Bir şeyler çelişiyor birbiriyle. Ama bir arada yaşamalılar ille de. Bu yüzden bir uzlaşma gerek… Tarafların elden geldiğince az ödün vererek ortak paydada buluşması, ara ara yan yollara sapsalar da ana yoldan çok da uzaklaşmaması…”Birkaç gün kalacağım yalnızca. Kız berbat halde… Biraz yanında olayım. Yine önceki haline dönmesinden korkuyorum.”Bu bakışı tanırdı. Karman çorman bir yumağın içinden ipin ucunu yakalayabileceğini hala umut edebilen birinin yılmaz azmini yansıtıyordu. “Sensiz yapamıyorum. Anlasana…” ifadesine hangi kadın dayanabilirdi ki? Erkekler bir ifadenin içine kendi duygularından çok karşılarındaki kadının ihtiyaçlarını yerleştirmeyi çok iyi bilirlerdi. O da bu bilgisini kullanıyor, “Bu kadar uzaklara gidip arkadaşımı avutayım diye gece yarıları bar bar dolaşmayacağını nasıl garanti edebilirsin?” endişesinin yerine “Sen bir tanesin. Benim dünyamın en önemli parçasısın. Sen gidersen o parçam da gider ve ben ufacık olurum. Kaybolurum.”u yerleştiriyordu.

Kıskanıyordu işte! Kilometrelerce uzakta, yanında kendisi olmadan başka erkeklerin gözünde bağımsız bir kadın görünümünde ortalarda salınıp duracağı fikri kanı beynine sıçratmaya yetiyordu. Ama medeni bir erkek olmanın gereği olarak bu son derece evrensel ve insani kaygılarını çok süslü, uygar bir ambalaj içine saklama zorunluluğu duyuyordu.Kadın da modern bir kadın olma gereğince erkeğinin onu bağımsız bir birey olarak kabullenmemesine büyük öfke duyar gibi görünse de çok insani, çok kadınca bir şekilde sevdiği erkek tarafından böylesine sahiplenilmekten uygar yanının tüm isyanlarına rağmen aslında büyük bir mutluluk duyuyordu.Ama öte yanda da arkadaşlık denen şey vardı. Çocukluk arkadaşının kalp ağrısı söz konusuydu. İlk gençliklerinde ne sırlar paylaşmışlardı. O da az mı dinlemişti kendi kalp meselelerini. O oğlan neden bakmıyor bana diye salya sümük ağlarken arkadaşı güvenli bir omuz sunmakta hiç tereddüt etmemişti. Şimdi o omuz olmaya gidiyordu. Karşısındaki erkeğin tüm endişelerine rağmen arkadaşını bu karanlık döneminde yalnız bırakamazdı.Medeniyet kavramına birileri tarafından yamanmaya çalışılan saçmalıkları bir yana atınca ortaya çıkan şey, hiç de korkunç bir dünya sunmuyordu insana. Sevdiği adama bunu anlatmalıydı işte! Arkadaşa yardım görüntüsü altında içip dağıtmaya gitmek gibi gizli bir niyeti olmadığını açıkladığında, bu gülümseyen gözlerde saklı kıskanç erkeği önemli ölçüde yatıştırabileceğini umuyordu.İki yıl önceki ilişkisinde olmayan bu hoşgörüyü kendisine kazandıran şeyi merak ediyordu doğrusu. O zaman da buna benzer bir problem olmuştu. Ama şimdikinden çok farklı bir şey vardı: Karşısındaki erkeğe duyduğu öfke gerçekti. Şimdi sevginin bir tezahürü olarak gördüğü bu sahiplenme tavrı o zaman çok çirkin bir sınır ihlali olarak görünüyordu kendisine. Farklı yüzler ve ruhlar aynı durumu çok farklı anlamlara sokmamıza neden olabiliyordu demek ki! Aynen o yüzler ve ruhların farklı duygular uyandırmaları gibi…Aşk varsa ‘sahiplenme’ sevginin göstergesiydi… Ama başka bir şeyi aşk adı altında sunuyorsak kendimize, biz inansak da ruhumuz bu aldatmacaya isyan ediyor ve genişlettikçe genişletiyordu sınırlarımızı. En küçük bir sevgi yaklaşımı bile özel alanımıza tecavüz olarak görülebiliyordu o zaman.Öyleyse aşk sınırlarımızı daraltmak demekti. Hayatımızdaki insanın bize yaklaşamayacağı o özel alanı minicik bir aralık haline getirmek… Hatta mümkünse en küçük bir boşluk bırakmamak…