artırabileceği başka yollarla desteklerse, – birey yerine kul kimliğini benimserse- daha rahat bir hayatın mümkün olduğunu görecektir…

bunun özgürlüğü sınırlandırmak olduğu ileri sürülecektir, ancak modern toplum insanı ne kadar özgürdür acaba? onun özgürlük olarak gördüğü şey, başkalarının daha fazla kazanmak için üretttiği comoditeyi harcamada yarışmaktan başkası değildir, ve o, başkalarının istediği ölçüde ‘özgür’dür..