bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Almanya Vizesi ‘ne sevinelim mi?

webking | 15 December 2009 15:30

Almanya
Mmm.. Bi düşüneyim..

Almanya bizimle birlikte 1. dünya savaşında bulunmuş ama bizden önce savaşmayı bırakmış, eski bir müttefik devlet olarak şu anda bir de yabancı (özellikle de Türk) düşmanlığı ile yine ön planda. Bu ülke zamanında kendi yaralarını sarmak amacıylaTürk işçilere ihtiyacından bir çok insanımızı ithal etmiş ancak bunlara, ta o zamandan başlayarak sadece para vermiş, bunun dışında hiç bir şey katmamış ve tersine sömürmüş bir millettir. Günümüzde bile Türk insanı, bu ülkede ya itilmiş, ya da mecburiyet ve korku karşısında kendini teslim edip asimile olmuş durumdadır. Ülke gayet ürkütücü atmosferi ve robot benzeri ruhsuz insanlardan oluşmasına rağmen, robotların mükemmel yaptıkları üretimi ile ekonomik gücü elde etmiş ve hükmedici hale gelebilmiştir. Diğer taraftan benzer badirelerden geçmiş olan ülkemiz, kendi iç çatışmalarıyla uğraşmaktan muasır medeniyet seviyesini günümüzde dahi yakalayamamış olmanın ve hala “gelişmekte olan” ülke olmanın acılarını çekmektedir.
Almanya zaten alışık olduğu bu dışlamayı ülke boyutunda, Avrupa Birliği seviyesinde de her defasında tekrarlamaktadır. Bunun içindir ki, Almanya’nın başı çektiği AB’de sürekli çifte standartlara ve kötülemelere maruz kalmaktayız. Anlaşılamayan şudur ki, ülkemiz sadece ekonomik koşulları iyileştirmek için bu birliğe üye olmaya iyi niyet göstererek çabalarken, AB ve özellikle Almanya tamamen kendi yarattığı ve körüklediği Türk düşmanlığının boyutlarını genişletmeye çalışmakta ve bir zamanlar kendi saflarında savaşmış bir ülkeye haksızlığı bir adım daha ilerletmekte hiç bir sakınca görmememektedir.
Bu tip politikalarla her defasında yıpratılmak istenen ülkemiz, Almanya vizesi uygulamasının işadamlarına ve parası olan veya para getiren sektörlere açılacağı duyumu ile bile heyecanlanabilmiştir. Yani düşünün ki bir ülke bizim istediğimiz ekonomik iyileştirmeye karşı çıkıp, tam tersine bizim ekonomik anlamda iyi olan kişi ve kuruluşlarımızı da sömürmek için bu tip bir uygulamaya gidiyor ve biz buna seviniyoruz.. Çok ilginç!!
Yakın zamana kadar Almanya konsolosluğu önündeki uzun kuyrukları, orada yatan ve her gördüğümde içimin acıdığı insanlarımız göz önünde bulundurduğumda, bizi her bulduğu fırsatta Türk topraklarında bile süründürmeyi başaran bu ülke ve buna benzer düşüncede olan diğer ülkeler ile neden hala birleşmek isteyelim diye düşünmekten ise kendimi alamıyorum. Atatürk’ün yüzümüzü batıya dönelim derken eminim “her ne pahasına olursa olsun” diye düşündüğünü de hiç sanmıyorum.

Uzak Doğu aşığı bir İtalyan: Tiziano Terzani

queennothing | 15 December 2009 14:02

İtalya‘nın Toskana Bölgesi‘nde ikamet eden Floransa’da, tarih 14 Eylül 1938. Sıradan bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Tiziano Terzani, çocukluğunu yine ailesiyle birlikte geçirdi. Aynı sofrada yemek yiyen, katkısız gıdalarla beslenmeye çalışan, arada tartışmaların da eksik olmadığı sıradan bir İtalyan ailesi. Küçük yaşta geçiridği akciğer hastalığının dışında mühim bir rahatsızlık yaşamayan Tiziano, ilkokulu ve liseyi Floransa’da bitirdikten sonra, İtalya’nın en iyi üniversitelerinin başında gelen Pisa Üniversitesi‘nde hukuk eğitimi gördü. Tiziano‘nun bu bölümü seçme sebebini kendisinden başka kimsenin bilmeyecek olması da, birkaç seneye tümden değişecek hayatında ilgi çekici bir başka nokta. Zira genç adam daha o yıllarda tekdüze bir hayat geçirmek istemediğinin farkındaydı.

Üniversiteye girmesinin üzerinden çok zaman geçmeden Alman asıllı bir yazar olan Angela Staude ile hayatını birleştiren Tiziano, fotokopi makinesi, daktilo ve faks makineleri üreten, dünya çapında ün sahibi olan Olivetti‘de çalışmaya başladı.

Sabahı, akşamı planlı olan Tiziano‘nun, hayattan ne beklediğini anlaması, bir kaç senesini almıştı ve bir iş seyahati sayesinde gördüğü Japonya, onu derinden etkilemişti.

Bulunduğu her durumda mutlu olabilmek gibi kutsal bir yeteneğe sahip olduğunu belirten Tiziano, her zaman şansın kendisinden yana olduğuna inanırdı. Hayatın iyi ve kötü yüzüyle herkes gibi o da tanışmıştı elbet, lakin ‘yakınmak’, Tiziano‘ya yakışan bir tutum değildi. O’nun için ‘hayatı bardağın dolu tarafından görüyor’ demek hata olur, çünkü Tiziano, yıllar boyunca deneyimle beslediği bedeninin hasta olduğunu öğrenince, aklında bir soruyla Tanrı’dan hesap soracaktı; “Neden ben?”

DOKSAN

herkeshermes[pilli_silinen_hesap] | 15 December 2009 11:08

yeryüzünün en kanlı hücreleriyle öpeceğim seni
bir şarkıda ormanları yakacağım gözlerinde
bir okyanus seni sal zannedecekti belki

ikimiz delik deşik miğfer, ikimiz kalp savaşlarında gazi
henüz yazmaya başlamadım
dudak dudağa olacakken unutmak elleri

sus veya susalım aşka en salim kafayla
henüz yazmadığım öyküler var, yalnızlıklar, intiharlar
yaşadıklarımı çıkar senden, geride masmavi boşluk var

uda bir akordeon eşlik etsin mesela
tanrıyı yaratmak senden vazgeçmektir
uzatmalarda kalbim doksandan golü yemiştir

Anlamadınız mı?

Dolce Magico | 15 December 2009 09:29

Hiç tanımadığınız biriyle yaşadınız mı? Yüreğinizin sınırlarından geçemeyen kelimelerin-kendiliğinden yürüyüp gittiği oldu mu bir başkasına? Erkek miydi güçlü olan? Kadın mıydı paylaşan? Unuttuğunuz oldu mu bir akşamda? Uçsuz bucaksız dediğinizin gözlerinizden başka bir şey olmadığını anlamadınız mı daha? Ve sol gözünüzü sağ gözüyle değiştirip baktınız mı dünyaya? Sizi ağrıtan ne varsa uyuttunuz mu kucağında? Anlamak mıydı? Anlatmak mıydı? güç olan! Aldırmadan konuştunuz mu ay ışığında? İzlere takıldınız mı kumsalda/ arkanızdan bir bir silinirken/ Silinmemesi için tekrar bastınız mı kumlara?/ Yakamoz ışığında seviştiniz mi aşkın en saf haliyle? Yangınla, tutkuyla, çocukça, kah korkakça kah cesurca.. Bütün terk edilmişliğinizi bırakıp dalgalara gitmeyecek umudunu taşıdınız mı? İntiharları balıklarla değiştirdiniz mi acı çekmediklerini bildiğinizden? Dinlediniz mi? fısıldayan böceğin/ Mor menekşeden size ne söylediğini?/ Ya da siyah lale gibi asil ve tek oldunuz mu hiç?/ Olamazsınız! acıtan tırnaklarınıza bakın. Kirli ve kibirli. Hain tırnaklarınız defalarca kanatmadı mı sevdiğinizi ? Af dileyin artık kurtarın zindandan kendinizi..Sevmek ilkelmiş onunla öğrendiğinizi söyleyin..Ona yakın olan her şeyi yok etmek istediğinizi, başta kendinizi..Kurtarın artık. Koşun, acıyan kanayan yaralarınıza rağmen/ Düşünün, ama fırlatın artık yüreğinizi ait olduğu yere/ Yapamazsınız!! hala içinizde saklı kahpe izbe/ Anlamadınız mı? İzbe ama GÜÇLÜ.

İKİ GÖZÜM

herkeshermes[pilli_silinen_hesap] | 14 December 2009 17:27

iki gözüm

nefesin kesti gülü öldüm
kısa metraj bir aşk kime yeter gülüm
ipince aynalar bakma kırılır dünüm
beni anlat hayata külüm
zaaflardan, ihtiraslardan mamul hüznüm
derin arbedelerden arta kalan bir sözüm
yalnızlığımın belden aşağısı tutmuyor kötürümüm
insanın kalbi yarasından anlaşılır iki gözüm

amel

osmanziya | 14 December 2009 16:30

AMEL

AMEL dizini içindeki dosyalar, dosyalarda şemalar, şemalardaki tablolar.

Amel “olmak” ile amel “etmek” arasında fark var.
Birinde içerin hareket eder diğerinde dışarın hareket eder.
Küçüklüğümde Mehmet Babamın oyun için başına çıkardım.
Rahmetli kendisi annemin dayısı olur yani dedem yerinde…
Amel in başımdan diye bana iltifat ederdi..
hareketli.. işlevli.. dinamik..
şimdi monoton yaşlılığıma karşın o zaman
yerinde durmaz ve yaramaz bir çocukmuşum demek ki.

Sözcükler çağrışımlar yaparak anlam genişletirler.
Amel… amele… amelî… ameliye.. ameliyat…
Amelin iki kardeşi var:
Cır cır eden nesnelerin Hareket’i
ve mır mır eden kimselerin Fiil’i.

yemek atasözleri

nazokiraze | 14 December 2009 14:13

Çinliler “yemeklerle beslenmek ilaçlarla beslenmekten iyidir” atasözü ile beslenmenin önemini vurgulamışlardır.Beslenmeden kasıt elbette karın doyurmak amaçlı Allah ne verdiyse mideye indirmek değildir eminim. İlaçla beslenmeye karşı düşünüldügüne göre eminim bizim pek işimize gelmeyen sağlıklı yiyecekler kastedilmiştir. Biz de boş durmamışız ”can boğazdan gelir” demişiz.

Aç ayı oynamaz diyerek biz de karnı doymayan birinden pek bir hayır beklenmemesi gerektigini açıkça beyan etmiş bir milletiz, önce karın doyacak sonra iş beklenecek. Bu da çalışanlarına iyi yemek yedirmeyen kurnaz işverenlere hatırlatılsın aç ayı ne yapmaz, oynamaz. Hatta aç olup oynayamayanlara yani karnı doymadan bekleneni yapamayanlara ve bunu belirtemeyenlere bir atasözü gelsin: ağlamayan çocuga meme verilmez veya yemeyenin malını yerler.

zaman

astral | 14 December 2009 13:22

Bir gece yarısı.

‘Çalmayan telefon ya da açılmayan telefon ne olurmuş?’

hissettiğin anlar… Zamanın durmadığı zamanlar. Zamanın seni kaile almadığı zamanlar…

Dünyanın sesinin seni kaile almamasından, yok olmaktan çok daha fazla korktuğun zamanlar… (ki, yok olmaktan korkmuyorum, içimde birçok şey yok olduğunda yok olma korkusu da kalmadı.)

Zaman akıyor, o deli zaman. Beni deli etmek için ve akıl sağlığım ne kadar bende kalırdiye beni test eden, test eden ve deli eden zaman…

Dünyanın üzerime geldiği bu zamanlarda, tüm dünyadan korkuyorum. Evet, ne olacağını bilmiyorum çünkü. ‘Ne olursa olsun banane’diyemiyorum.