bildirgec.org

yakamoz hakkında tüm yazılar

gece…

firatocal | 17 August 2010 11:08

üşüyen düşlerimi şefkat dolu elleriyle örten sırdaş dostumdur gece… gözlerimi kapatıp tüm savunmasızlığımla kendimi bıraksam bile , bilirim bana ihanet etmeyeceğini…

bazen özlem dolu aşk kokan bir sevgili olur , bazense koruyup gözeten , başını güvenle yasladığın bir anne … dalıp gidersin düşler diyarına mehtap kokan , yakamozun ışıl ışıl aydınlattığı elleriyle…

yaşam yorgunu bedenimi , ayrılık bitkini ruhumu dinlendiren kendinden emin , yalnızlar rıhtımıdır kadim dostum gece… dobradır , dostların en harbisi… kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği gerçekleri düşlerime fısıldayan acı gün dostumdur…

sırtını hiç dönmez bana… gün boyu aklıma gelmese bile adı , güneşle veda
laşma anımda tüm affedi
ciliğini giyinip , güler yüzüyle karşılar onca karanlığın arasın dan … ayrılığın şiirini yazdırır kalp kırıklıkları üstüne… elimi kesse de kırıntıları , acıtmaz gün boyu canımı acıttığı kadar herşey onunla…

son gece…

firatocal | 16 August 2010 18:45

nefret yüklü sözlerle yapılan tartışmaların yaralarını taşıyan erkek köpüklü dalgaların yıkadığı sahile bakarak , kendinden geçmiş bir halde dalıyordu sonu belirsiz nereye gideceği bilinmez flu düşüncelere…

Akla gelmez hakaretlerin , bitmek tükenmek bilmez suçlamaların tek sahibi olmak asıl canını acıtıyordu erkeğin… Anlam veremiyordu kadınının bütün olup biten hengameden , sanki hiçbirşey yaşanmamış gibi sıyrılıvermesine…

Kadın , hem kıskançlık krizlerine girip Alaçatı ‘ nın en işlek caddelerinde , yüzlerce kişinin önünde , her defasında kavga çıkarıp eşine hayali sevgililerle ve aldatmalarla ilgili ithamlar yapıyor , hem de yarım saat sonra bütün bunları bir kenara atıp liseli aşıklar gibi davranmaya başlıyor ve hiç bir tartışma yaşanmamışcasına erkeğinin kollarına atlayıveriyordu…

Kadının davranışları birkaç kereyle sınırlı kalmıyor , dengesiz gel gitleri her geçen gün sayıları ve şiddetleri giderek artıyordu… Adam yaklaşık 4 yıllık beraberlikleri boyunca , kadınının tüm kaprislerine sabretmiş , yıldırıcı suçlamalarına göğüs germiş , aşık olarak evlendiği eşini yitirmek istememişti…

O Gözler

HBOZTOPRAK | 03 August 2010 19:16

İzmit vapur iskelesindeyim, Vakit, çok uzaktaki yükseltilerin gölge gölge üzerime geldiği bir an. Bedenimde ise hafiften bir titreme, kaçmak mı… Nereye?

Sahilin ortalarında bir bank ilişiyor gözüme, ve ardından elimdeki sigara paketi. Martıların balık eğlencesine kendini kaptırmış yaşlı amcadan yaktığım sigarayla banka geçiyorum. Oturur oturmaz karşı tarafa takılıyor gözüm; üstte dağın ufuk çizgisi, altta ise denizin kıyı çizgisi. İki çizgi arasında binalar ve o binalardaki insanlar. Ya ben, ben hangi çizgiler arasındayım?

Zincirlere vurulmuş küçük demir direkler, ardlarındaki kararan su yığını ve o suyun üzerindeki halatlarla iskeleye kelepçelenmiş vapur… Hepsinde bir parça durgunluk, suskunluk… Benim yüreğimde ise, sessiz bir çığlık!

Deniz Kızı

lagos | 20 August 2009 15:13

varolmasını en çok istediğim canlı, kuşkusuz ki deniz kızı..

deniz ve sevdicek, iki aşkımı da bünyesinde barındıran insanüstü bir varlık. olsaydı hayatımın tek odak noktası olurdu, yaşamım ona endekslenince değer kazanırdı belki. şimdiyse sadece hayallerimin odak noktası..

saçları denizin çırpınışlarına adını verdi, dalga denildi. suyun içindeki her hareketi saçlarını öyle bir ahenkle savurdu ki denizin karşı koyması imkansızdı. o uyuduğunda deniz çarşaf gibi olurdu, durgun ve sessiz..

Ben Hazan, Ben Hüzün

ceyhunak | 06 February 2009 09:52

Ben Hazan, Ben Hüzün

Bıraktım hüznümü bir sahil şeridinde,
Dalga seslerinde…*Hüzün *
Çekildi deniz kabuğuna,
Alabora oldu tekneler,
Balıklar sahile vurdu,
Yakamoz denizin tenine.
Gölgem seni aradı,
Karanlık ve ıssız.
Kırılgan gözlerim,
Parçalanan yıldızlarda.

Şimdi mevsim sonbahar,
İçimde dalga sesleriyle.*Hazan*
Karanlıkla geldi haberin,
Düştün gözümden.
Tutmadın elimi,
Üşüdü ruhum.
Dökülürken yapraklar,
Mevsim hazan.
Sus dedi rüzgar;
Bastırdı nefesimi, sesimi,
Susmadım ama konuşamadım da.
Yürüdüğüm yolda kurumuş yapraklar,
Sırtımda yalnızlığım.
İliklerime kadar işlemiş hazan,
Bitti masallar.

seni pazar günü daha çok özlüyorum

derin9 | 14 January 2008 00:25

Yokluğun Pazar günü daha derin bende. Daha fazla özlemle bakıyorum parkta gördüğüm her sevgiliye. Ve daha çok anlıyorum zamanın aslında hesapsız ve dalga geçerek geçtiğini…
Oysa yanımda olmalıydın bu Pazar. El ele gezmeliydik küçük ama kendi içinde büyük şehri.yada saat gecenin sularında gezinirken bir İspanyol meyhanesinde oturup, hafiften çekmeliydik kafaları. Ahşap masalar, ahşap sandalyeler, balık ağları, loş ışıklar… ama mutlaka kırmızı.
İzmir’de olup bir İspanyol meyhanesi bulmalı şimdi. Yerde talaş kırıntıları, ahşap kokusuna eşlik eden kırmızı şarabın kokusu, karşıda ege’nin hafif çalkantılarıyla oynaşan yakamoz kırıntıları fon’da Karsakov un Şehrazat senfonisi…İspanyol meyhanesinde olmalıydık bu akşam. Şarap içmeliydik birlikte ve yaşanan her şeye inat. Kendi kaderimize inat, olmayacak olanlara inat, şerefe demeliydik.
Kırmızı ve mavi ışıkların arasından alıp şarap kırmızısını, içip sarhoş olmalıydık. Ağzımıza ve aklımıza gelen her şeyi söylemeliydik konuşmalıydık… ama gülerek, ama neşeli, ama hüzünleri unutmadan. Belki teşekkür bile etmeliydik gece ve hüzne, bizi biz yapan üzüntülerimize… Son tesellim şarap oldu diye yazıp peçeteye, sessiz sessiz bağıran şarkıcıya göndermeliydik bu şarkı lütfen diye…
Doğru ya, İspanyol meyhanesin de bir kadın söylemeli. Çığlık çığlığa değil ama. Sessiz, derinden, sade ve öylesine içten söylemeli şarkıyı. Hüzün olmalı, yitirmişlik, aşk acısı olmalı masalarda oturan kişilerin yüzlerinde. Ve herkes tanımalı birbirini yüzüne bakınca. Yüzündeki acıyı…Bu Pazar İspanyol meyhanesinde olmalıydık seninle tüm her şeye rağmen.
Hafif esen rüzgar, yakamozlara benzettiğimiz aslında dar ama koca şehrin yansıyan ışıklarına bakıp dalmalıydı derinlere. Çocukken soğuk hava deposuna kış mevsiminden soğuk havayı depoladıklarını düşünen bana gülmeliydik dakikalarca. Çocuk olmalıydık saf ve su katılmamış halimizle yaşamalıydık aslında adına aşk dediğimiz rezilliği…
Keman sesleri karışmalıydı geceye. İçinden söküp atmak istediklerini, yaşadığın ama hiç bir şey anlamadığın zamanı, yaşayacaklarını ve daha birçok şeyi o keman sesine teslim etmeliydi ve biraz da ağlamalıydı gecen zamana.Elinde yakut’un rengi, yanındaki sandalyenin koluna astığım çantanın içine beş saatliğine teptiğimiz anılar.
Yaşadıklarımız, yaşam karelerimiz, siyah-beyaz resimler, evcilik oyunları, köşe kapmacalar,
İlk aşklar, son aşklar ve aşkı aramaktan vazgeçtiğimiz zamanlar…Bu Pazar yanımda olmalıydın… Ve ‘ her seven adsız bir kahraman, insan sevebildiği kadar insandır’

BULUTLARIN BENCİLLİĞİ

DEJAVU 07 | 04 December 2007 14:47

Bulutlar kadar bencil bir varlık var mı? Dünya da?

Hayatın ışıklarını hep kendilerine ayıran bulutlar kadar… Gündüz güneşin, gece ay’ın parıltılarını hep yukarılar da, kendileri yaşıyorlar. Biz ise ancak onların süzgecinden geçmiş, onlar izin verdiği ölçüde, gri bir aydınlıkla
İdare etmek zorundayız. Renkleri olmadıkları gibi kirli ve sönük yaşamamıza neden oluyor o bencil bulutlar. Hatta bazen bencilliğin dozunu abartıp, günün en güzel, en pırıltılı saatlerinde, kasvet türküleri söyleyen, siyahlar içinde, bir Azrail gibi dikiliyorlar başımızda. Geceleri en sevdiğimizle paylaşmak istediğimiz mehtabın bütün ışıltısını kendilerine saklıyorlar. “Bana ne! Hepsi benim” diyen şımarık bir çocuk gibi, beni, sevdiğimi ve ışığını dalgalarla selamlayan denizi mahrum bırakıyorlar Ay’ın o anlatılmaz büyüsünden.

Değer verdiklerimiz,

sbaskentli | 01 July 2006 15:58

Şu an öyle bilinsizce parmaklarımın çağrısı ile klavye başına oturduğum anlardan birisi ve devamında ne gelecek inanın bilmiyorum.

Bu gece ayın yakomazlarına dalmışım bir ara balkondan denizi seyrederken , eşi bulunmaz bir tablo adete hilal şeklinde bir ay ve gecenin karanlığında ışığının iz düşümünde gecenin karanlığını denizin mavisine boyuyordu.

Biz insanlar aslında gerçekten de nankör yaratıklarız. Yaradan bize öyel güzel bir düzen kurmuş ki her şey saat gibi işliyor ve her anı ayrı bir sanat eseri.

Oysa bizler ne yapıyoruz içine düştüğümüz yaşam telaşında çoğu zaman nefsimize emanet ettiğimiz bedenimizin nasıl hoyratça yıpratıldığının farkına bile varamıyoruz.