bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Değişme Ölürsün ya da Hande Yener Sendromu

ez3kiel | 22 May 2009 14:04

Evet bu ülkede bir ‘Hande Yener sendromu’ var arkadaşlar. Bu pembe kız ne zaman ekranda görünse ya da kendisinden bahsedilse konunun yalnızca salt değişime odaklanması bayıltıcı sprey etkisi yaratıyor artık. Ülke sınırlarına giren bir yabancı için hoşgeldin yazısının hemen altına ‘burada değişmek yasaktır kardeşim’ yazısını eklemek gerek diye düşünüyorum. Değişirsen ölürsün çünkü bu topraklarda. Popçuysan popçu kal mesela, hep ‘göründüğün gibi ol’. Ölene kadar aynı kal. Aynı düşün, aynı programları izle, aynı evde yaşa, aynı işte çalış, aynı alışkanlıkları tekrarla, aynı şeyleri yap. Sistemin dengesiyle oynama bak kötü olur, o kadar!

Bayan sürücünün anıları 1

nacak | 22 May 2009 12:58

Ehliyeti aldığım ilk gün …..
Ehliyet kursundan direksiyon hocamla konusuyoruz .
-Aman kızım trafiğe çıkacağın gün bana haber et olur mu ? diyor bana . Hemen balıklama atlıyorum.
-Hayırdır hocam , neden ?
-Ben o gün trafiğe çıkmayacağım .
Gülüyoruz hep birlikte .

Arabayı aldığım ilk günler …
Geniş , boş bir pazar alanında çalışmaya başlıyoruz .Sonra bir bakıyorum dikiz aynasından . Arkamda kocaman bir konvoy oluşmuş .Ben sağa dönüyorum arkamda koca bir konvoy -ben diyeyim 10 araç siz deyin 20 araç – sağa dönüyor . Sola dönüyoruz yine hep birlikte , konvoydakiler ve ben . Ne oluyoruz anlayamadım önce . Acaba trafiğe çıkacak olmamı protesto etmek için toplanmış bir grup mu ? Ya da direksiyon hocam mı ayarladı bunları ? Bu düşünceler arasında bir sağa bir sola dönerek pazar yerinin içinde habire dolaşıyoruz.

Sonra anladı gariplerim benim acemi bir sürücü olduğumu ve pazar yerinde çalıştığımı . Meğer belediye hemen yakındaki ana yolu kapatınca , ara yola sapan herkes soluğu pazar yerinde almış. Durum anlaşılınca beni takip etmekten vazgeçip ayrıldılar artık peşimden …

gen bencildir ama …

cancellius | 22 May 2009 12:29

ama insan daha bencildir. bakıyorum da insan ilişkileri kurumu tamamen kişisel tatmin merkezi olmuş, birbirlerini sömürme sanatını daha ileriye götürme yarışı içindeler. dinlemeyi bilmeyen insanlar arasındayız. anlatmak istediğini anlatamama ya da anlattıktan sonra anlaşıldığını farkedememe ne kötü bi hastalıktır. acaba sorun bende mi diye bakıyorum da başka insanların da bundan şikayetleri var. bilmiyorum belki de yanlış bi yoldayım. tamemen kişi odaklı yaşayıp kendi iç huzurunu aramak daha rahatlatıcıdır.o kadar benmerkezciyse insanoğlu neden yalnızlıktan bu kadar korkar? konuşmayı sadece kendi içini dökme aracı olarak görme meselesi beni çok rahatsız ediyo ne yalan söyliyim. bazen insanların evrim sürecinde beyinlerini daha fazla kullanma fonksiyonunun ortaya çıkması hiç de iyi olmamış diye düşünüyorum.

bitir işi

taha3045 | 22 May 2009 12:14

Barışa inanıp güvenmeyi ne zaman öğrenecegiz? Barışı benimsemeyi, barışçıl yaşamayı.

Barış ille ülkemizin savaşta olmaması demek midir? İnsanlar birbiriyle savaştalar, ergenlik çagındaki bir çocukla anne -baba arasında yaşananlar, iki farklı takımı tutan taraftarların birbirlerine ettiği küfürlü tezahuratlar, karı-koca kavgaları, farklı görüşlerin tartışılma fakirligi hep birer savaş degil midir? Buradaki yazılarda,ahkamlarda bile barışa ne kadar yakınız ki?

Dünyada süreki uygulanan işine gelmeyeni yok et düşüncesi , fiili olarak öldürme eylemiyle olmasa da fikirlerin sündürülmesiyle hepimiz tarafından uygulanmıyor mu? İşimize gelmeyeni susturmaya çalışmak, ona saygı duymamak, laf söylemek silahsız savaşın ta kendisi değil midir?

Her şey olağan akışında

astral | 22 May 2009 10:53

Düğümlerin bittiği yerdeyim. Yolun sonunda bir resmin başlangıcındayım. Bir papaz dua okuyor kapı önünde, kuyruğuna yanlışlıkla basılan beyaz yavru kedi çığlık atarak uzaklaşıyor. Sokakta tek tük oynayan küçük çocuklar. Erkek çocuklar misket oynamaktan yorulmuyor asırlar geçse de.

Yorulan bir kadın pencere kenarında elini çenesine dayamış, ayıkladığı fasulyeleri bir yana iteklemiş -kendince mola verip- dışarıyı seyrediyor, hülyaya dalıyor, bunca gençken gençliğini yaşayabileceği başka bir hayat düşünüyor bulutlara bakıp, bakıp…

gün gelir devran döner

lucky soul | 22 May 2009 10:09

Tanrıdan gelen, doğadan aldığımız güçle buradayız işte.
Peki ya nedir bu güç?
Yaşama olan inancımız…
Kimileri buna Din der.. Kimileriyse Felsefe…

Din tanrıya ulaşma yoludur ve kişiye özeldir. Din belki de güzel bir şeydir ama günümüzde bu güzelliğini ve özgünlüğünü yitirmiştir bana göre. İnsanlar dini kişisel çıkarlarına alet ederek dini bozmuşlar,lekelemişler ve kirletmişlerdir. Tanrıyla bir olmayı dine borçluyuzdur belki. Ama ya böyle değilse.. Tanrı ya içimizdeyse?

Günümüzde din sadece bir sömürü aracı olarak kullanılmakta ve bunu yapanlar sözüm ona dini bütün kişiler. Sizler ki eğer bir tanrının varlığına inanıyorsanız, bir dine sahipseniz bunca insanı nasıl sömürürsünüz, nasıl kandırırsınız? Nerde kaldı sizin insan sevginiz, nerde kaldı sizin tanrı korkunuz?
Bu şekilde bakmayınca olaya din gizel bir şey. Ama çirkinleştiren de gene insanlar… Yani bizler.
O halde bizler ne yapabiliriz? Dinin bir sömürü aracı olarak kullanılmasına dur diyebiliriz.
Ama din dogmatiktir, sorgulanamaz değil mi? Olduğu gibi kabullenmek gerekir dini. İşte tam da bu yüzden neler oluyorsa oluyor ya. Kandırılıyoruz, sömürülüyoruz, oyuna getiriliyoruz. Araştırmadığımız, sorgulamadığımız, olanı sadece olduğu için kabullendiğimiz, hatta çokça da başkalarının doğrularını bizimmiş gibi benimsediğimizden hep bir sömürü altında yaşamayı seçiyoruz. Doğruyu bulabilmek adına yanlış yapmayı göze alamıyoruz. Yanlış yapmaktan korkuyoruz. Ama bakın ne demiş Samuel Beckeet; “Hep denedin, hep yenildin. Gene dene, gene yenil.Daha iyi yenil.” Ama biz sevmiyoruz araştırmayı, bilmeyi, öğrenmeyi, anlamayı ve soru sormayı… Çünkü tembeliz biz. Sevmiyoruz okumayı, zordur okumak, soru sormak. Hatta bunu yapanları aşağılıyoruz biz. Entel diyoruz. (bkz. entelektüel)
Ama bakınız ki, Hz. Muhammed’e bile ilk gelen vahiyde Tanrı bize okumamızı buyurmuştur: “Oku! Yaradan rabbin adıyla oku!” (bkz. oku allahın adiyla oku)