bildirgec.org

yağmur hakkında tüm yazılar

YAĞMURUN SESİ-1

suskunluk | 21 September 2007 16:12

Dün gece yağmur camımı vururken, sesi dinledim. Cama yaklaştım, sokak karanlıktı. Yanan lambanın ışığı, geceyi aydınlatmaya yetmedi. Lambanın altında bavuluyla bekleyen birilerini hayal ettim. Bu yağmurda üşürse, korkarsa, ıslanırsa sığanacak evi var mıdır? Yağmur ilk başta yavaş, sonra hızlı yağdı. Cama çarptıkça, sesler arttı. Camı başımı yaslayıp sokağın yalnızlığına baktım, baktım, baktım. Herkes perdelerini sımsıkı kapatmış, bakmaya korkuyordu. Benim gibi meraklı, hafif aralık perdeden bir yüz……Kime bakıyor? Ona el sallıyorum, içeri kaçıyor. Utanıp, perdeyi çekmeye çalıştım. Onu gördüm, geri geldi. Perdeyi iyice açtı ve karşılıklı uzun bir zaman bir birimize baktık. Buğulu cama nasılsın yazıyorum, el kol işaretleriyle anlatıyorum. Gülümseyen bir yüz çiziyor. Sonra kollarını soğuk dercesine kapatıyor. Hava sıcak, acaba evi mi soğuk?????

Bir dakika diyerek içeriye gidiyor. Uzun bir zaman gözükmüyor. Babam bu hallerimi görse, camdan cama gecenin bir vakti; bir erkekle konuştuğumu bilse beni öldürür. Uzun bir zaman aralığından sonra ortaya açıktı. Pencere camına elmaya benzeyen bir resim çizdi. Elinde meyva, onu yiyor. Başını eğerek cama yasladı, oradan bana bakıyor. Çok güzel bakıyor. Çok arkadaşça bakıyor. Çok içten……. Dakikalar geçtikten sonra, sesi birlikte dinledik. Başıyla yağmur sesiyle dans ediyor. Belki evinde müzik açık, onu dinliyor. Esneme işaretiyle, babamlara yakalanırım korkusuyla el sallıyorum. Karşı apartmanın 5. katındaki daire. Beynime kazıdım.

Gecenin sabaha yakın olan kısmı

plakton | 18 September 2007 08:57

Hava kurşun gibi ağır…
Yağmur arsız…
Anılar ıslak, anılar yorgun…
Caddeler ıslak dışarıda.

Umutlar bekler meçhul bir faniyi. Kıyıda köşede gizlenen, yaşarken yaşamını sessizce içinden, Keşkeleri bitmiş, sankileri ile yaşayan bir faniyi…

Hoyratça harcanmış bir zaman var hayatımda. Yaşama ait ne varsa içimde, sırtımda taşıyorum geceleri. Pejmürde, yırtık pırtık ruhumla.

Çığlıklar dolarken bu kentin sokaklarına, duyan oldu mu fani sesimi acaba? Yoksa söylenecek söz kalmamış mıydı? … İçimden mi kuruyordum cümlelerimi artık?

Hafif’ten bir yağmur

plakton | 13 September 2007 09:27

Hiç dinmeyen sonbahar yağmurlarının özlemine...
Hiç dinmeyen sonbahar yağmurlarının özlemine…

Hafif’ten bir yağmur var üzerimde yine. Sen… Hani gitmiştin. Hani yoktun. Neden bu kente yağmur hafif’ten düşerken geldin? Kapımda beni sonsuzluğa gömecek öksüz kelebekleri bırakıp gitmemiş miydin sen? Neden seni götüren rüzgârlarla uymayıp geri geldin ki…

Gökyüzünün rengi siyaha çalıyor, yüreğimin içi gibi. İçimi bir sıkıntı basıyor böyle havalarda. Zaten sen gittiğinden beri sıkıntılı ya.

köyümüze dönelim artık

siirimsi | 07 September 2007 17:39

yorgun
yorgun

Yorgun bir köylüyüm

Kalabalıklarda unutulmuş.

Elimde bavulum,

Yüreğimde umudum,

Şehir sevdasına,

Yollara düşmüşüm…

Bin bir umutla çıkmıştım yola. Başka sandım, daha çok kazanır, daha çok yenilenir, sandım düşüncelerim… Topraktaki fidanlarım büyür sandım şehrin kalabalığında kaybolursam… Unuturum sandım Ayşe kadını, uzaklara karışırsam…

Bizim toprağımızda insanlar yağmurla beslenir, sevda kaşığımızda, şefkat kapımızda bekler yolunu… Selam bahçelere, tarlalara serpilmiş çiçekler gibi, besler dostluklarımızı… Uzak bakışlarda saklanmaz gülüşlerimiz. İçtendir, samimidir, kin büyütmez kardeşliğimiz…

Yağmur yağıyor kedimin üstüne

darjeeling | 28 August 2007 11:27

Önce uzun bir süre kuraklık yaşandı yüreğimde. Sen vardın ama yoktun. Yakınımda bir yerlerdeydin ama bana hep uzak durdun. Zor oldu seni ikna etmem herşeye, aşka, sevgiye,gönlüme, sevgime.. Kurak günlerdeki güneş beni mutlu ediyordu sanma, sayende puslu havaları sever olmuştum.
Aradan biraz zaman geçti. Gri bulutlar ilk damlalarını gösterdi bize. Çiseliyordu sadece ve sadece serinlikten ürpermiştik. Bu ürpertiyle koştum sana, kollarına.. Birazcık daha sevdirmek için kendimi ama yeterli değildi. Güneş hemen kurutmuştu yaprakların üzerindeki yağmur damlalarını. Daha toprağın kokusunu bile çekememiştik içimize. O yüzden çabalarım çokta başarılı oldu zannedilmesin..
Günlerden bir gün şiddetli bir fırtına ve yağmur yaşandı. Damlalar cama çok hızlı çarpıyordu. Gecenin bilmem kaçı heralde sabaha karşı 4 ya da 5 idi. Uykumdan uyandım, sana koşmak istedim çünkü bu sefer yağmur yağıyordu, doya doya.. Her yer gri gözükecekti yarın, toprağın kokusu da saatlerce gitmeyecekti yeryüzünden, ve puslu havayı seven herkes mutlu olacaktı. Sen, yer yüzünde sudan kaçmayan ve korkmayan tek kedim, kedi kılıklı sevgilim, nihayet yağmur yağıyor. Sokaklarda avare avare, üstünün başının sırılsıklam olacağını bile bile saatlerce yağmurun altında gezeceğini biliyorum şimdi.. Ve ben çok mutluyum çünkü sen mutlusun..
Ben de mutluyum çünkü kuraklık bitti….
Her yerde..
Yüreğimde ve yer yüzünde..

Yağmur

aRRoGaNTe HoMbRe | 22 August 2007 09:19

Yatağında debelendi birkaç kez ve biraz doğrulup “Bu ne gürültü ya sabah sabah..” dedi. Daha saatin kaç olduğunu bilmeden sabah olduğunu nasıl anlamıştı ? Sabah olduğu fikri günün ışıması ile mi ilgiliydi ? Bu sabah denen vakit saat kaça denk geliyordu? Sabahın üçü, sabahın ikisi kavramları sabahın bu saatlerde başladığına delil sayılır mıydı ?

Yataktan kalktı ve kendisini uykudan uyandıran sesi bulmak için pencereye yöneldi. Çöp kamyonu, konteynerleri havaya kaldırıp içini boşalttıktan sonra büyük bir gürültüyle tekrar yere bırakıyordu. Acaba uykusuna son veren sokaktaki kaçıncı konteynerin sesiydi? Önemli miydi? Bence hayır… (- sen kimsin beah? – ben anlatıcıyım. – o zaman yorum yapma dıbık, sadece anlat. – sen simdi niye böyle yapıyorsun ki güzel kardeşim? hem anlatıcıyla kavga etmek de niye?) Saatine tekrar baktı. Erken kalkmış olmasına bir yandan da seviniyordu. Yapacak çok işi vardı ve uzun bir gün olacağa benziyordu. Kahvaltıda geçen gün Bakkal Hasan Amca’dan veresiye aldığı koca bir kavanoz nutellayı götürdü. Dibini de sıyırıp göğüs uçlarına sürdü ve oradan yemeye çalıştı. (-kim ? ben mi? külliyeeen yalan. – sen kimsin len? – ben hikayedeki gencim. – anlatıcı da benim, istediğim gibi anlatırım. bu arada genç derken? ben genç olduğundan bahsetmedim henüz. – edeceksin birazdan.) İlk denemesinde başarılı olamamıştı. İkinci denemesinde elleriyle göğüslerini kaldırmak suretiyle amacına ulaştı. Fakat içinde uyanan garip histen rahatsız olup, bir daha böyle birşey yapmayacağına dair kendisine söz verdi. (-söz.) Kahvaltısını bitirdikten sonra arabasına atladığı gibi yola koyuldu.. Bu araba sevdası ve hız tutkusu ona zaman zaman bela olsa da bu tutkusundan hiçbir zaman vazgeçemezdi, ne de olsa gençti ve damarlarında doşalan kan delikandı. (-yaaa, demiştim. – neyi demiştin? – genç olduğumu. – de get !) Birden arabadan acayip sesler gelmeye başladı ve durmak zorunda kaldı. Çok sevdiği arabası aldığı günden beri ona hiç sorun çıkarmamıştı fakat bir daha bu cümleyi kuramayacağı anı yaşıyordu, arabanın lars von trier kayışı kopmuştu. (-yuuuh ! – ne var yine. – çok zorlama oldu beah – sittir eeeet.) Fakat hatasını biliyordu. İkoruku kabilesinin yaşlı bilgesi, ona zamanında çok defalar bu kayışın her 60.000 km’de değişmesi gerektiğini, aksi takdirde motoru eline alabileceğini söylemişti. Artık yoluna yayan (-yaya yaya..) olarak devam etmek zorundaydı. Bir saat kadar hiç durmadan yürüdü. Fakat ısınan küresel onu her geçen dakika daha da zorluyordu. Daha sonra bulduğu ilk çimenlik alana çöküp insanlığın tüm yaptığı yanlışlardan ötürü tövbe etti. (-tüm insanlığın mı? nasıl olur? – karıştırma yaaa…)

Yağmur duası yapmayı da düşündü ama hem yeterli kalabalığı toplayamama endişesi hem de dua sırasında ellerin yukarı mı yoksa aşağı mı bakması gerektiği konusundaki tereddütleri ona engel oldu. Ama tövbesi işe yaramıştı sanki. Küresel daha bi ferah mıydı ne? Yeterli motivasyonu sağlayanda yürüyüşüne devam etti ve işte sonunda Uzungöl‘deydi. Uzungöl’ün derinliği konusundaki tartışmalara aldırmadan kendisini serin sulara bıraktı. İçinden “Keşke sevgilim Maria da burada olsaydı.” diye geçirdi. Onu İngiltere’ye özel görevle gittiğinde tanımıştı. Güzeller güzeli Maria, uzun yıllar Afrika’da mürebbiye olarak çalışmış, Tropsolida‘nın kızına baktığı sıralarda kendisine musallat olan çanta taşıyıcısı sebebiyle mesleği bırakıp İngiltere’ye geri dönmüştü. İngiltere’deyken uzun sohbetler yapar, neden mizah ?, neden ingilizce? gibi konuları sıklıkla tartışırlardı. (-uzun zamandır sessizsin. – iyi böyle, devam et sen. -peki.) Beraber hayaller kurar ileride doğacak ikiz bebeklerine isimler seçerlerdi. Kim bilir Maria’nın kızkardeşi ikizlere ne büyük aşkla bağlanacak, uzun geceler ablasına yardımcı olacaktı. (-neydi Maria’nın kızkardeşinin adı? hikayede kullanırsak daha şık olur – bana mı soruyosun, anlatıcı sensin. – olayı yaşayan da sensin, söyle işte. inatlaşma benimle. -demin öyle demiyoodun ama,nolduuuu.. – amaaaan senle mi uğraşacam, atarım olum bi isim ben de. -bu arada ne alaka kardeşim Maria’nın kızkardeşi ve onun ikizlere olan sevgisi falan? – var bi bildiğimiz elleşme.) Jüliet, ablasının en iyi arkadaşıydı aynı zamanda. Yardım ederdi tabi ablasına. Gölün dibindeki ani hareketlenmeyi hissedince düşlerinden ve düşüncelerinden de ani bir şekilde sıyrıldı. Gölün dibindeki hareketlenme hızlanıp arttıkça, içini kaplayan korku da gittikçe büyüyordu. O an puff olmak için neler vermezdi. ( -neler? -kes bee. -ya anlatıcı, bu hikaye ne zaman bitecek, ben sıkıldım. -bitmicek len hikaye. -sen ne dengesiz, ne agrasif bişeymişsin birader. soru soruyoruz burda. bi düzgün cevap ver be. –kafam iyi abi idare et. du bi şekilde bağlamam lazım şunu.) Bütün korsan traş losyonunu topladı ve … (-neyi neyi? gerizekalı konsantrasyon o senin dediğin. – evet, düzeltiyim..) Bütün konsantrasyonunu topladı ve …PUFF. Evet evet olmuştu. Bulutların üstündeydi ve üzerinde hint el işlemeli, ekose, mavi ağırlıklı bir elbise vardı şimdi. Bütün korkularına uzaktan ve tepeden bakıyordu artık…( -bu mu şimdi senin müthiş finalin? -daha ne olsun, kafa iyiyken anca bu kadar oluyoo koçum. sen final yaptığıma dua et. – yağmur mu? -heee, yağmur.)

ham-iş : insan isteyince herşeyi başarır..:) (-oooooldu.)