bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

ÇÖZEMİYORUM

orece | 25 April 2009 12:01

Yürüyorum sende uçsuz bucaksız bir yolsun sen
İçimden geldiği gibi yüreğimin istediği gibi yürüyorum
Bir taşına takılıyorum bazen düşüyorum
Dizlerim parçalanıyor, ellerim kanıyor,
Çöküyorum bir kayana ağlıyorum,
Cebimden bir mendil çıkarıyorum göz yaşlarımı silmek için,
Rüzgarın onuda alıyor benden,
Bazen tatlı tatlı esiyor saçlarımı savuruyor rüzgarı,
Bazen elbiselerimi yırtarcasına asi
Çözemiyorum seni,
Çözemiyorum seni ve kalbinin bilinmez coğrafyasını.

çocukluk yaşta değil baştadır

nazokiraze | 25 April 2009 11:14

Bebeklikten itibaren insanların çogu karakteristik özellikleri belirmeye başlar, büyüyünceye kadar iyice belirginleşir.

Birde bazı şeyler var birbirine bakarak yada bakmayarak öğrenilen mesela yumruk atmayı, dövüşmeyi falan arkadaşlarından, televizyondan biraz da erkek çocuklarda içgüdüsel olan oynama dürtüsüyle gerçektiriyor bir erkek bebek.Veye kız çocuklar bebeklikten itibaren daha yumuşak renkli, cicili bicili şeylere yönelir.

Ama kafamı kurcalayan şeyler var, mesela benim oğlum küçükken benim ve tüm arkadaşlarımın hatta çocukların çogunun o yaşta yaptıgı şeylerden biri olan kremalı bisküvinin ortasındaki kremayı dişiyle kazıyıp iki bisküviyi tekrar üst üste kapatma eylemini nerden öğrendi? Bizim evde bunu yapan yok ki, en son kimbilir kaç yaşında yapmıştık, öyle çok yaşıtı olan arkadaşı da yok oğlumun, zaten koca kış evdeydi nerden biliyor bunu yapmayı, bazı şeylerin tüm çocuklarda içgüdüsel olarak bulundugunu söyleyebilir miyiz?Bakınız bu çok yaygın bir eylem, benim oğlum da yapıyor o halde hepimiz bunu içgüdüsel olarak öğrendik, yürümek gibi, gülmek gibi:)

ERMENİ SORUNU

blackjack38 | 25 April 2009 10:38

ERMENİ TEHCİRİ (SÜRGÜNÜ)
ERMENİ TEHCİRİ (SÜRGÜNÜ)

Yıllardır millet olarak başımızı ağrıtan en büyük sorunlarımızdan biri Ermeni Sorunu’dur. Bu sorun 1915 yılında Omanlı İmparatorluğu’nun dogu vilayetlerinde gerçekleşen sözde(!) Ermeni Soykırımı diye adlandırılan Gerçeği Ermeni Tehciri olan olaydır. Şimdi bu olayın aslı hakkında konusalım biraz. 1890-1915 yılları arasında Osmanlı dışardan gelen tehlikelerle uğraşırken Rusya’nın ve batı ülkelerinin toprak vereceğiz diye kandırdıkları Ermeniler ayaklanır ve Türk köylerini hatta Türk vilayetlerini basıp buralarda Türk Kıyımı yaptılar. Omasnlı İmparatorluğu öncelikle bu ayaklanmayı bastırmak istedi ancak ordu savaş halinde olduğu için bu bela ile yeteri kadar uğraşamadı. Öyle ki erkek yaşları 18-15 arsında değişen çocuklar bile cepheye gitmişlerdi. Bu kıyımlara daha fazla seyirci kalamayan Osmanlı İmparatorluğu ve II. Abdülhamit Ermeni mal varlığını ve toprak kayıtlarını tutup bu olay çıkan vilayetlerde ki Ermenileri Suriye’de bir bölgeye Tehciri kararı aldı. Dikkat etmek gerekir Ermenilerin hepsi değil sadece olay çıkan vilayetlerdeki Ermeni vatandaşlar tehcir edilmiştir. Şimdi “Tehcir” kelimesi üzerinde duralım. Tehcir soykırım değil sürgün demektir ve tehcir olayı ilk defa ne Osmanlı’da ne de Batı ülkelerinde İlk kez duyulmadı.

Isparta’ya gülü getiren padişah kim?

cephalicus | 25 April 2009 10:27

Hiç Isparta’ya gidip de o güzelim gül bahcelerini göreniniz oldu mu bilmem.Isparta deyince aklınıza hemen gül geliyor, gül deyince de Isparta…Nerdeyse bütün bölgenin geçim kaynağı haline gelmiştir gülcülük.Sadece güzelliği değildir revacta olmasının sebebi.Reçeli, kolonyası, lokumu, şampuanı, kremi de yapılır aynı zamanda.Isparta’daki gülün hikayesi hakkında birçok söylenti vardır.1880’lere kadar uzanır gülcülüğün geçmişi.93harbi diye bildiğmiz 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda şimdi Bulgaristan’da kalan topraklarımızdan kopan binlerce Türk muhacir, Edirne’ye sonra da İstanbul kapılarına yığılır.Göçmenlerin bir kısmı Kızanlık(Rozava Dolina:gül vadisi) yöresindendir.Hiçbirinin yeri yurdu yoktur.Neyle geçindikleri soruldugunda gülcülükle geçindiklerini söylerler.Abdülhamid de bu göçmenlerin Isparta yöresine yerleşmelerini söyler.Bunun üzerine Isparta’ya giden göçmenlerimiz farkında olmadan gelecekteki Isparta’nın imajını kurmuştur.

BİR GÜN

Education | 25 April 2009 09:25

BİR GÜN…Ayşe Kulin’e ait bir kitap… Adı gibi bir günde okunup bitecek; ama etkisi uzun süre devam edecek bir kitap. Yine cahillik, yine töre yine kavga ve yine doğudaki kadınların dramı…Türk- Kürt çatışmasını farklı bir pencereden anlatıyor. Siz biz kavgası, önyargılar, bu güzelim ülkede kardeşçe yaşayamamanın sebepleri iki kadın kahramanın birkaç saatlik görüşmesi arasına sıkıştırılmış. Nevra, babasının görevi dolayısıyla doğuda geçirdiği çocukluğu vesilesiyle bir Kürt aşiretine mensup Zelha ile kan kardeş olur. Zelha, Nevra’nın babası sayesinde okula gider. Nevraların tayini çıkınca okul hayatı yarıda kalır ve küçük yaşta evlenmeye zorlanır. Karşı gelir ve başka bir erkekle evden kaçar. Aradan birkaç yıl geçer hatasını anlar evine döner ve töre gereği öldürülecektir. Dedesi buna engel olur ve Zelha başka biriyle evlendirilir. Çocukları ve yeni eşi yüzünden bölücü örgüte katılır, milletvekili olur ve son olarak hapse atılır. Nevra gazetecidir ve kan kardeşi ile röportaj yapmak için hapishaneye onu ziyaret gider. O gün için görüş izni alır ve bu görüşmede konuşulanlar romanın içeriğini oluşturur.Cahil insanların çok çabuk kandırılabileceği, Kürt halkının nasıl kandırıldığı, bu yöredeki halkın dramı insanın içini acıtıyor. İki karakter romanın başından itibaren Türk-Kürt, siz –biz kavgası veriyor; ama romanın sonunda her şey bir anda çözülüyor. Sonuç olarak Doğu’daki insanlar, özellikle kızlar eğitilirse sorunların biteceği söyleniyor. Gerçi romanın bitişi beni hayal kırıklığına uğrattı. Mutlaka eğitim gerekir, özellikle kızların eğitimi; ama bu meselenin başka çözümleri de olabilirdi. Romanın sonunda cahilliğe karşı savaş açma düşüncesi hakim. Bu mesajı daha farklı verebilirdi diye düşündüm. Fakat iki farklı görüşteki insanın, böylesine karmaşık bir meseleyi sade, akıcı bir dille anlatması kitabı ilgi çekici kılıyor. Bu tür kitapları her kesimden insanın okumasını, kavgaların, cinayetlerin son bulmasını ve şu güzelim yurdumda kardeş ve barış içerisinde yaşamayı temenni ediyorum…

becerebilir miyim?

taha3045 | 24 April 2009 19:18

Hakkımda ne derseler desinler önce kendi sesime bakarım ben, övmekten utanmam sövmekten de(yalnızken) kendi kendime hakettiklerimi sıralarım. Kafamın içini saçmalıklarla doldurur, konuşur da konuşurum bu çok iyi geliyor. Derim ki kendime , nasıl ki etrafında şaklabanı, adiyi, akıllıyı, salağı dinliyorsun, beni de dinleyeceksin .Kendime ne hakediyorsam söylemekten de çekinmem sersefil, utanmaz, binbela,beyinsiz artık ne gerekiyorsa, sonrası hatalarımı düzeltmek için zamanım da oluyor, başkalarından çekindiğim için değil de kendimden korktugum için düzeliyorum, öyle ya adamın ayarı yok verip veriştiriyor, en iyisi bir daha o hatayı yapmamak.

Genç erkek ve olgun kadın aşkı

FEYZAN | 24 April 2009 18:08

Geçenlerde, Haşmet Babaoğlu köşe yazısında, halen sinemalarda oynayan ‘Okuyucu ‘ filminden söz ediyordu.Bu film bir kitap uyarlamasıymış.Bernhard Schlink adlı bir yazarın ‘the reader’ adlı kitabından senaryolaştırılmış.Haşmet bu kitabı okumuş ve çok sevdiği bir kitapmış, filmi de en az kitabı kadar etkili olmuş, tavsiye ediyorum, filme gidin minvalinde bir yazı yazmıştı.
Kitaplar senaryolaştırılırken kendinden çok şey kaybeder. Ben bu yüzden sevmem okuduğum bir kitabın senaryolaşmasını.Birde ben mesela kahramanları, başka türlü hayalimde canlandırmışımdır da, ondan sonra o filmde kim oynamışsa hep o gelir aklıma.
Ama Haşmet gidin dedi, biz de gittik. Film hakikaten muhteşemdi özellikle kendisine bu filmdeki performansıyla Oscar kazandıran Kate Winslet çok çok iyiydi. Sinemadan çıktığımızda kocam bana midesine bir şey oturduğunu, bu filme nerden de geldiğimizi sordu. Hakikaten de, çok etkileyici bir konusu olan, bambaşka bir filmdi.
Ben bu gün sadece filmin başında yaşanan, 15 yaşındaki bir delikanlıyla, 40 yaşlarında ki bir kadının aşkını konu edeceğim. Biraz araştırdı, erkekler, genç birer delikanlıyken eğer böyle bir ilişki yaşamışlarsa ileride ki hayatlarında, bu ilişkiden sitayişle ve özlemle, derin duygularla bahsediyorlar. Benim eski bir arkadaşım var mesela, 19 yaşındayken 29 yaşında ki bir kadınla bir ilişki yaşamış. Ondan hala sevgiyle, özlemle ve o kadın onun gibi bir çömezi seçmiş olduğu için, birazda övünerek bahseder.