Yaz sıcaklarının bastırdığı bir günde, kampüsün içlerine doğru öylesine yol alırken konferans salonuna bir gözatayım dedim. Meşhur sayılmayacak fakat muhtemelen güzel işlere imza atmış bir konuşmacı önünde masa ve sandalye, masanın üzerinde de mikrofon olmasına rağmen tipik ‘gençlere hürmeten’ konuşma üslubunca ayakta ve elinde mikrofonla anlatıyordu. Genelde sıkıcı olduğuna inandığım konuşmalar olurdu bu salonda fakat bu sefer ilgimi çeken bir konu vardı: Yazmak…

Konuşmacı 50’li yaşlarda bir hanımefendi. Uzun yıllar öğretmenlik yapmış, yazmaya aşık, fakat yazdıklarıyla çok da meşhur olamayan, ama yine de çok yazan bir yazar. Önce hayat hikayesini anlatıyor ve hayatının üstüne ‘yazma’ya ayırdığı zamanları ve getirilerini iliştiriyor. Yazmaya ne kadar tutkun olduğunu anlamamak mümkün değil, fakat dinleyen kitle üniversite gençliği olunca durum gittikçe zorlaşıyor tutkularını anlatırken sayın konuşmacı. Zira bir konuşmacı olarak, yazarlığı kadar başarı gösteremiyor sayın konuşmacı.Konuşması öyle bir noktaya geliyor ki, yazmanın güzelliğini anlatırken, günümüz gençliğini yazmamakla sürekli suçlar gibi bir durum ortaya çıkıyor ve konuşmanın neredeyse devam kısmı hep böyle gidecek gibi sıkıcı bir hal alıyor. Birkaç suçlamaya sabreden üniversiteli arkadaşlarım nihayetinde dayanamayıp acımasızca eleştirmeye başlıyor, hem de aralıksız.İnternet aleminden bihaber olan sayın konuşmacı (bunu kendisi belirtmiştir), kızının monitöre bağımlı hale gelmesini bir zaman israfı ve sağlığı bozan bir durum örneği olarak sunup, bunun yerine kitap okuması ve birşeyler yazması gerektiğini anlatıyor. Zamanının büyük bir kısmını internette geçiren benim nesil üniversiteli arkadaşlar ilk olarak buradan vuruyor.¨Biz gençleri okumamakla ve yazmamakla suçluyor, iletişimde çok geri kaldığımızı söylüyorsunuz. Halbuki hiçbir devirde gençlik bu kadar iletişim içinde olmamış ve bu kadar çok okuyup yazmamıştı. İnternet hakkında eksik bilginiz olduğu çok açık kendinizin de belirttiği gibi. Biz internette istediğimiz her bilgiye rahatılkla ulaşabiliyor ve birçok yerde yazılar yazıp binlerce hatta milyonlarca insanla iletişime de geçebiliyoruz. Bence bizi yazmamakla ve iletişimsizlikle suçlamakta haksızsınız.¨Sayın konuşmacı bu yorum sonrası öncelikle yanlış anlaşıldığını belirterek tüm anlattıklarının özetini, bu sefer gençliğe dokundurmadan anlatıyor. Fakat hemen arkasından benzer yorumlar ve eleştiriler geldikçe, sayın konuşmacı olayın toparlanamayacak hal alması karşısında neredeyse susarak birkaç şey daha anlatıyor ve konuşmasına, gençlere duyduğu saygı ve sevgiden bahsederek son veriyor.Konferansın son yirmi dakikası boyunca her fırsatta elimi kaldırmış olsam da bir türlü bana konuşma hakkı verilmiyor. Hoşgörüyorum zira söylemek istediklerimi söylemeye duyduğum istek kadar gösteremiyorum konuşmaya olan isteğimi. Belki de bu yüzden sayın konuşmacıyı oradaki tüm arkadaşlardan daha iyi anladığımı düşünüp, sayın konuşmacıyı kendime yakın hissetmiş olmalıyım ki, konuşması bitip herkes salonu terkettiğinde sayın konuşmacı ve kendi yaşlarında bir bayan arkadaşıyla yalnız ben salonda kaldığımızda, yanına gidip anlatmak istediklerini anlatamamaktan kaynaklanan acısını paylaşma ihtiyacı duydum. Kısa bir tanışma sonrası kendisine konuşması hakkında birşeyler söylemek istediğimi fakat konuşması sırasında bir türlü imkan bulamadığım için söyleyemediğimi arzedip konuşmak için izin istedim. Beni kırmayıp anlatmamı istedi sayın konuşmacı ve şunları söyledim: ¨Yazmaya olan iştiyakınızı takdirle karşılıyor ve anlattıklarınıza can-ı gönülden katılıyorum. Arkadaşlarımın eleştirilerini yanlış anlamamanızı ve kırılmamanızı diliyorum. Fakat durum hakkında eksik kaldığına inandığım bir nokta var idi konuşulması gereken. Şöyle ki: benim neslim iletişimde gerçekten de sorunu olmayan bir nesil. Bir arkadaşımızın da dediği gibi hiçbir çağda bu kadar iletişim içerisinde olunmamıştı. Okumanın, bilgiye ulaşmadaki kolaylığın ve yazılanların sınırı yok. Fakat biz gençler sizin gençliğinizde okuduğunuz, safiyane duygularla yazılmış eserleri okumuyoruz. Ruhumuzun ve zihnimizin temel ihtiyaçları olan birikimi maalesef ki okunması gereken yerlerden okumuyoruz. İnternette hem alimin, özellikle ve daha çok zalimin yazdığı milyarlarca yazı yığınının arasında dolanıyoruz. Cahiller en çok yazanlar oldu bu devirde, acısını en çok saf zihinler olarak biz gençler yaşıyoruz. Yine biz gençler cahil olmamızın yanı sıra gerçekten de çok şey biliyoruz. Bildiklerimiz o kadar çok ki, bir türlü biraraya getirip fikir dünyamızı inşa edemiyoruz. Zihinlerimiz birer çöplük harmanı. Hayallerimizdeki duruluk, anlamaya ve konuşmaya başlamamızdan itibaren kayıp gidiyor ellerimizden. Sezen Aksu’nun bir şarkısında dediği gibi; ¨Bebeler ergen doğuyor¨. Ergenliğimizi yaşayamadan yaşlanıyoruz. Yaşlıların bilmediği kadar çok şey biliyor, ama yaşlıların bildiği gerçekleri bilmiyoruz. Okumamız gerekenleri bir tarafa bırakıp, okumamamız gerekenleri okumayı marifet saydığımız için çok biliyor, ama aslına hiçbir şey bilmiyoruz. Çok şey bilmenin verdiği kibir ile de, bize okumanın ve yazmanın güzelliğini anlatan büyüklerimizi hor görüyor ve kıyasıya eleştiriyoruz. Arkadaşlarımın hiddeti bu yüzden idi, mazur görünüz lütfen.¨Farkında olmadığı birşeyi öğrenip asılnda haklı olduğunu düşünmüş olsa gerek ki, birkaç defa ¨keşke söz hakkı verseydim size de, tüm bunları arkadaşlarınız da duysaydı¨ diye tekrarlayıp serzenişte bulundu sayın konuşmacı. Kendisine çektiği zahmeti ve bizlere önemli bildiklerimizi ve önemini bilmemiz gerekenleri hatırlattığı için minnet duygusuyla teşekkür edip oradan ayrıldım. Keşke herşeyi okumasak ve her aklımıza geleni yazmasak. Öte yandan neleri okumamız gerektiğine ve neleri öncelikle bilmemiz gerektiğine dair bilenlerden yardım istesek ne güzel olurdu. Belki o zaman ne konuşursak konuşalım, ne yazarsak yazalım zihinlerde kara lekeler bırakmaz ve zihin birliğine vararak daha barışçıl bir dünyada yaşarız.