bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

deniz denemesi

turte | 04 September 2009 13:37

Di’li Geniş Zaman Hikayeleri

DENİZ
Deniz, büyüktür, çok alır çok verir, ister çocuk insan ol ister kocaman insan…
Buraya tam ne zaman geldim diye kendine sordu tabi sormaz olur mu ama aklında kalmazdı hiç böyle başlangıç ve bitiş tarihleri. Yıllar sonra sevdiği birinin doğum gününü ilk kez bir çiçekle kutlama isteği geçmişti içinden, yaptı da, bunun için biraz çaba sarf etmesi kaçınılmazdı. Karşısındaki insanı gerçekten mutlu etme isteği denilen kandırmacaya yenik mi düşmüştü, yoksa gerçekten o kişinin birazcık da mutlu olabilmesi önemli miydi?
Gece uyandığında, gecenin verdiği bir yalnızlık vardı hani, sesin olmadığı, zihnin yarı açık yarı kapalı olduğu, bilincin ne olması ne olmaması, denize bakmak sanki öyle bir şeydi .
Var olan cisimlerin ya da doğanın insan zihnini doğrudan etkilediğini ve yaşamın da buna göre şekillendiğini savunmak nasıl olurdu, bilmiyordu ama öyle düşünmeden de edemiyordu. Varlık, neyle var oluyordu ki hem, kendiliğinden mi yoksa diğer varlıkların yardımıyla mı? Üçüncü paragrafta ikinci soruyu da sorduktan sonra, etrafındaki eşyaları azaltmaya çalışmayı deneyeceğini hissetti ilerde, saf insana ulaşmak içindi galiba. Şimdi olduğu gibi bir şeyler önce bir tohum gibi belirirdi içinde, genelde böyle olurdu, sonra o tohum biraz hareket eder ve güzel bir zemin bulmaya çalışırdı aklında, bunun için de zaman lazımdı. İşte o geçen zamanda bazen birden çok tohum belirirdi, birbirlerine karışırlardı. Sonra hangisinin zamanı gelmişse bir gün pıt diye bir filiz atardı tohumlardan biri, kafası karışıktı, o yüzden tohumlar birbirine karışabiliyordu bazen.
Eskiden varlığında ezildiğini düşündüğü kalabalıklar artık daha az yoruyordu kendisini, etrafındaki insanların “normallikleri”, tek boyutlu yaşamları, bunların dışında bir yaşamı göremiyor olması onun heyecanını yavaş yavaş yitirmesine neden oluyor olabilirdi. Temelde aradığı, önceleri kabul görmek olan birinin artık önce gerçeği arıyor ve yaşamaya çalışıyor olması bunun yanında da kabul görme alt isteğinden arta kalan duyguları yaşaması kimi zaman, bir geçiş döneminde olduğunu hissettiriyordu ona. Çok fazla itiraz etmez, uysal, önemli olanın başkalarıyla ilişkilerinde sürekli anlaşıyor bir görüntüde olmayı tercih edebilen bir insandı hala. Bu tablonun küçüklüğünde yaşadığı eşitsiz bir aile görüntüsünden ve psikolojisinden ileri geldiğini düşünürdü çoğu kez, haklıydı belki. Ama bu durumu fark ettikten sonra sürekli bu ruh iskeletine saldırılarda bulunmuş, küçük zaferlerle avunabilmişti.

Zamane Aşkları

liquidlightening | 04 September 2009 12:58

Filmlerde, dizilerde, şarkılarda, efsanelerde, öykülerde, anonim türkülerde… Bahsedilen bir sevda var-mış! Artık yok. Kimse sevemiyor birbirini öyle. Çağın gerekliliği mi, insanların yozlaşması mı, kolay ulaşılabilirlik mi, aracıların çoğalmasından mı bilinmez… Ama tek bir gerçek var eskinin tadının artık yakalanamadığı. Düşünüyorum, sanki o dönemlerde yaşadım da o eski aşkı biliyorum. Hayır. Bilmiyorum hem de hiç tatmadım. Sorun da bundan kaynaklanıyor. Zikredildikçe sanki bir masal anlatılıyor, hiçbir gerçeklik payı bulamıyorum içinde. Bağdaştıramıyorum şimdiki hayatla, kendimle. Şimdilerde gerçeklik payını bulamadığım şeyin bir zamanlar var olduğundan nasıl mı eminim? Hep şuna inanmışımdır; yazılıp, çizilen ya da söylenen ne varsa hep deneyimlenenlerin yansıyışıdır bu. Hissettiğin şeyler ışığında hissettiren şeylere geribildirimdir bir nevi. Tam da buna inanmışlığımdan olsa gerek hissedemesem de hayal edebiliyorum en azından inanabiliyorum. O Tutkulu âşık tarihte sıkışmış. Sevdiğinin sevdasıyla yanıp tutuşan, neler alabilirim ondan diye düşünmemiş sadece neler verebilirim onun için ne yapabilirim diye hareket etmiş her aşamada. Şimdi bir şeylere konu olan o aşkta, ne çıkar varmış ne başka etken. Seven yelkenini sevdiğine çevirirmiş, şartların öylesine gelişmesini beklemeden. Bu işler böyle yürümüyor artık! Ne kadar alınırsa, o kadar veriliyor, ne kadar verilirse o kadar isteniyor… Yazık. “Ah, sen” denilen sevgiliye artık ama ben deniliyor. Ondan ayrıl bir başkası olmadı bir başkası daha… Gerçek seven bir kere severken bu gönül işini deneme yanılma yöntemine çevirenler utanmalı. Bizler utanmalıyız. Yorulan gönlümüze, kırdığımız kalplere yazık. Aşkından artık kimse dağları delmiyor, çöllere düşmüyor. Şimdilerde bu iş ; Leyla çölde kayboldum. Gelip beni alır mısın sevgilim? Şirinim nerdesin, hani nerde benim kazmam küreğim?’lerle yürüyor.

MUTLULUĞUN EN BASİT HALİ

il mare | 04 September 2009 12:07

Bir günah gibiii gizledim seniii….!!!

Normalde seyircisi değilimdir fekat bu akşam nedenini bilmediğim büyükk bir mutluluk hormonunun ruhumu sarması nedense bende, oturup sereserpe birilerine katılarak aşkı memnuyu izleme güdüsü yarattı aslında siyaset meydanının yolunu gözleyerek.:d Neden bilmiyorum.Şu an da bu satırları hızlıcana ve de enteresan bir şekilde mutlucana yazıyorum.İnsan birdenbire neden mutlu olduğunu bilmez mi?? İnanın düşünüp de nedenini bulamadığı zaman üstüne ayrı bir mutluluk eklenip daha da mutlu oluyor.Yani aslında bilinmezlikler fazlaca mutluluk getiriyor.

cacıkkolik

nazokiraze | 04 September 2009 10:56

Sözüm meclisten dışarı dostlar
bugünlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum
hani dilim dilim doğrasalar beni
marmara Ege, Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur diyorum

Barış Manço

Salatalıklar tarafından hücuma uğrayan yoğurdun en lezzetli hali cacıktır. Kimisi kocaman salatalık dilimleriyle sever, kimisi rendelenmiş veya minicik çintilmiş varla yok arası salatalıkla , ama içine giren sarmısak ,nane ve zeytinyagı (bazısı sirke de koyar) onu en üst seviyeye çıkarır.(Cacık Alman usulü)

Trip Trap

fitil | 04 September 2009 09:46

Lavabonun örtüsünü kenara itip elini yağ tenekesine uzattı. Perdeyi her açışında gördüğü karanlık onu rahatsız ediyordu. Elini karanlığın göbeğine sokmak fikri karnında garip bir his oluşturuyordu. Tenekeyi kaldırırken hafifçe inledi. Günlerdir durmadan yemek yapıyor, misafir ağırlıyor, çay dağıtıyordu. Küçük bir kızken ninesi öldüğünde eve sürekli gelip giden insanları anımsadı.

Ocağın altını iyice açtı. Önce yağı kızdırdı. Şehriyeyi attığında mutfağa giren ve kendine seslenen Hatice’yi duymazdan geldi. Hatice yanına sokulup “Esma Abla iyisin di mi?” diye sordu. İyiydi ya. Hem de nasıl iyiydi…

Kadınların oturduğu odaya hiç giresi yoktu ya, yine de ha gayret deyip tencerenin kapağını kapattı. Her adımda Kuran okuyan hocanın sesi daha bir yakınlaşıyordu. Tülbentini düzeltip suratını da iyice bir asıverdi. Odaya girince bütün gözler üzerine çevrildi. Köşeye kaynanasının yanına geçip oturdu. Başını yana eğip parmaklarıyla oynamaya başladı. Yaşlı kadınların dudakları kıpırdanıp duruyordu. Kelimeler de suratlarındaki çizgiler gibi iç içe, kırış kırış. Hepsi ona acıyarak bakıyordu. Umurunda değildi. Baksınlardı. Kaç dakika geçmiş, kaç dua okunmuş, kaç zavallı Esma karışmıştı vahların arasına bilemedi. “El Fatiha” dedi hoca. Dudaklarını yalandan oynatıp eliyle yüzünü sıvazlayıverdi. Kalktı. Şalvarı kıçının arasına sıkışmış mı diye eliyle kontrol etti. Mutfağa geçerken gözü evin sokağa açılan kapısına takıldı. O kapıdan her girişinin ciğerini nasıl yaktığını düşündü. Korkusunu unutmaya çalıştı. Artık korku yoktu. Mevlüt okunmuş bitmişti. Tabakları almak için lavabonun üzerindeki tahta rafa yöneldi. “Az kaldı Esma” dedi kendi kendine.

Bir modernin güncesi…

kahramancayirli | 04 September 2009 08:49

Bir modernin güncesi…

Kahraman Çayırlı

yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.
yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.

Bir şiiri tanımak için önce içinden aktığı nehri, şairini tanımak gerek. İlk kitabı Bir Delinin Gülcesi’nin ilk şiiri Kumandan’da tanıtıyor kendini şair: Yöneticiliğe hevesli, iyi eğitim görmüş, maaşıyla eve DVD oynatıcı ve ev sineması alan (s.5) 30lu yaşlarında bir genç kadın, Gülce Başer. İlk şiirinde ayrıca 8 Mart Kadınlar Günü’nden, feminizmden, siyasetimizde bir ara epey tartışılan kadın kotası uygulamasından söz ediyor. Güncel, modern bir şiir bu, okuduğumuz.Eski zamanların kadınları yok kentlerde artık pek: Ekonomik özgürlüğünü kazanmış, erkek egemen geçmişimizi sorgulayan bir kadının kalemi bu. Sevgilisine “8 Mart’a mahsus” kahve servisi yaptıran, onu nikahına da alıverecek bir kadının hatta.

yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.
yasakmeyve.com adresinden alınmıştır.

Dosyanın ikinci şiiri Sümbülî’de ilerledikçe marka yaratmayla, formatlanma tedirginliği yaşayan bilgisayarıyla (ne kadar güzel, hoş bir ifade!) karşılaşırız şairin. Ve bir şiir akrabalığı yakalarken Attila İlhanla, dört kısımdan oluşan “Kaptanın Ölümü”ne rastlarız. Hem samimi hem biraz mesafe bırakan duygu yüklü bulutlara benzeyen bir şiir, bu.İş yaşamına ait ayrıntılar da serpilmiştir şiirlere. İşyerlerine ait yaka kartlarını, yoklamaları buluruz Yüz şiirinde (s.16). Özel kisvesi altında kutladığımız günlerin (mesela 14 Şubatlar) içini ne denli boşalttığımız var İki şiirinde (s.19). Hemşehrileri İzmirlilere “bir jest olarak” yazdığı “İnci” var sonra.Sen ve Ben Kolajı, beş bölümden oluşan hoş bir şiir. Madonna, Casablanca, Selvi Boylum Al Yazmalım selam duruyor okurlara ilk kısmında. Dördüncü bölümündeyse bildiğimiz “kaburga kemiği fıkrası” ve şairin anne-oğul sorunsalına, Meclisin erkekleşmesine, Kabinedeki kadınlara dair fikirleri okunuyor dizelerden.Ve dosyanın en güzel, anlamlı iki dizesi son şiir Bay Milen(yum)’da yer alan:“hani sen bi gerçek olduğunu kanıtlasan,çıktını alabilsen hiç olmazsa bir yazıcıdan” (s.45)Zira evden daha çok vakit geçirdiğimiz, plastik bölmelerle çalışma arkadaşlarımızdan ayrı tutulduğumuz iş yerleri… Demir kapılar, alarmlar, binbir güvenlik önlemiyle kendimizi kapattığımız güvenli (!) apartman daireleri… Ve işte netice! Modern, güvensiz, yapayalnız birey. Tamam ayakları üzerinde duruyor, daha kaliteli gömlekler giyiyor, daha leziz yemekler yiyor belki ama ya zayıflayan gerçeklik algısı ve onca kalabalığın içinde daha kesif hissettiği yalnızlığı… İşte bu paralelde çok önemli, çok anlamlı, modern bireyin psikolojisini tahlil etmemize yardımcı olan güzel, keyifli dizeler, şiirler bunlar.

İş yaşamından şiire sızanlar…

ateşle imtihan

simulten | 03 September 2009 17:22

çok sıcak nefes almakta zorlanıyorumkoşar adım mağazaların önünden geçerken soğuk soğuk terliyor sol elimle saçımı yüzümün görünen kısmına tarıyor gizliyorum devamlı bir çınlama var kulaklarımda bakışların beni delip geçmesini engelleyen tek şey ise üzerimdeki yağmurluk
yol uzuyor adımlarım kısalıyor
üst geçidin ortasında iken bir an yavaşlıyorum vücudumu okşayan rüzgarı hissediyorum
uzun süredir fark etmediğim bu duyguyla korkulukların ardındaki iki yönlü nehre bakıyorum o an gözlerimi kapatıp atlamak istiyorum ama olmuyor göz kapaklarım buna izin vermiyor
omzuma çarpan azrail beni kendime getirirken adımlarım yeniden hızlanıyor
her şeyi kafamda planladım önce ücrada bir markete gidip alışveriş yapacağım ardından eczaneden ilaçlarımı alacağım
alışveriş bitiyor eve geliyorum zile basacak oluyorum savrulan yağmurluğun kolu hala alışamadığımı bir kez daha hatırlatıyor artık yalnızım
Oralı bile değilim cebimdeki anahtarı ararken eski sevgilim ve eşi ardımda bitiveriyor adam dış kapıyı açarken o gözlerini benden kaçırıyor nedenini tahmin edebiliyorum
Yüzüme ben bile dayanamıyorum
sessizce aralarından geçip apartmana girerken her şey kararıyorışığı açmama gerek yok ıssızda bırakılan atlar gibi doğru kapının önünde duracağımı biliyorum
Düşmekten korkmuyorum merdivenleri elimden geldiğince hızlı çıkarken gözbebeklerim şoktan kurtuluyor
kapılarla sessizce selamlaşıyorum göz kırpıyorlar bana bazıları birtakım şeyler mırıldanıyor bazıları ise yemek kokuyor
yazmak için hatırlamalıyım yazmak için hatırlamalıyım dipsiz düşüncelerimden bir an sıyrılıp her gün ateşle imtihan edildiğimi ama yağmurluk giydiğimi herkese anlatmalıyım
benden korkmalarını istemiyorum
bana acımalarını istemiyorum.

hasky!!! o bir köpek değil!

emrenet | 03 September 2009 15:47

Sıradışı hayvanlar ,işlerine geldiğinde sözünüzü dinlerler,oyun hastasıdırlar sizinle sürekli oyun oynamak isterler çünkü ancak günde 30 km koşmak onlar için gerçek bir yorgunluk vesilesi olabiliyor.ayrıca rüşvet seviyorlar 🙂 ama gerçekten sadıklar küçükken bazen küçük bir çocuk gibi sizi kızdırdıklarında tokat atma gafletinde bulunduğunuzda ağlayıp ,sizi pişman ediyorlar ,tabi sizide buna karşılık olarak gönlünü alacak herhangi bir hediye vermelisiniz bu benim haskym için çoğu zaman et demek…yazın sıcak dönemlerde çiftliğe bırakmayın bakamıyorlar ve zayıflıyorlar çünkü siz olmadığınızda kimse ilgilenmiyor ve onları ilgiden başka hiçbişey doyurmuyor.hava çok sıcaksa kısa kısa ve hızlı nefes alıp verirler ve dilleri dışarda olur, bu onların çok susadıkları anlamına gelmez benim yaptığım gibi sürekli su vermeye çalışmayın, vücutlarını soğutmak için böyle yapıyorlar ve son olarak sanırım

o artık büyüdü
o artık büyüdü