bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Hayal Gücü…

biseyvardi | 13 April 2009 13:50

‘ sabah altı buçuk uyanmam lazım ‘ not et… ‘ sakın unutma yarın önemli bir gün olacak. İyi geceler!
Sanki uyanacak güç bıraktın da… Şu dağınıklığa bak aman tanrım… Toplamaya başlasam fena olmayacak sanırım. Doktorsun tamam anlıyorum. Hem de araştırmacasın, işinde de başarılısın kabul ediyorum. Yorulmak nedir bilmeyen bir bedenin var, benim sayemde! Çoğu zaman benim işimi zorlaştırıyorsun gecenin bir körlerinde uyumalar ve erken uyanmalar… Daha kendini dinlendirmeyi bile beceremiyorsun… Bazen bütün işlerimi bitirince ve sen erken kalkacaksan uyumuyorum ve sana ve senin hayatına bakıyorum… Bazı yerler o kadar dolu ki içinden çıkamıyorum… Gezdiğin yerlere bakınıyorum… Eskiden yapmaktan zevk aldıklarına… Küçükken yaptığın yaramazlıklara… Şimdi inanamıyorum o çamurun içinde yuvarlanan adam sen misin? Şimdi üzerine bir şey damladı mı, kıyamet koparıyorsun… Bazı yerleri boş bırakmışsın… Bazı yerleri kilitletmiştin bana hatırlıyorum ve hatta bana bile unutturmuştun… Bazen düşünüyorum da bütün işi yapan benim ama kararları sen veriyorsun… Yaradan’ın sunduğu bir lütuf ‘ özgür irade ‘ işte! Uyanmana şurada ne kaldı zaten şuraları da düzelteyim bari… Yorgun uyanacaksın yarın sabah ve beni kendime getirmek için kim bilir kaç kahve içeceksin, çok yararlı bir şeymiş gibi… Yarın ne işlerin varmış bakalım bari… Bazen seni terk etmek istiyorum ama yapamıyorum, nedense! Saat altı buçuk uyanacak, yedide arabada olacak, dokuz ya da dokuz buçuk gibi, toplantı var – mutlaka orda olmalıyım- … Notta düşermişiz! On iki buçukta, öğle yemeği yenecek… Saat üçte, kütüphanedeki konferansa katılacak… Beş, beş buçuk gibi imza gününe gidilecek… Sonrası için not yok! Kim bilir nasıl saçmalıklar yapacaksın bana gene… İçkiden nefret ettiğimi biliyorsun ve sanki sana bir şey yapıyormuşum gibi beni bayıltana kadar içiyorsun… Sabah nasıl oluyor anlamıyorum ve hepte nedense benim kendime gelmemi beklemeden işlerinin başına dönüyorsun… Neyse şu saate geri gelelim… Uyanma zamanı geldi… Hadi kulaklar duyun şu iğrenç saatin sesini, evet gözler rahatsız oldunuz ve ben bilmem ki neyin sesi bunlar… Merak etmiyor musunuz?
Evet araladınız… Buradan sonrası senin!

Diye konuşurmuş beyin… 🙂

sapıkla sapık olmak

taha3045 | 13 April 2009 12:50

Sapık(cinsel amaçları normalinden farklı yada bastırılmış dürtülerini değişik yollarla tatmin eden kişilik)

Hayvanlara cinsel istek duymak sapıklıktır, ölülere,hastalara yada yaşlılara,çocuklara cinsi istek duymak,onları uygulamaya çalışmak sapıklıktır.İnsanı cinsel anlamda rahatsız edebilecek şeyler yapanlar da sapık olarak adlandırılır. Cinsel sapıklık

“PRAESCRİPTİONES”TEN “ŞAKK”A ÇEKİN TARİHİ

Deniz Kasakolu | 13 April 2009 11:57

ÇEKİN TARİHİ

Çekin bugünkü kullanım şekli ile ilk ortaya çıktığı dönem Roma İmparatorluğu’dur. Çek , dönem olarak miladdan önce 100’lü yıllardan miladdan sonra 300’lü yıllara kadar yaygın bir şekilde uygulama alanı bulmuştur.

Augustus (M.Ö. 27 - M.S.14)
Augustus (M.Ö. 27 – M.S.14)

Çekin Roma İmpratorluğu‘ndaki adı PRAESCRİPTİONES olarak yerleşmiştir. PRAESCRİPTİONES kelimesinin günümüz türkçesi ile devlet tahviline yakın bir anlamı vardır.

Güneşte Kediler

pilli pati | 13 April 2009 10:46


Bahar gelmiş. Hormonlarım beni mütemadiyen dışarıda vakit geçirmeye davet ediyor. Kapalı mekanlar sıkıcı… Basıcı! Güneş çağırıyor, daha ne duracağım?

Salıyorum kendimi bu havalara. Binbir rayiha, etrafta binlerce ses, doğadan yansıyan… İnadına arabaların gürültülerine kulağımı tıkayıp doğaya dönüyorum bedenimi, ruhumu. Yürüme mesafelerini uzatıyorum, aylaklık diz boyu! Bahanelerim hep hazır, trafik, evet adımlarımın trafiği yavaş, hayata kucak açasım, kapalı devre ofis sistem insanlarına “nanik” yapasım var, bu sıralar… Şımarığım. Bir bahar çocuğu olmanın tadına varıyorum. Bir kere değil, bir kaç kez üstüste doğumgünü kutluyorum. Her gün yeniden doğmanın hakkını vermek lazım. Hayat kısa!

KEÇİ ( CAPRA HİRCUS )

akoni | 13 April 2009 09:58

Koyun ve Keçi ürünleri (et, süt, yün, kıl ve deri) dünyadaki et yaklaşık %10 ve süt %5 tekstil ürünleri %15 küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Ama koyun ve keçi bu rakamların ötesinde bir anlam taşır ve çiftçi Habil ile çoban Kabil’den beri bu iki hayvan Yakındoğu uygarlıklarından doğan bütün halk topluluklarının dini inanç ve törelerinde sık sık karşımıza çıkar.

Yün, kıl ve derilerinden yararlanılması; çayır bitkileriyle beslenmesi, korunmaya muhtaç ufak yapısı; uyum ve dayanıklılığı erken çağlardan beri (yaklaşık 7 000 yıl) evcilleştirilmesini sağlamıştır. Bu hayvanların yün, süt ve etlerinden başka, muhtemelen daha evcilleştirilmediği çağdan beri giyecek yapımında kullanılan, daha sonra müzik aletleri ve parşömen kâğıdı yapımında işe yarayan derilerden faydalanıldı. Gübre olarak değerlendirilen dışkıları, bazı bölgelerde yakacak olarak kullanılmaktadır (tezek); bağırsaklarından keman yayları yapılmakta, kemiklerinden çeşitli aletler, makine yağı, mum imal edilmektedir. Kuzu ve keçi derileri, incelikleri, dayanıklılıkları ve esneklikleri nedeniyle lüks giysi ve ayakkabı yüzleri imalinde aranan derilerdir.

böyle uçulmaz

kahramancayirli | 13 April 2009 09:11

Aslında hem her yerdeler hem de (görünen) hiçbir yerde. Bu kadar çok olup hiç görünmemek nasıl başarılabilir?Zihinlerimizde stereotiplerimiz var, onlarla yaşayıp gidiyoruz işte. Mesela modacılar var, bar şarkıcıları, yazarlar var, kuaförler… En çok oralarda olduğunu var sayıyoruz, çünkü ya feminen davranışlar gösteren erkekler ya da racon kesen kısa saçlı kızlar geliyor aklımıza. Oysa insanlar şu zihinlerini bir açabilseler adamakıllı!Çok sert, maskülen (tamam bunlar da göreceli kavramlar ama belli varsayımlar yapmazsak işin içinden hiç çıkamayız) davrandığına kefil olduğunuz, üç çocuklu adamlar da kelebek (yeni tanımlar iyi gelir çoğu zaman) olabilirler. Ve tam tersi. Savruk kıvrak yürüyen, “o biçim” olduğuna kesin gözle baktığınız birinin de o taraklarda hiç bezi olmayabilir. Şu zihin sınırlarımızı, tanımlarımızı bir bulandırabilsek…Bir başka ülke gerçeği, ülkemiz kelebeklerinin neredeyse tamamı, otuzlu yaşlarının başında evlenip çoluk çocuğa karışıveriyorlar. Bu bana büyük ölçüde ikiyüzlülük gibi görünüyor. Hem evlendiğiniz kadına, hem çocuklarınıza, hadi onları geçtik diyelim bence en önemlisi kendinize. Evet kendinize yazık. Kaç kere geliyor ki insan dünyaya. Ne olur, suyun akışına karşı duruverseniz.Tabii benim buraya bir cümle yazıvermem kadar kolay değil hiç, ayrıksı olmanın ağırlığını ve yalnızlığını taşımak. Ağır gelir.Birilerinin cesur olması gerekiyor. Yoksa bu su hep akacak. Birilerinin üşümesi, biraz sesini yükseltmesi, tanımları bulandırması gerekiyor çoğunluğun beyinlerindeki.Anlatmak, örnek göstermek, tanımlamak gerekiyor yılmadan. Belki de örnek olmak. Çok çok iyi mevkilerde, çok yukarılarda da var kelebekler. Niye kozaların ellerinden tutmuyorlar?Kameraların arkasındalar, klavyelerinin başında, imza atıyor, emir veriyor, büyük kararlar alıyorlar. Ama görünmüyorlar. O etiketi taşımak öyle ağır ki (daha kuvvetli bir sözcük arıyorum, “ağır” hafif kalıyor çünkü), saklanıyorlar, bakışlarını kaçırıyorlar ya da kısaca kaçıyorlar. Kendilerinden.Tamam bu toplum yapısı için çok zor bir durum bu vs. bir milyon sebep. Ama böyle uçulmaz ki. Hatta nefes alınmaz. Yaşanmaz. Böyle tuta tuta, kapana kapana, saklaya saklaya UÇUL-MAZ!Ses birliği, cesaret birliği gerek. Tamam “bir” de önemli. Ama birlikte daha iyi uçulur.
Artık saklanmasa kimse, susmasa. “Bir”i susturmak kolay ama “bin”i? O rahat sandalyeleriniz batsın artık size. Bir şeyler batsın, cesur adımlar atılsın.Diyelim bağırdım şimdi ben buradan. Bir karşı-ses duymak isterim. Samimiyet, cesaret isterim. En azından cesur bir adım.Yoksa böyle uçulmaz.