Evet bu ülkede bir ‘Hande Yener sendromu’ var arkadaşlar. Bu pembe kız ne zaman ekranda görünse ya da kendisinden bahsedilse konunun yalnızca salt değişime odaklanması bayıltıcı sprey etkisi yaratıyor artık. Ülke sınırlarına giren bir yabancı için hoşgeldin yazısının hemen altına ‘burada değişmek yasaktır kardeşim’ yazısını eklemek gerek diye düşünüyorum. Değişirsen ölürsün çünkü bu topraklarda. Popçuysan popçu kal mesela, hep ‘göründüğün gibi ol’. Ölene kadar aynı kal. Aynı düşün, aynı programları izle, aynı evde yaşa, aynı işte çalış, aynı alışkanlıkları tekrarla, aynı şeyleri yap. Sistemin dengesiyle oynama bak kötü olur, o kadar!Değişime direnç göstermek insanın doğasına aykırı bir durum olmasına rağmen aynı kalmayı başarı sanma sanrısı içinde yuvarlanıyoruz. İnsanın gündelik hayattaki duygulanım hali bile an be an değişirken, herşey hala aynıyken ve bazen kendinden bile bıkarken insan tam da bu süreçte değişim bir kurtarıcı gibi kapısını çalsa bu bir şanstır bence. Gelen bu ‘arkadaşlık’ teklifine evet evet evet deyip çığlığı basmalıyız. Yoksa seyirciye/topluma oynayıp alkış almak ruhu edilgenleştirir ve o üç harfli şey* zarar görür bundan. ‘Ortalama’nın yalancı huzuruna kanmadığın için de sen bir ‘yabancı’sındır artık. Kolay gelsin.Neden buralarda değişim bu kadar sancılı, bu kadar korkutucu, tu kaka bir durum acaba diye düşünürken konunun aslında gayet sosyolojik olduğu çok açıkça beliriyor. Tarih boyunca değişmeye karşı var gücüyle bir direniş göstermiş, farklı renklerden hep korkmuş, onları ‘öteki’leştirmiş, özenle yok etmiş, bunu bazen susarak ve görmezden gelerek, bazen de aksine yıkıcı seslerle parçalayarak hiçleştirmiş, bunu bir alışkanlık haline getirmiş bir toplum için değişim öcü’dür, cıss’tır. Bir insanın değişim adımlarına düşmanca yaklaşmak, her türlü farklılığı itinayla yok etmek regresyon yaratmaktan başka bir işe yaramaz oysa. Sıradan ve bayağılaşmış, ezbere yaşanan hayatlar için karşı tarafın kendinden farklı olması, farklı davranması, farklı düşünmesi, farklı görünmesi, bildiğinden gördüğünden farklı şeyler yapması, farklı şeyler üretmesi, algılarını bozması bir tehdittir. ‘Korkuyu hisset ve üzerine git’ belki sonunda başarırsın, en azından böyle bir ihtimal var hani.Bu arada özelde biraz Hande’yle de ilgilenelim. Ben işin müzik tarafınını sallamıyorum aslında, bir insanın farklı şeyler denemesine karşı yapılan linç durumları canımı sıkıyor. Bu kızcağız Madonna özentisi de olabilir, pop’tan bozma berbat bir müzik de yapabilir, imaj küpü’de olabilir ve bunlar kendisine hiç yakışmaya da bilir. En azından deniyor, belki kendini geliştirmeye çalışıyor, hani diyorum bu gözle de biraz baksak gözümüz bozulmaz herhalde. Hem başarısız olsa ne olur? Beğenilmek, ödüller almak, poh poh perileri edinmek şart mıdır? Sorun biraz da anne-çocuk ilişkisine benziyor aslında. ‘Her mamma said she was crazy – she said mamma ‘i’ve got to try’ (Bon Jovi/These Days) Şu da varki bu süreçte doğrular ve yanlışlar arada karışabilir, zihin bulanıklığı, kimlik karmaşası gibi durumlar kendi aralarında bize hoşgeldin partisi düzenleyebilir ve bu çok da steril bir yolculuk olmayabilir ama zaman içinde su akacak ve yolunu bulacaktır. ‘Yüreğinin götürdüğü yere git’ , ‘hayallerinin peşini bırakma’ ne kadar şık sözler değil mi? Hayır değil canım bunlar afili boş sözler. Hayalinin peşinden git de gör bakalım, bir dinle hadi yüreğinin sesini sıkıysa. ‘Burası Türkiye’ yook öyle!*e.g.o