bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Aşkı Sevene Sorsan Över, Ayrılana Sorsan Söver !!!

Cali Kusu | 03 February 2011 17:57

Nasıl birşeydir bu anlamıyorumki. sussan içini yer konuşsan dilini… Düşünüyorumda bazen en güzeli uzak durmak. Aşk tehlikeli, koskaca bir kalbi yok edecek kadar etkili bir silah. Nükleer bir sancı gibi eritiyor girdiği kalbi. Sızlatıyor insanın içini… Aşk varya nefret edilesi bir duygu.

BALKONUMDAKİ DOMATESLER…

colorito | 03 February 2011 15:35

kimi yeşil, kimi kızarmış
kimi yeşil, kimi kızarmış
çoğu kızarmış
çoğu kızarmış

Yapı marketinde gezinirken gördüğüm küçük saksının içindeki bebek domatesler çok hoşuma gitti. ( Chery- baby de diyorlar ama ben bebek demeyi tercih ediyorum.) Kimi kızarmış, kimi yeşildi. Bir çiçek gibi seyretmesi mutluluk veriyordu. Olgunlaştıklarında bozulup ziyan olmaları hoşuma gitmeyeceğinden salataların üzerine ilave etmeye başladım. Birer ikişer tabii…bahçesi yok ki bunun…:)Bir tanesini kesmek ve tohumlarını almak geldi içimden. Bakayım hibrit mi bunlar diye merak ettim. Hibritse tohumdan yeni ürün alınamaz biliyorsunuz…Neyse tohumları pamuk içinde çimlendirdim. Gövde ve yaprakları 1.5 cm kadar olunca balkondaki uzun saksıma diktim. Zamanla büyümeye başladılar. Eylül başlarıydı…Balkon kapalı olduğundan bir sorun olmaz diye düşündüm. Hakikatende bir sorun olmadı. Ben suladıkça geliştiler. Çiçek açtılar sarı sarı…Ben de onlara bebek bakar gibi baktım doğrusu…Bir gün çiçeğin ortasından toplu iğne başı gibi bir tomurcuk gördüm. Diğerleri onu takip etti. Salkıma dönüştüler…Kızarmaları zaman aldı. Sularken bir yeşil domates koptu. Bakayım tadı nasıl diye yedim. Erik tadındaydı. Lezzetli yani. Erik genleri mi eklemişler bilmem…Çünki bu bebek domatesler eskiden yoktu…Yeni ürün elde edebildiğime göre, hibrit değillerdi. GDO lu olup olmadıkları hakkında nette araştırma yapmama rağmen bir sonuç elde edemedim. Yalnız hadisohbet diye bir siteye rastladım. Domates hakkında herşey biraz karışık, biraz komik yazılmıştı. Link vermeye çalıştım ama ön izleme yaptığımda ne hibrit nede hadisohbet kelimelerindeki linkler açılmadı. Yapabilmeyi de torpillide araştırdım ama ne mümkün… Neyse, hiç olmassa fotolarını ekliyeyim de emeğimin meyvasını görmek belki sizleri de kendi domateslerinizi yeme konusunda heyecanlandırır….

İŞ GÜÇ YOKSA NE YAPILIR-2, a bendi

takyon | 03 February 2011 14:13

“Hat hala açıksa internette ava çıkılır?”
Ne avı olduğu zevke, renge, cinse, hayat amacına bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Sabah şiş gözlerle kalktım yine; altı aydır olduğu gibi. Daha kaç altı ayımın böyle geçeceğini düşünerek rutin endişelerimi yaşadım. Görünmez “yaşanacaklar listesi”nin hangi maddesindeydim kimbilir…Ne listesi mi? Alış veriş listesi gibi bir şey; hani anneniz elinize tutuşturur ya. Tek farkı bu listenin görünmez oluşu ve görünmez amcalar tarafından “bak hayattan alacakların bunlar” diye not düşülmüş olması. Yok canım henüz sıyırmadım.
“Oku da meslek sahibi ol, elin ekmek tutsun, yarın öbür gün kocadan silleyi yersen kendi ayakların üstünde durursun” şeklinde gazı alan her genç kız gibi, bir hevesle okudum ben de. O zamanlar meğer geçiş dönemiymiş, şimdi anlıyorum.

Fatih Rüştü ÖNBAKAN (Pembe düşlerin insanı)

zarifce | 03 February 2011 12:13

Fatih Rüştü ÖNBAKAN, 1956 yılında Isparta’da doğdu.Babasının memur olması sebebi ile birkaç ilde yaşamak zorunda kaldı. Değişik illerde gördüğü eğitim ve tanıştığı insanlar ile kendisini geliştrme fırsatı buldu.1979 yılında zorda olsa üniversite mezunu olarak iş dünyasına atıldı. Ticaret hayatı fazla uzun sürmeyen Fatih Rüştü ÖNBAKAN, yazdığı şiirlerini derleyip bir kitap halinde ilk defa 1988 yılında yayınladı ardından bir deneme yazarak yazarlığını geliştirme işine girdi. Fazla ilgi duyulmayan şiir kitabı “Pembe düşler” den istediğin elde edemeyen Fatih Rüştü, tekrar ticaret hayatına döndü. Büyük bir gıda firması ile ortak olarak yaptıkları işten de beklediğini bulamayan Fatih Rüştü ÖNBAKAN hayattan da beklediğin bulamamış eşi ile ayrılma noktasına gelmişlerdi.Tam bu sırada hayatını değiştirecek bir teklif aldı bu teklif ünlü bir mobilya firmasındandı. Yazarlık ile gıda sanayinde aradığını bulamayan Fatih Rüştü, kendisini mobilya sektörünün içinde buldu.Gün geçtikçe daha da iyi bir konuma yükselen yazar, aile hayatınında düzene girmesi ile yeniden hayat bulan yazar yakaladığı kafadinginliği ile yazı işine de eğildi. Mobilya sektörüne girmesi ile başlayan mutlu hayatı 2002 yılında geçirdiği trafik kazası ile son buldu.Yazarlığından geriye “Pembe Düşler” den başka bir şey kalmadı.

Üç Mucize

Chat Noir 1 | 03 February 2011 10:09

Sizlerle paylaşmak istediğim enteresan bir anım var. Ben mahallemizdeki sokak köpeklerine hemen hemen her gün bir saatimi ayırarak yiyecek götürüyorum. Mahallemizdeki kasap, fırın ve bir iki restoran ile konuştum ve bana artan ekmek ve kemikleri veriyorlar. Bende onlara götürüyor ve yakınımızdaki açık yeşil alanda veriyorum. Sokak köpekleri dediğime bakmayın. Onlar benim çocuklarım gibi. Hepsinin bir adı var. Hepsini çok seviyorum. Onların yanında huzur buluyorum, hafifliyorum. İçim ısınıyor, sevgiyle doluyor. Bir gün, hatırladığım kadarıyla bundan üç dört sene önceydi, yiyecek taşıdığım pazar arabası ağzına kadar doluydu. Üstelik ayrıca büyük çöp torbası büyüklüğünde bir torbanın neredeyse tamamı da fırının verdiği ekmekler ile doluydu. Ağaçlık yol kenarından yürüyordum. Fazla insanın geçmediği bir yoldu. Kalabalık olmayan, sakin bir yol.

SANA GEÇ KALMAK

ebruliam | 02 February 2011 16:30

Geç bulup erken kaybetmek insanı yıpratır,umutlarını alır…Hayallerinin kısıtlar…Canı acıtan sessiz tatsız tuzsuz birşeydir bu.Uzansan onu yakalayacakmış gibi olur .Aslında her uzuandığımızda o bir adım daha uzaklaşır.Aşk ya bunun adı,kavuşmak olmaz.Tam işte bende,benimle derken bile bir şüphe kemirir beynimizi.Ya giderse? Gidecektir de elbet.Kavuşmak,aşık olmak neden bu kadar kolay olsun ki.İlle bir zorluk çıkacaktır.Kolay olsa ismi aşk olur muydu zaten? İki imkansızın bir bilinmeyenli denklemde x ve y olmasıdır.Uzaklaştıkça değeri artacak,yakınlaştıkça çözüme sabrı taşacak.Geç kalmak mıdır AŞK yoksa tüm zorluğa rağmen direnebilmek midir ?

DEFNE SENİ SEVİYORDUK…

colorito | 02 February 2011 14:30

Defne seni seviyorduk
Defne seni seviyorduk

Sabah kalktığında yapacak çok işi olduğundan nereden başlıyacağını şaşırmış haldeydi. Kafasında bir plan yaptı. Salondan başlayıp, mutfağa geldiğinde yemek yapıp derleyip toplayıp diğer bölümlerde işlerine devam edecekti…Her sabah içtiği ilacını alıp yarım saat sonra birşeyler yiyebileceği gerçeği ile daha önceden haşlanmış yumurtayı oda sıcaklığına gelmesi için buzdolabından dışarı aldı. Göz ucuyla gelip geçtikçe kendini çağıran bilgisayara bakıyor ” Şu işleri bitirmem lazım, bir kere açtımmı işlerim kalıyor” düşüncesiyle ona yüz vermiyordu. Benzer sebepten TV yi de açmamıştı.

İŞ GÜÇ YOKSA NE YAPILIR-1

takyon | 02 February 2011 13:08

“Televizyondaki evlilik programları seyredilir”
Televizyonda evlilik programı var, takılıyorum, iş yok güç yok, gezmeye para da yok…Ne yapalım koca bulmaya gelenleri seyrediyorum annemle birlikte. Bazen eğlenceli bile olabiliyor, anladım ki önyargılı olmamak lazımmış. Hikayelerini dinledikçe insanların bazılarına hak verdiğim bile oldu. Gelmişler belli bir yaşa, yalnız kalmışlar, ya eşleri ölmüş ya boşanmışlar; bir korku var yüzlerinde daha çok. Hepsinde değilse de çoğunda var. Yalnız kalma korkusu…Olamaz mı? Olur, bal gibi olur, yargılamam. Seyrettikçe bir sürü rahatsız edici soru üşüşüyor beynime. İki gencecik insan geliyor gözümün önüne. Özenmişler, bir sürü hazırlık, düğün dernek, bir ömür birlikte yaşayacaklar, çocukları olacak ve torunları, mutlu mesut yaşayacak ve ömürlerinin son demlerinde de hep birlikte olacaklar. Ama öyle olmamış işte. Bunca insanın planı yürümemiş. Demek ki bu planda bir yanlış var.
Erken kaybedilen bir eşin yokluğu nasıl acı verir kimbilir…Hele de hiç sönmemiş bir aşk varsa arada. Hiç hesapta olmayan ani ayrılış. Uzaktan seyredene birkaç çekirdek çıtlamalık bir durum ama ya o kişi için…Bir umutla gelmiş programa, yola birlikte devam edeceği bir eş arayışında. Öyle gülmeler kıkırdamalar arasında seçim yapacak; hakkında en ufak bir bilgi sahibi olmadığı, tamamen yabancı insanlardan birine bir sıcaklık duymayı umacak. Zor, çok zor…
Kimisi de boşanmış. Otuz kırk yıldan sonra boşananı da var, bir ay evli kalıp 15 yıldır bekar yaşayanı da. Olmaz mı, olmuş işte. Hayat bu. Demek ki gençlikte hayal kurarken ayakları hepten yerden kesmemek lazım. Herşey insan için. Beklentileri yüksek tutmak, hayal kırıklığının acısını derinleştiriyor ne yazık ki.
Yok mu aralarında macera aramaya gelenler, var tabii ki. Malı mülkü de varsa hele orada öyle boy göstermek pek hoşlarına gidiyor, pek bir ince eleyip sık dokuyorlar, eğleniyorlar daha çok.
Bazıları üç dört defa evlenip ayrılmış, yine akıllanmamış, gelmiş. Be insan şimdi sana soracaklar niye aldın da bıraktın o kadar adamı ya da kadını? Ne diyeceksin? Olabilir tabii ki, insanız, her seferinde bir umut girişmiş ama işler yolunda gitmemiş lakin gel de anlat hadi ordakilere.
Bir ara dedim ki, neden bu insanlar eş dost çevresinden araştırmıyorlar da, bilmem kaç milyon kişinin önünde komik sorular ve cevaplarla birini tanımaya uğraşıyorlar. Düşünsenize, yeni tanışan iki insan başbaşa bile olsa ne kadar heyecanlanır, dili dolanır, elleri titrer…Normal. Bir de bunu milyonlarca kişi izlerken yapıyorsun. Neden ve nasıl? Çevreni sarmış onca meraklı ve manalı bakan göz de cabası. Yok ben bir cevap bulamadım buna.
Yalnız kızdığım bir şey varsa o da henüz onsekiz, yirmi yaşlarında gençler gelmiyor mu oraya. Onları alıp şöyle kızılcık sopasıyla akıllarını başlarına getirmeyi ne çok istedim; ki ömründe bir karıncayı incitmemiş olan ben. Sen orada ne arıyorsun be insan? Hangi ara koca ya da kadın aradın da bulamadın ve şartlar seni oraya sürükledi? Sana bu yaşta umudunu kaybettirip stüdyolara koşturan ne? Enerji ve umut deposu olman gereken bu yaşında, her yüzüne kapı kapandığında başka kapıyı çalacağın yerde, evlilik gibi yükü ağır bir işe kalkışmadan önce ekmek paramı nerden çıkarsam arayışına gireceğin yerde, taşı sıkıp suyunu çıkaracağın yerde orda işin ne? Senin derdin ne? Yazık, bütün ümitleri tükenmiş, yorulmuş yavrucağız. Oradaki yetmişlik delikanlılardan da utanmıyorlar.
Azıcık durup düşünmekten zarar gelmez, niye burdayım, başka ne yapabilirim, komşunun kızı ya da oğlu bana neden yeterli gelmedi de iki dakikada tanıdığım insanla aynı evde yaşamayı göze alıyorum?
Yok yok, bu böyle olmayacak. İş güç yok diye evlilik programlarına sarmak benim aklıma zarar. Ben şu ilanları beşinci defa tarayayım da belli olmaz, sıkılacak bir taş bulurum belki. Bugün olmazsa yarın bulurum, benim hala umudum var.

Öyle İçimdesin ki

mavilikler | 02 February 2011 11:58

Oraya dokunma sakın! Görmüyorsun sen… Ama çok derin bir yara var aslında orada. Biliyorum, o mesafeden bana ellerinle dokunamazsın. Ama kelimelerinle pekala yapabilirsin bunu. Görünmez yaraların en büyük düşmanıdır çünkü kelimeler…

Sana çocukluğumu hiç anlatmadım. Bu yüzden bilmiyorsun, içimdeki yarım kalmış o çocuğu. Senin için çocukluk, kahkaha ve oyundur sadece… Büyük olmaktan yorulduğunda, kaçıp kaçıp saklandığın içindeki o sıcacık sığınaktır.

Bu yüzden, sevdiğin kadına en çok ondan söz etmek istersin. O’nun gözlerinde beliren o gölgeye bir anlam veremez, kelimeleri gönlünce sıralarsın ard arda. Herbirinin bir ok olup yüreğine saplanışını hiç görmeden…

BU-

kemalcanizm | 02 February 2011 10:44

azarlanmış ağrıların var senin

sararmış düşlerden ağulanmış

cahhıraş bir çığlığın resmi asılı boynunda gördüm !

sessizlik intikamın habercisidir derler unutma

telaşla yakala beni giderayak darağacına

kırık bir ok gibi ağlaya ağlaya

ekledim seni gönlümün borcuna ..