Bize sabit lazım, tüm değişkenleri değiştirecek bir sabit…Zamana güvenmek, kardeşimin benim yaşıma gelince yapacağı şeyleri olağan karşılamam anlamına geliyordu. Ben kardeşimin yaşında iken, Beko Hitachi marka 55 ekran televizyonların sağ üst köşesindeki 9 tuşa aynı anda basıp babamdan azar işitirken, kardeşim benim yaşıma geldiğinde plazma tv de internetten getirttiği pizza ve kolaları büyük ressamların adlarıyla bilinen elemanlardan kurulu ninja kaplumbağalar gibi yiyip, maç izleyecekti. Hatta evde kimse yoksa, dev ekranda porno film izleyebilecekti. Ben kardeşimin yaşındayken gazetelerin verdiği legolardan evler yaparken, kardeşim benim yaşıma geldiğinde evdeki sigara kutularından evler yapacaktı. O halde abi ile kardeşin yaşları toplamı kaçtı? Bunlar size yaş problemini hatırlatabilirdi ama hayır, değil. Kardeşimle aramızdaki yaş farkı değişmiyordu ama kardeşimin benim yaşıma geldiği zamanlarda çok şey değişmiş oluyordu. Kardeşim büyümesin isterdim hatta, bir köşede dursun, tenefüslerde taso oynasın, pokemonun tüm karakterlerini güçleriyle birlikte ezbere bilsin; ama bi dakika, sakın hastalık olarak düşünmeyin bunu. O duracak böyle, hem yaş hem beden hem de ruh olarak. O kadar mutlu olduğu bir zamanda duracak ki, onu merkeze alacağım ve etrafında inşaata başlayacağım. Mutluluğunu bozmayacak bir inşaata. Kusursuz ve düzene meydan okurcasına. Bir tek o sabit olacak ama mükemmel ve kusursuz bir sabit, etrafındakileri etkileyen, büyüleyen ama kendi büyümeyen ve değişmeyen… belki Tanrı ve belki yanılgısı… işte mükemmel bir anda da, herşey tek bir hamlede çöküverecekti, ya merkezden bir kara delik olup tüm sistemi içine çekecek ve kaybolacaktı ya da dışardan spiralin ucundaki domina taşının devrilmesiyle, devrim başlayacaktı ve merkeze kadar kusursuz bir şekilde ilerleyecekti. Asıl düzen buydu, asıl düzen kaostu. Ve hatta asıl sabit kaostu, durdurabilene aşk olsun! Kaos Tanrıydı ve kaosu formülize etmek, düzene sokmak, büyük bir yanılgı, inanan için Tanrı’ ya başkaldırıydı. Ve bizler haberimiz olmadan kaosa ibadet ediyor, kaosa kurbanlar sunuyorduk. Ben ise, bir yaş problemiymiş gibi, kardeşimi merkeze koymuş, koruyacağım diye onu sabit tutmuş ve etrafına değişkenler örmüştüm. Peki ben nerdeydim? Tanrısı mıydım, bu sistemin? Kardeşim bu düzenin nesiydi? Patronu, kurbanı veya sıradan bir elemanı ama sonradan Clart Kent’ i? Ya bir gün isyan ederse ve tüm denklemi; görevlerini yapamazlarsa teker teker ölecek olan diğer değişkenleri, kandırıp çekip giderse? Ya da denklemdeki bir değişken tarafından kandırılıp, beni yüz üstü bırakırsa? Hatta beni öldürürse? O yüzden sabitler tehlikeliydi ve hata affetmezlerdi.Kardeşimi içine tek kurşun yerleştirdiğim silahımla öldürdüm ilk fırsatta. Eski mutluluğu kan revan içindeydi. Benler ise silahın üstündeki parmak izini ortadan kaldırıp, aklıma gelen ilk köprüden silahı denizin dibine gönderdim. Yolda benzin istasyonuna geçip, arabaya benzin doldurttum. Benzin pompasına gözüm daldı, sonra silah geldi aklıma… herşeyin şekli sikime benziyordu, güncel hayatta kullanılan çoğu şey sikime benziyordu ama hayatım bi sike benzemiyordu… kardeşimi öldürmüştüm, o da ben de mutsuzduk diye kendimi avutup akşam yemeğini düşünmeye başladım. Sırayla muz ve domatesten, biber ve bir çift bostan patlıcanından tavada şekli penise benzeyen yemekler hayal ettim. Aslında hiç gerek yok bunlara, pekala bir koç taşşağı alıp güne son noktayı koyabilirdim. Hem değişik bir yemek de olurdu. Kardeşimle haftalardır mantar sote, mantar pane, beşamel soslu mantar ve mantar çorbası tüketip, götümüzden Şirin Baba çıktığını görmeyi umuyorduk. Sonuç hüsran tabi, ne Şirin Baba ne de Şirine bize klozetten el salladı.En boş şeyleri teker teker deneyecektim. Beni mutlu edecek ilk boş şeye hayatımı verecektim. İlk işim ücretsiz numaralardan dev markaları arayıp, işletmek oldu. Sonra kiraya verilen evlerin sahiplerini arayıp işlettim. Mesela Yaşam Pınarı Pınar’ ı arayıp, Pınar adında bir kızı telefona istedim sonra tekrar arayıp hamam böcekli olan ürünlerinden tattığımı ve çok beğendiğimi, bu ürünü başka nerde bulabileceğimi söyledim. Coca Cola’ yı arayıp kapaktan çıkan 5 lt. bedava kolayı nerden alabileceğimi sordum. Malrboro’ yu arayıp, “Sigara içmek öldürür!” etiketinin arkasında bir şifre çıktığını bu şifreyi nereye göndermem gerektiği, gönderirsem ne kazanacağımı sordum. Daha sonra Alo Böcek’ i aradım ve Beter Böcek’ in orda olup olmadığını sordum. Sırayla Hsbc ve Akbank Müşteri Hizmetlerini arayıp kredi kartımı çaldırdığımı ama zaten limitimin dolu olduğunu, mümkünse ekstreleri yeni çalan arkadaşa gönderip gönderemeyeceklerini sordum. En son ise, İett şöförüne “Kaptan bişi sorabilir miyim? deyip “Ha buyur!” derse “Arızalı otobüsü nerden kalkıyor?” sorusunu sordum ve can havliyle kaçtım. Gerçi peşimden de gelmedi. Zaten saydığım bu denemelerden hiçbiri hayatımı değiştirmedi. Gerçi mutlu etti bir tanesi, Beter Böcek mutlu etmişti beni. Hemen onu merkeze aldım. Günlerce mantar yiyip kardeşimle, Beetle Juice izledik. Ölene kadar Beetle Juice izledik. Odadan dışarı çıkıp, sikime benzeyen onca şey arasında konulu porno film çektikten sonra, eve dönüp tekerlekli sandalyedeki kardeşimle kendi filmimizi izledik. Alo Böcek’ i arayıp, “İyi günler, Beter Böcek orda mı?” diye sorduktan sonra attığı kahkaha onu güldürmüş, beni mutlu etmişti. Odanın merkezi koyduğum tekerlekli sandalyeye hapsolmuş kardeşim gitmiş, yerine “Abi kendimize sabit film seçip ömür boyu o film izlersek, içindeki karakterlerinden biri olur muyuz?” diye hayal kuran bir kardeş gelmişti. Beter Böcek’ e güldüğünü gördükten sonra o film alıp izledik ve kendine olmak istediği seçmişti bile. O gün boyu evde filmi izlerken, ben karnımızı ölene kadar doyuracak parayı kazanıyordum ve eve gelince birlikte Beetle Juice’ u tekrar izliyorduk, ta ki karakterlerinden biri oluncaya kadar…
yorumlar
Hayat denen kerhane bizi giderek ruhsuz bir orospuya çevirirken, yazılarınızla biraz olsun kendimizi hatırlamak güzel. Aslında başkaldırışla ilgili söylenecek çok şey var; sadece şunu söyleyeyim ki işin ilginci şarkta değilde garbda; kurumsal eşitliğin büyük gerçek eşitsizlikleri örttüğü topluluklarda ortaya çıkıyor nedense…
tek bir sabitle tüm dünyayı değiştirebiliriz, o sabiti bulana kadar o kadar şeyi değiştiriyoruz ki…
Kardeşimle aramızdaki yaş farkı değişmiyordu ama kardeşimin benim yaşıma geldiği zamanlarda çok şey değişmiş oluyordu…yorumlar için sağ olun…
Denizden çıktım, tam dalgaların kırıldığı noktaya oturup suyun içinde parıldayıp duran taşları elime aldım, oysa hemen denizin dışında ne kadar sıradan duruyorlardı ve ayağıma batıyorlardı… Böyle dursam sonsuza kadar dedim, güneş tenimi yakıyordu, deniz ise serinletiyor, minik dalgalar ile ıslanıyor sonra yakıcı güneş ile hemen kuruyordum… Hayat bu desem çok klişe olacaktı, bir süre düşündüm, ilginç bir metafor bulmak istedim bulamadım.. Taşlar avucumda birini seçtim, bana şans getir dedim ona .. Canım sıkıldı… Yine ıslandım ve yine kurudum…..
Linet tatildesin ve buradasın, ne güzel:)Denizi hissettim..
lineti okumak, diye bir deyim kazandırmalı türkçeye
Benin için, ”dalgaya atlamaca” oynarsan sevinirim..
benim içinde dibe dalmaca,
Linet senin adına çok sevindim. İçim açıldı..
dipte gözü açık bakmaca, dudaklar büzülmüş, su kaçmasın diye..
bacak arasından geçmece, gözler full açık şekliyle…
Geçen sene akçay’da yüzerken denizin derinlerinden fotoğraf makinalı biri çıkmıştı. Neymiş denizin dibini çekiyormuş.
Saçlar yosun misali dalgalanmaca, kafayı arkaya vermeden direk su yüzeyine çıkmaca, yüz görünmemece..
bak seenn! denizin dibi ha
arkadaşlar malesef tatilim bitti ama hala orda aklım :))budhala nın yazdıkları ve benim tatildeyken düşündüklerim………Oynadım pibekk:)) arada su da yuttum….Kop sen varya sen:)))Dejj içini açtım demek, ama sen hep pozitif duruyorsun oysa:))
çıkarken yapışan mayoyu düzeltmece malzemelere yön vermece
kop:))Evet adam fotoğraf çekiyordulinet çok teşekkürler, deniz dedin ya ben iyice havalara uçtum. Geçen hafta yaklaşık 15 dk denizde hiç kıpırdamadan sırt üstü uyudum resmen, öyyyle içim açıldı ki beni o ana götürdün