bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Bruce Lee : Ejderin Gerçeği

powerbyfi | 21 August 2009 16:05

Dünya sinema tarihinin efsane ismi, dövüş sanatlarında ekoller yaratan dövüşçü, kısacık bir ömür yaşamasına rağmen halen yeri doldurulamayan ve doldurulamayacak, dünya genelinde dövüş salonlarının ardı ardına açılmasının nedeni, rica etseniz size çay getirecek masumlukta güzel yüzlü, Çin dövüş öğretilerinin birçoğunu ret ederek dövüş sanatlarını dünyaya yaymak için yaşamı boyunca çaba göstermiş ve bundan başarılı olmuş, çocukluğumuzun idolu olan sporcudur: Bruce Lee.

33 yıl yaşayan ve oynadığı 4 başrol ile ölümünden çok sonra bile herkesin hala adını bildiği ve saygı duydugu, dünyada halen en çok tanınan dövüş ve savunma sanatları sporcusudur.
33 yıl yaşayan ve oynadığı 4 başrol ile ölümünden çok sonra bile herkesin hala adını bildiği ve saygı duydugu, dünyada halen en çok tanınan sporcudur.

Bruce Lee 27 Kasım 1940 yılında San Francisco’da Amerika’da doğdu. Babası Lee hoi-Chuen Çinli, annesi Grace Lee yarı Çinli, yarı Almandır. Babası ve annesi Çin operasında oyunculuk yapmışlardır. Baba Lee aynı zamanda rütbeli asker olarak orduda görevde almaktaydı. Bruce Lee doğduğunda Amerika’ya turne için gelmişlerdi. Los Angeles’ta gerçekleşen doğum Çin takvimine göre ejder yılı ve saatinde gerçekleşmiştir. Doğumdan sonra gereken mecburi kimlik nedeniyle hemşirelerin yeni doğan bebeğe seslendikleri isim olan “Bruce” ismi kimliğe yazdırıldı. Doğumdan sonra aile Hong Kong’a geri döndüler.

öff

simulten | 21 August 2009 15:48

hiç uyumadı gözlerim
karanlığa sürüdüm saatleri
bekledim
hiç soğumadı yüreğim
ve bana öfkem dinmedi
çaresizliğin bu kadar çaresiz olduğunu düşünmek istemiyor bedenim
ruhum aklım herşeyim
uykuya dalacak gibi gözlerim

İzcilik Yıllarım -1

24black mamba24 | 21 August 2009 14:56

İzciliğe, babamın lider arkadaşı sayesinde katıldım. İlk başta ne olup bittiğinden haberim yoktu. İzciliğe katıldığım ilk güler canım sıkılsada kamplara katılmaya başladıkça zevk alıyordum. Liderimiz, babamın arkadaşı olduğundan dolayı, alışma döneminde fazla zorluk çekmedim.

İlk zamanlarımız da liderlerimizden izcilik hakkında bilgiler alıyorduk. Örnek olarak: kimin kurduğu, izci andı, izci türesi, izci parolaları gibi. Bu bilgiler bir süre sonra bizi sıksada ileride bizi daha güzel şeylerin beklediği belliydi.

Başım ağır geliyor..

pillibebekkuyuda | 21 August 2009 13:31

http://makale.matraknet.com/images/res/haberler/basagrisi.jpg
http://makale.matraknet.com/images/res/haberler/basagrisi.jpg


Üniversite de aşık olduğu, her konuda iyi anlaştığı hatta bir çok kez kendilerini çimenlere atıp, gökyüzündeki bulutları seyrettiği Akın ı Amerika ya yolcu ettikten sonra, eve gitmeme konusunda kararlıydı..Onlar ayrılmışlardı. Ayrılığın kuru soğuk hüznü.. (Manevi dünyasındaki ilk kaybedişi)

yazın şarkısı

kahramancayirli | 21 August 2009 11:28

kibrismagazin.com adresinden alınmıştır.
kibrismagazin.com adresinden alınmıştır.

Bugün kırk saat hangi yazı konusu üzerine eğilsem diye kafa yordum. Kötü niyetli insanların ruh hallerinden bahsetmeyi düşündüm bir ara, sonra kötü durumdaki transseksüelleri koruyacak “mor çatı” benzeri bir oluşumdan söz etmeyi de vapurda aklımdan geçirdim. Sonra daha hafif bir konu oturdu içime, bu magazin programları peydahlandıktan sonra her ağustosun ikinci yarısı şöyle bir paket haber yapar oldular: Bu yazın şarkısı neydi? Yazlık mekanlardan görüntüler, konserlerden kesitler, arşivden montajlar… altta o yazın popüler şarkıları tabii. E o zaman ben de bu yaz en çok satan albümlerden, en gözümüze kulağımıza sokulan parçalardan bir ilk 10 belirledim, 2009 yazının Türkçe şarkısı hangisi diye düşünen birilerine yol olur belki diye…

nevrasteni

morfik | 21 August 2009 10:35

Yakışıklı beyler, güzel hanımefendiler..ya nerede yaşanan tüm bu kötülükler?
şeffaf balık var elbet, nadide..dünya safi deniz olsaydı keşke, insanlar solungaçlarını ve duyargalarını taksaydı, ahtapotlar ortaya çıksaydı..
nasıl da muhteşem bir hayaldir düşlediğim ve ahtapot diyerek yaklaşan tüm tehlikeleri gizlemek benim işim. Ürkütmeyeyim de adını dahi duymadıklarınız, canlarını hak etmiş canlılar hepinizi birden yesin. Nadideler de ne yapalım canım arada kaynayıversin.
Şölen başlasın, incileriniz dökülsün saçılsın. Bedeller ödensin. Siz de biraz incinin. Korktuğunuz ölüm müdür yalnızca, en büyük aptallığınızla, acılarınız unutkanlığınızda.. gülmek mi erdemdir, tüm hüznünüzle tükenmek mi? yaşlarınız yıkasa sizi, çıkaramaz kirinizi..
dediği anda cennem bekçisi,
akrep başlı, yalnız, başın içinde dört mağara saklı, iki kuyu balçıklı, zürafa yapılı, yüz ayaklı atına atlayıp açtı denizin ağzını,
tüm canlıların gözlerine bakıp sürdü atını, aniden kapandı ağız, bir daha bulunamadı.
Gördü uykusunda tüm yaşananları çift başlı minik kaplumbağa, anne diyerek uyandı. Uzun seneler sonra aldı annesi kucağına, ne oldu yavrum diye sordu ağlamak isteyip ağladığı gecede, güçlükle verdi cevabını zavallı;
insanları gördüm anne, insanları..hepsi buradaydı, ikinci başını başıyla koparmaya çalışıyordu..
çığlık attı küçük, babası koştu hemen odasına..geçti dedi sarılarak. Nefes nefese, Küçük-şeytanı gördüm baba, ve daha fazlasını. Zavallı bir kaplumbağayı. Diyordu durmadan. Zavallı bir kaplumbağa, zavallı bir kaplumbağa…
Babası aldı kucağına, uykusuna yatırmaya çalışıyordu yavrusunu..
uy-u-muyordu..

Mazuriyet ve Mahzuriyet

universideli | 21 August 2009 09:48

Yaz sıcaklarının bastırdığı bir günde, kampüsün içlerine doğru öylesine yol alırken konferans salonuna bir gözatayım dedim. Meşhur sayılmayacak fakat muhtemelen güzel işlere imza atmış bir konuşmacı önünde masa ve sandalye, masanın üzerinde de mikrofon olmasına rağmen tipik ‘gençlere hürmeten’ konuşma üslubunca ayakta ve elinde mikrofonla anlatıyordu. Genelde sıkıcı olduğuna inandığım konuşmalar olurdu bu salonda fakat bu sefer ilgimi çeken bir konu vardı: Yazmak…

Konuşmacı 50’li yaşlarda bir hanımefendi. Uzun yıllar öğretmenlik yapmış, yazmaya aşık, fakat yazdıklarıyla çok da meşhur olamayan, ama yine de çok yazan bir yazar. Önce hayat hikayesini anlatıyor ve hayatının üstüne ‘yazma’ya ayırdığı zamanları ve getirilerini iliştiriyor. Yazmaya ne kadar tutkun olduğunu anlamamak mümkün değil, fakat dinleyen kitle üniversite gençliği olunca durum gittikçe zorlaşıyor tutkularını anlatırken sayın konuşmacı. Zira bir konuşmacı olarak, yazarlığı kadar başarı gösteremiyor sayın konuşmacı.

AbiHayatim

AbiHayatim | 21 August 2009 09:10

beni buldun!
burada senin için yazdıklarımı bulacaksın.
aşkın hiç tatmadığın belki tadamıyacağın bir boyutuyla tanıştırıcam seni.
her ne kadar lezzetler anlatılarak keşfedilemesede keşfettiğin kadarı bile kafi gelecek sana.
sevgilisiz geçen bir günü kendine yediremeyen bir adamın sözleri bunlar.
hatta sevgilisiz geçecek bir güne o kadar katlanamıyorum ki, ömrümün sonuna kadar yüreğime gömüyorum o sevgiliyi. işte bu ilk bakışta mantıksız görünen döngüyü sana anlatmaya çalışacağım.
sevilmeden sevenin, sevildiğinde ise kendi sevdiği kadar sevilemediğini görünce sevilmediği zaman daha mutlu olan birinin terennümleri olacak burada yazılanlar.
belki yine anlamıyacaksın. ne önemi var. benim görevim anlatmak. senin için bile değil belki kendim için.
anla beni ab ı hayatım, seni çok sevdiğim için terkettim. hiç seven sevdiğini terkeder mi diyebilirsin. istediği kadar sevilemezse belki eder.