bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Arızalı zamanlar öksüz kaldı

kahramancayirli | 22 April 2009 11:29

Arızalı zamanlar öksüz kaldı

Kahraman Çayırlı

Ankara’da köklü ve saygın bir sinema, salonlarından birini, bir haftalığına, 2005 Haziranında ona ayırdı. Üçüncü günün konuk filmi ise 1979 yapımı, Adana’da anne-babaları ölünce emmilerini aramak üzere İstanbul’a gelen iki çocuğun sokaklarda yitiş öyküsüydü: “Yusuf ile Kenan”. Birazdan film başlayacak, ışıklar sönmek üzere, o da ne! Koca salonda tek başınayım. Arada salon görevlisinden öğreniyorum ki, ancak “Anayurt Oteli”ne on-on beş kişi gelmiş, kimi seanslara hiç kimse gelmediği için film oynatılmıyormuş bile! Ona verilen değer bu mu? “Hababam Sınıfı Askerde”yi sinemada iki milyonu aşkın insan seyrederken, onun izleyicisini neden parmakla sayıyordum? Yine film arasında üzülerek gördüm ki, seyircinin çoğu canavar bir kayınvalidenin anlatıldığı Jennifer Lopez’li “Vay Kaynanam Vay”ı seçmişti…

Eski bir tanıdık

FEYZAN | 22 April 2009 10:00

Bu kış, birdenbire kızım kulaklarının arkasının ve ensesinin kaşındığından şikayet etmeye başladı. Bir kaç kez baktım ama, kepek dışında pek bir şey göremedim. Bir gece yatağında uyurken de kafasını kaşıdığını görünce, cildinde bir egzama ya da tahriş olduğuna kanat getirerek, cilt doktorundan randevu aldım. Sabah ilk randevu bizimdi, böylece doktordan çıkınca okula gidecekti. Doktor şikayetimizi sordu. Ben de kulaklarının arkasının ve ensesinin kaşındığını ve kızardığını söyledim. Kızımı muayene iskemlesine oturttu, bu bize genellikleee ‘sirkeyi’ işaret eder dedi. Saçının dibinde bir yeri gösterdi, ve işte dedi. Ben öyle şaşkın bakıyorum, saçının dip kısmına yakın beyaz bir noktacık var. Ben nasıl yani dedim, kızınız bitlenmiş dedi.
Hem kızım hem ben şok olduk. Nasıl olur, bu çağda ne biti var mı hala öyle şeyler dedim. Eğer bir yerde bit varsa bunun bulaşmama olasılığının olmadığını söyledi. Kızım ağlamaya başladı, ben de ağlamaklı oldum. Kızımın koca bir demet beline kadar saçı var, ne yapacağız dedim. Kwel şampuan alacaksınız dedi. Hala mı kwel dedim. Evet hala dedi. 3 gün üst üste şampuanı sürüp, 20 dakika bekleyip yıkayın, haftaya gelin göreyim dedi.

viktimoloji

taha3045 | 22 April 2009 09:20

Viktimoloji, suç olaylarında mağdur olan tarafı inceleyen bilim dalıdır. Yani öldürülen,tecavüz edilen, dayak yiyen, şiddete maruz kalan insanları ele alır. Diğer adı da mağdurbilimidir.Kriminoloji dallarından biri de olsa zamanla bağımsız bir dal haline gelmiştir.

Olaylarda bir şekilde mutlaka mağdurun ufak yada büyük bir rolü vardır,bu bilim dalı nasıl faili inceliyorsa mağdur kişiyi de aynı şekilde inceler.Tabiki bu bir kişi olur, bir grup olur,halk olur yada bir aile olur o olaya göre değişir.

Kdv’si inen ürünler

ob1979 | 21 April 2009 19:13

Ekonomik krize karşı Bakanlar Kurulu tarafından alınan bazı mallara uygulanacak KDV indirimine ait liste 29.03.2009 tarih ve 27184 sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır.

Ayrıca 14.04.2009 tarih ve 27200 sayılı Resmi Gazete’de bu mallara bazı ilaveler yapılmıştır.

zorla mahkûmiyet

gulsey | 21 April 2009 18:27

Hukuk sistemimizde ki çarpıklıklar yüzünden, bir çok insan haksız yere zulüm görmüştür. Mutfak tezgahımın üzerinde duran baklavalar, birden çağrışım yaptılar. Tarihimize kara leke olarak geçen olaylardan bir tanesi olan baklava çalan dört arkadaş aklıma geldi.

Hayatlarının en güzel ve en masum çağında olan çocuklar. Çocuklar diyorum çünkü; suçu! işlediklerinde üçü onsekiz yaşında bile değildi. Bundan dokuz sene evvel Gaziantep’te malum baklavacının dükkanından, baklava ve fıstık ezmesi çalmışlardı. Çocuklar gasp suçundan yargılandılar. Bunu duyan herkesin, kalbi ve vicdanı olan her kesimin, yüreğini dağlamıştı. Canları çekti diye bir anlık şaytana uymalarının bedelini ağır ödediler. Oysa eskiden göz hakkı diye esnaflar ikram ederlerdi. Bu durumu göz hakkı saysalardı olmaz mıydı. Tane hesabı gasp edilen baklavaların hesabını misli misli küçücük bedenlerinden çıkardılar. Hapishanenin soğuk duş etkisi yapan duvarlarına maruz bıraktılar. Yokluğun ne demek olduğunu belki tam anlamıyla yaşamadık. Yaşamadığımız için anlamıyoruz. Gerektiğince tepkimizi ortaya koyamıyoruz. Yazdıklarım bizleri de mesul tutuyor. Adalet sisteminde bulunan bazı pürüzler sesimizi tam aksittiremediğimiz için hala pürüz olarak kalıyor. Yazık oldu masumlara…

Onların da hayalleri vardı. Bulundukları ortam ve koşulların zorluğu suça meyletmelerine sebeb oldu. Ünlü bir şarkıcımız der ki; Oxford vardı da biz mi okumadık. Gerçekten doğuya doğru gidildiğinde
eğitim açısından çok gerilerde kalıyoruz. Eğitim, iş imkanları ve dahası… Ayrı bir başlık altında yazılacak uzun bir konuyu teşgil ediyor.

Kilotlu çorabıda giydirdiler

hag | 21 April 2009 18:01

Modacılar erkeğede kilotlu çorap giyidirdiler. Soygunlarda kafaya geçirilen çorap artık erkeklerin üzerinde.Avrupa ve Amerika’da yeni trend caprilerin altına kilotlu çorap giymek.
Modacılar ne yapacağını mı şaşırdı yoksa 50 yıl sonra erkek-kadın aynı gardolaptan mı giyinecek.Tabi bu durumda ‘Karıcım yine benim kilotlu çorabımı giymişsin’ gibi diyaloglar mı göreceğiz. Bu trend Avrupada nekadar tutar bilinmez ama bizde pek talep göreceğini zannetmiyorum.
Erkek anatomosi bayandan farlı olduğundan erkekler için üretilen kilotlu çoraplar mağazalarda ve internetten satılıyor.
Kış aylarında erkeklerin içine giydikleri içliğin yerine bir alternatif olabilir mi?
Modacılar yakın zamanda erkeklere etekte giydirirlerse, paparazzi sayfalarındaki frikik vermiş erkek resimlerinin düşüncesi bile bir felaket.
Robin Hood filimlerindeki gibi etrafta dolanan Kilotlu çorap giymiş erkekler biraz komik geliyor düşününce. Abi çorabım kaçmış oje var mı yanındamı diyeceğiz artık

Boğazımdaki düğüm…

serasu | 21 April 2009 16:56

Günümüz hastalığı PREEKLAMSİ. Çoğu kadının içinde sakladığı ve bununla başa çıkmaya çalıştığı günümüzün hastalığı. Bu sorun o kadar büyük ki, evlilik sürecinin en zorlu yolu denilebilir. Bugün Seren Serengil den tutun isimsiz nice kadınların kimlikli sorunudur. Düşünsenize bir bebek. Mucize dediğimiz bir bebek. Bebek istemeyen, bebekten korkan, sese tahammülü olmayan nice insanlara bu bir ders aslında. Kader mi yoksa çile mi bilinmez ama takdiri ilahın bir bildiği vardır muhakkak. Sabır sadece denilebilecek tek şey sabır. Doktorların bile diyebileceği bir şey yokken ben ne diyebilirim ki? Şimdi ilk defa deneyeceğim bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.En yakın dostum ve kardeş diyebileceğim kadar yakın bir insan. Şu an yanımda.Bu kadar yakınımda olmasına rağmen aslında bir o kadar da uzağımda.Çünkü kendisi preeklamsi rahatsızlığına sahip. Biliyorum bunu aşıcak ama biraz sabır diyorum ya. Şimdi içinde bulunduğu bu durumu sizinle beraber paylaşıcaz… Bu sorulara en içten yanıtları vereceğine inanıyorum. Arkadaşıma çitlenbik demek istiyorum.
Sayın… ‘’ Hamileliğinizin ilk 6 ayından biraz bahsedebilir misiniz?
……..’’ Hamileliğimdeki ilk 6 ayım, hamile olan bir kadına göre gayet güzel geçiyordu.Ancak şiddetli kansızlık problemim olduğunu biliyordum, bunun için bir yandan da kan tedavisi görüyordum.
Sayın…’’ İlk defa preeklamsi rahatsızlığı olduğunu nasıl anladın?
……..’’ İlk önce ellerimde, ayaklarımda ve de yüzümde bir takım şişlikler olduğunu ailemdeki insanlar dikkat edip bana söylemeye başladılar.İlk hamileliğim olduğu için bu durumun normal olduğunu gebelik hallerinde ortaya çıkabileceğini, panik olunacak bir durum teşkil etmediğini söylüyorlardı .O yüzden tedirginliğim dinmişti. Fakat o hafta misafirlerimin geleceği gün temizlik yapmak için işe koyulduğumda, kendimde bir takım değişiklikler olduğunu fark ettim. Bunlar şiddetli mide bulantısı,halsizlik,kusma, dengesiz yürüme ve de aralıksız ağlama durumu olarak kendisini göstermeye başladı. Panik yapıp annemi aradım ve soluğu hastanede aldık. Yolda bilinç kaybına uğradığım için hastaneye ne şekilde ulaştığımı hatırlamıyorum.

doyumsuz yaşama doğru

gulsey | 21 April 2009 16:03

Özel hayat diye bir deyim vardı. Artık eskilerde kaldı. Özellikle gelecek neslin kısıtlı olarak kullanabilceği sözcükler arasına girdi.

Teknolojinin getirdiği yenilikler işlerimizi en aza indirgese de, artık çok olmaya başladı.”Silah icat edildi, mertlik bozuldu.” der atalarımız. Ne de güzel söylemişler. Her alanda yapılan yenilikler, ülkenin refah düzeyinin eskiye oranla yükselmesi, önceden dar gelirli ve orta gelirli vatandaşın uygun olsa da alsak, kullansak dediği bir çok nesne hayatı kolaylaştırmak adına evlerimizde. Bundan yirmi yıl evvel kadınların ev işlerin de ne kadar zahmet çektiklerini hatırlıyorum. Ebeveynelerimizin hayat adına ne kadar didindiklerini de. Onları bizden daha şanslı buluyorum. Düşünün; cep telefonu, internet, mutfak robotu, uydu, çamaşır ve bulaşık makinası… daha bir çok verebileceğim teknolojik alet yok. Şu an içimizden ” ay ne zor, nasıl yaşamışlar.” diye geçse de, bence onlar daha şanslı. En azından bizim unuttuğumuz bir çok lezzete sahiplermiş. Bir mektuplaşma süreci bile ne kadar heyecan verirmiş. Sevinçleri, üzüntüleri paylaşmak, yakınlarının duyacağı anı bile düşlemek bir hafta belki de daha fazla sürermiş. Bu kadar yok yoka rağmen zaman denilen, şu anda bizim bir türlü yakalayamadığımız, kısıtlı dediğimiz şey onlara daha uzunmuş. Aile bireyleri hiç olmadıkları kadar, birbirlerine uzakta da olsa yakınlarmış. Kısacası onların özel hayatları varmış.

Ya biz? diye soracak olursam. Biz onlardan her yönümüz ile üstün bir durumda olsak da onlar daha güzel yaşamışlar hayatı. Kurbanı olduğumuz, para üzerine kurulu ticari düzen yüzünden, bedenen ve ruhen çok zararlar görüyoruz. Cep telefonu ilk icat edilip ülkemize girdiğin de ne mükemmel yenilik ağzım açık, sahip olanlara bakıyordum. Benim de olsa diye düşlüyordum. Ama artık istemiyorum. Her istenildiğin an bulunmak hissinden nefret ediyorum. Ailecek bir etkinliğin olacak ya da canım kaçak göçek bir iş yapacağım desem olmuyor. Bir de yaydığı radyasyonu düşündükçe, daha iğreti geliyor. Yaptığı bağımlılık ta cabası. Kadın olarak benimsediğim güzel bulduğum iki güzel yenilik var söylemeden geçemeyeceğim. Bulaşık ve çamaşır makinemi her açtığımda, icat edene övgü ve dualar yağdırıyorum. İtiraf etmesem, mucitlerine haksızlık olacağını düşündüm.