“Bana iyi gelmiyorsun,sinirlerimi bozuyorsun”Dediğinde hayatının en emin ,doğru cümlesini söylediğini biliyordu.Eve döndü, cümleyi kurarkenki yüz ifadesinin acaba nasıl olduğunu aynanın karşısına geçip,cümleyi defalarca tekrarlayarak prova etti.“Bana iyi gelmiyorsun” dan hemen sonra mı “sinirlerimi bozuyorsun” u eklemişti yoksa araya bir es koyup, ilk cümlenin asabiyetini biraz olsun yüzünden silkmiş,belki söyledikten hemen sonra pişman olup vicdanının sesini duyarak yumuşak merhametli bir ifade takınarak mı eklemişti. Önemli ayrıntılardı bunlar, ayrıntılardan nefret ederdi,ayrıntılara takılan insanlardan nefret ederdi,ama konu kendi sarfettiği bir cümle yüzünden empati yapmaya gelince, gizlemeye çalıştığı hassasiyetini koruyamıyordu işte, ille de saklandığı yerden çıkarıyor, üzerindeki tozları siliyor ve binbir çeşit ihtimalleriyle, cilalayarak onu bir dahaki cümlelerinde de kullanılabilir hale getiriyordu.Empati yapmayı bıraktı sonra, sadece kendine odaklandı. Bir cümle geldi aklına,bir yazarın söylediği:“Aşk, kişinin,onun yanında kendi tadına bakmasıydı.”Nasıl da duyar duymaz kızmıştı kendine,daha önce nasıl soru işaretlerini bu tarz bir cümleyle ifade edemedi diye. Ama olsundu işte, artık öğrenmişti kendi aşk felsefesinin temel kaynağını, aslında hep bilip de hiç duyamadığı.“Aşk, kendi tadına bakmasıydı”Huzursuzluğunun tek kaynağı bu değil miydi, bana iyi gelmiyorsun,sinirlerimi bozuyorsun derken, aslında anlatmak istediği sadece bu küçücük cümle değil miydi? Onun yanında olduğu her an,her saniye kendi tadına bakıyor ama bir kez bile beğendiği olmuyordu. Kendi halini sevmiyordu onun yanında, daha doğrusu kendisini hep sevmişti ve onun yanındayken takındığı,takındırtıldığı bir başka kişiliği sevmiyor,her tadına bakışta dili dünyanın en berbat tadına bürünüyordu. Defalarca üstesinden gelmeye çalıştı,belki yanılmıştır ya da zaman geçtikçe damak tadı değişmiştir diye defalarca tekrar kendisinin tadına baktı; ama hayır, o hep içini bulantan,mayhoş tat.Sonra sorumlu aradı,bu tadın kaynağının belki de karşındakinden önce kendi olabileceği üzerinde düşündü uzun uzun.Sonunda hep kendini akladı.Karşısındakinin, kendisini,onun kendini sevdiğinden daha çok sevdiğini gördüğü her an, bunu vurguladığı her an, kendini akladı. Demek ki kendi, onun kendi kendisini daha çok sevebilmesini sağlıyordu; ona, en azından onun kendisine geldiğinden çok daha iyi geliyordu.Hatta bazen, üzerinde hiçbir etki yaratmayacak kadar iyi geliyordu. Karşısındaki onu hiç tınmayacak kadar,korkusuzca müthiş bir serbestlik içine girecek kadar bir iyi gelme söz konusuydu. Ne ala… Bunun adı neydi ki? Bir insan bir insana iyi geliyorsa, iyi hisseden insanın kendisini karşısındaki yokmuş, sadece varmış gibi davranması bu durumu açıklayabilir miydi, ya da bu, durumu açıklamak için yeterli bir sebep miydi?O kadar zaman boyunca hissettiği tek şey bu olmuştu. Karşılıklı bir şeyler yaşıyorlardı,kendi her gün ağzındaki bulanık tattan ölmek üzere oluyordu, uyurken bile bu tat kabusları oluyordu fakat diğer taraf,kendisindeki bu bulanıklıktan habersiz ya da sezip de habersizmiş gibi yapacak kadar rahat ve iyi, kendi dünyasında kavruluyordu. Bu zıtlık hali farklı iki cinsin yapılarındaki farklılıktan kaynaklanabilir mi diye de sordu defalarca, illa bir şeyleri yoluna koymak istercesine, ama maalesef, bu kadar olamazdı, bu kadarı maalesef olamazdı. Bu olsa olsa düpedüz ya karşısındakini salak yerine koymak ya da onunla, onu bir şey yerine bile koymayacak kadar ilgilenmemekti.Sinirliydi, kendini başkasında bulmak isterken daha beter kaybolmuş, farklı kişiliklere bürünmüştü,ağzındaki o aptal tat vücudunun her yerine, beyninin her zerresine yayılmıştı. Siniriydi ve en sinirli olduğu nokta, karşı tarafın kendince hala masum gözükmesiydi,sinirliydi çünkü yollar ayrıldıktan sonra karşı taraf ağzındaki normal tatla birşeylerin tadına bakarken her yeni gün, kendisi hala yeni bir şeyin tadına bakmak için eski tadından arınmak zorundaydı, beceremediği zaman ise eskiyle karışık bir yeniye razı olmak zorunda, tek başına sağlam bir yeni tadı hiçbir zaman deneyimleyemeyecek olmanın yarattığı berbat hisle başa çıkmak zorundaydı.Bu kadarı fazla haksızlık değil miydi? Bu son soruya geldiğinde de, içini önceki düşüncelerinden tamamen arınmış ,anlamsız umutlar kaplıyordu.Bir gün diyordu, bu tatdan arınacağım, bir gün kendimi,sevdiğim,gurur duyduğum kendimi, bir başkasında bulacağım, yeni doğmuş bir bebeğin ilk anne sütü gibi dilimin ucunda bir şey hissedeceğim, o kadar beyaz ve temiz ve masum ve aşk dolu.Bir gün, benliğime başkası ile aşık olarak gerçek huzuru bulacağım,onun yanında kendi kendimin tadına baktığım her an,kendimi daha çok sevdikçe onu da aşka boğacağım.