bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Akkavaklar

pilli pati | 19 August 2008 00:26

Burnumun 5 cm ötesinde başlayan çimlerin arasından günlük telaşına dalmış bir karıncayı izliyorum. Onun telaşta olduğunu düşünen şu yakınlardaki tek salak yaratık ben olabilirim. Hala şehir yorgunluğunu üzerimden atamamış olmanın etkileri bunlar… Altında uzandığım çam ağacına doğru kafamı kaldırıp bakıyorum. Sanki düşüncelerimi okumuşçasına belki biraz muzip gülümsüyor. Ne kadar sığ düşündüğümü anlatıyor, sessiz duruşuyla… Doğanın muhteşem nitelikteki planını göremeyecek kadar kendime ve günlük telaşlarıma düşmüş olmamı ayıplıyor, herhalde… Bir olmanın anlamını anlatmaya çalışıyor. “Mesela” diyor sessizce, “bak birazdan uzaklardaki akkavakları okşayan rüzgar iğne yapraklarımın arasından geçecek; hatta senin omuzlarını, açıkta bıraktığın sırtını yalayacak usulca ve beraber bir olmanın tadına varacağız” diyor. Hep sessizce diyor bütün bunları.

BİR FOTOĞRAF KARESİ: TURUNCU VE PEYNİR

doxa | 19 August 2008 00:20

Turuncu pembe bir akşamüstünde çokta kalabalık olmayan bir kumsalı düşünün. Turuncu, pembe ve deniz yeşiliydi her şey, insanlar bile. Güneşe bakıyordum. Son bir iki saattir gözlerimi kitaptan ayırmadığım için, güneşi ve günü kaçırdığım telaşıyla bakıyordum gökyüzüne yattığım yerden. Gözlerim kısılmış ve yorgunken, birden gördüklerimle canlandılar. İlerde bir adamı gördüm. Turuncu kısa saçları ışıldıyordu. Sanki arka fonu özellikle onun için turuncu ve pembe tonlarına boyamışlar. Deniz tuzunun yaktığı dudakları pembeydi. Fonun geri kalan kısmı deniz yeşili… Adamın gözleri ıslak ve yeşil… Tıpkı güneş gibi ışıldayan yeşil cam parçaları gibi… Turuncu-pembe bir akşamüstü gibi güzel hisler hissettiriyordu gülümsemesi. Sanki her şey bir fotoğraf karesi için özellikle birleştirilmişti. Ya da bir film setinde miydim? Her ayrıntı bu kadar mı güzel olabilirdi? Belki de güneş çarpmıştı.Hayat bazen güzelliğini görmenize izin veriyor. Dudaklarını büzüp karşınıza geçiyor ve siz ‘vay canına! Mükemmel!’ diyorsunuz. İşte bu anlar bana kalırsa hayatın poz verdiği anlar. Fotoğraf çekinirken pozumuzu verir ve ‘peeeyniiir’ deriz ya! Tıpkı öyle! Hayatın peynir dediği an, işte o an çoğumuz ‘vaaayy canına’ derken şaşa kalır, yakalayamayız o pozu. Ama kimisi de çok iyi yakalar. Fotoğraf sanatı da buradan doğar zaten.
Tüm bunlar aklıma siyah beyaz bir fotoğrafı getirdi. Bir kedi yavrusu kendi gölgesine büyük bir şaşkınlıkla bakıyordu fotoğrafta. Arnavut kaldırımı üzerinde gölgesine şaşkınlıkla bakan kedi hayatın gülümsemesiydi, ‘peyniiir’ demesiydi. Benim turuncu tonlarında bir akşamüstünde turuncu tonlarındaki o gülümseme de gördüğüm şeyi, kim bilir kedicikte kendi gölgesinde gördü belki de. İkimizde o sırada ‘vay canına’ diyorduk sanırım. Hayatta ‘peyniiir’ diyordu bize. Çektim, hayat. Bu sefer pozunu yakaladım.
-peeeyniiirrr de!
-peyniiir!
-çektim, çok güzel çıktın, bak ne güzel gülmüşsün!
– =)
– vay canına!

Bu Siteye Erişim Öss Sebebiyle Engellenmiştir!

toz66 | 18 August 2008 17:01

Ah Öss ah...
Ah Öss ah…

“4 yıl önceden oldukça uzak gelen bir sınav vardı sanki benim için. Gerçekten de 4 yıl oldukça uzun bir süreydi. Henüz sınavdan çıkmış birisi olarak 4 yıl sonraki sınava hazırlanmanın gerekliliği var mıydı? Ya da gerekliyse neresi gerekliydi?” dedi içinden ve içinde bir huzuru hissetti birden. Aslında huzur değil, kendini kandırmak gibi bir şeydi bu. 4 yıl öncesi için kendini kandırma olmasa da devam eden 3 yıl içerisinde kendini hep aynı şeyle avuttu. Sistemi eleştirenlere kulak verdi ve kendisinin bu sistemin kurbanı olmayacağını, zamanı gelince çalışacağını söyledi hep. Peki ama ne zaman çalışacaktı… Aslında o da bilmiyordu… Ve gün geldi çattı, son sene… Geride bıraktığı üç sene ve bu üç sene içerisindeki rehavetin verdiği rahatlıkla kaybettiklerini ve kazandıklarını düşledi birden… Sadece sistemi eleştirmişti, açıklarını eksiklerini dile getirmişti. Ve kendisi gibi dile getirenleri oldukça haklı bulmuştu, belkide yanlız olmadığını bilmek ona bir rahatlık vermişti. Fakat dönüp arkasına bir baktığında sistem ne kadar hatalı olursa olsun, ne kadar eksikleri olursa olsun eleştirmenin ve sadece dile getirmenin tamamen boş olduğunu gördü… Eleştirmişti, fakat yeteri kadar değerlendirmemişti; eleştirmişti, fakat bir çözüm yolu önermemişti. Belkide sorumluluklardan bir kaçıştı bu…

benim aşk anlayışımda sorun var

photonnn | 18 August 2008 14:35

Uzun zamandır düsünüyorum, ve haleda çözüm bulamadım. Kendi içimde çelişki yaşıyorum. Sorunu size anlatmak için hikayeleştireceğim. Hikaye tamamen hayal ürünü, gerçekte böyle bir olay yaşanmadı. İki yıl önce bir kızla tanıştım, ondan hoşlandım ve çıkma teklifinde bulundum, o da kabu etti. İki yıl boyunca çok güzel vakit geçirdik, hayatımın en güzel anlarını onunla geçiriyordum. Ona gerçekten aşık olmuştum, yatmadan önce hep onu düşünür, uyandığımda yine onu düşünürdüm. Parkta el ele dolaşır, bir birimizin yüzüne bakarak gülümserdik. En mutlu anlarım ise onu yanağından öptüğüm anlardı. Sonunda evlenmeye karar verdik. Ailelerimizi haberdar ettik. Kısa zaman sonra da nişanlandık, düğün gününü de belirledik. Artık hazırlıklara başlamıştık. Düğüne iki hafta kala kız kaza geçirdi, yüzüne kaynar su döküldü. Yaşamsal tehlikesi yoktu, ama yüzü fena yanmıştı, yüzü sargı bezleriyle kaplıydı. Düğünü erteledik. Sargı bezlerinin açılma zamanı gelmişti, artık hastaneden ayrılabilirdi. Sargı bezleri açıldığında şok oldum, yüzü çok çirkinleşmişti. Benim güzel yüzlü sevgilimin yüzü basbaya çirkinleşmişti. Artık ona aşık olmadığımı hissetmeye başladım. Onunla yine evlenecektim, yoksa vicdan azabına dayanamazdım, onu çok acıyordum. Fakat bu benim için zoraki bir evlilik olacaktı. Bu durumda aşkımın ne kadar yüzeysel olduğunu fark ettim, demek ki kıza aşık olmamızın temel sebebi yüz güzelliğiymiş. Eskiden hayatamın en mutlu anları onu öptüğüm anlardı o tatlı yanaklarından, ama şimdi onu zoraki öpüyordum, yalnızca üzülmesin diye. Kendime kızıyorum, çünkü yüz güzelliği ya da beden güzelliği insanın elinde değildir. İnsan kendi yüzünün güzel ya da çirkin yaratılmasını sağlayamaz. Bu yüzden bir insanı bu özelliklerine göre sevmek, ya da bu özelliklerin bir kıza aşık olmada çok etken olması, çok ilkel geliyor bana. İnsanın ruhuna aşık olmalıyım, karakterine, huyuna aşık olmalıyım, yüzüne değil. Fakat böyle düşünmeme rağmen, ben de ilkelce davranıyorum. İçimdeki bu çelişki beni hasta ediyor. Eğer benim aşklarım böyle oluyorsa benim aşk anlayışımda bir sorun var demektir. Fakat bu benim elimde olan bir şey değil ki. Duygular, düşüncelerden bağımsız takılıyor. Düşüncelerle duygularıma hükmedemiyorum. Evet, sizce neden böyleyim? Bence çoğu insan da benim gibi düşünür. İnsanlar neden böyledir? İnsanları yüz güzelliklerinden dolayı sevmek adaletsizlik değil midir? yüzü çirkin olanlar ne olacak? insanları neden yalnızca ruh güzelligine göre sevemiyoruz?

Geçmişten gelen gölge

BAYEMRE | 18 August 2008 13:33

sen, geçmişten gelen gölge,
gecem yok,
uykum bölük pörçük,
acın var yüreğimde hala.
Unutmak diye bir şey yokmuş aslında,
sadece bir an,
küçük bir işaret hatırlatmaya
ve sen,
o yırtılmış sayfadan nasıl çıkabildin,
nasıl çıkabildin karşıma.
Kayıp aşkı bulmaksa niyetin,
zaman gemisini geçmişe sürmeliydin,
aradığın en yanlış yerdi bugün.
Silinmek istenip dahada bulaştırılmış bir hikaye,
temizledikçe kirlenen,
yerle yeksan bir gölge..
Ölü toprağı serpilmişken yüreğime,
uyandırmaya cüret eden zalim,
hadi dön git geldiğin yere ,
dön git….
geldiğin yere.

Bir Süreç Yaşanıyor

cpgulen | 18 August 2008 12:38

Beklemek bir anlık bir süreç
yaşamak bir anlık bir tutkuyu.
Sevmek doyasıya tadarak,
bulabilmek doruk noktasını.
Erişebilmek sonsuzluğa,
ellerimizle tutabilmek,
gözlerimizle görebilmek.
Yaşamak kana kana sevgiyi,
bekliyebilmek asırlarca,
ulaşabilmek derinliklere,
bulabilmek tüm gizemleri.
bakabilmek asırlarca,
çizebilmek tüm portreleri,
görebilmek güzelliklerden kaynaklanan mutluluğu.
kanımsamak içimizi,
kanımsamak sevgimizi,
kabullenmek;yaşamımızı,çevremizi,kendimizi.
beklemek bir anlık bir süreç,
yaşamak bir anlık bir tutkuyu.