bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

1940’lı Yıllar… Yüz Karası Yıllar…

HBOZTOPRAK | 24 June 2010 14:57

İkinci Dünya Savaşı adı her geçtiğinde, hep Hitlerin canavarlığı ve Yahudilerin yaşadığı dram akıllara gelir. Ama en az bunun kadar bilinmesi gereken de; Stalinin canavarlığı ve Türkler’in yaşadığı dramdır. Bu yazı; bir yandan Nazi, diğer yandan Sovyet faşizmi arasında kalmış, çaresiz ve umutsuz dış Türkleri anmak ve 1940’lı yılların Türkiye’sinin bu insanlara bakışını sorgulamak için kaleme alınmıştır.

Her ne kadar Türkiye bu savaşa fiilen dahil olmasa da Kırım, İdil-Ural, Türkistan, Kafkas Türkleri, gözü dönmüş Stalin tarafından savaşın tam ortasına itildiler. Savaşa katılan Türk sayısı tam olarak bilinmemekle beraber, kimi kaynaklarda yarım milyon kimi kaynaklarda ise bir kaç milyon olarak telaffuz edilmektedir.

Kabuğunu kıran hikaye

kahramancayirli | 24 June 2010 13:35

Metis Yayınları’nın Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi’nin ikinci kitabı yayımlandı. Lefke Avrupa Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan Jale Özata Dirlikyapan’ın Kabuğunu Kıran Hikaye (Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı) isimli kitabı enikonu güzel bir çalışma.

radikal.com.tr adresinden alınmıştır : yusuf atılgan
radikal.com.tr adresinden alınmıştır : yusuf atılgan

Özata, 1950 kuşağı hikayesini iyi çözümleyebilmek için önce 50lerin siyasi, ekonomik, toplumsal yapısına ışık tutuyor. Daha sonra da dönemin edebiyat ortamına, dergilerine. O zamanlar yapılan edebiyat matinelerini, dergilerde yürütülen tartışmaları öğrenince insan imreniyor. Edebiyat dergisi okuyan kaç kişi kaldı ki? Aynı talepsizlik edebiyat eleştirisi için de geçerli. Nitelikli kitapların kale alınmadığı günümüzde nitelikli eleştirinin kıymeti umarım bilinir. Yine Bilge Karasu Dizisi’nin ilk kitabı olan Reyhan Tutumlu’nun Yaşamasız Yazabilmek de oldukça iyiydi. İki kitabı birlikte almanızı öneririm.

İÇİMİN EN ”SEN” KÖŞESİ

pillihafif | 24 June 2010 12:20

Acı azalmıyormuş… Acıta acıta canını kabuğu öyle bağlayıveriyormuş. Seni özledikçe, yetim kalan yanımla kabuğuma dokunuyorum. Dokundukça, nemleniyor kirpik uçlarım. Dokundukça, içimin en ”sen” köşesi yanıyor. Dokundukça, gözlerin geliyor aklıma kapkara… Katran karası bir sevdanın ortasında öylece duruyorum,gelip almayacağını, asla bana kalmayacağını artık geç de olsa çok iyi anlıyorum…Tenimi acı tarıyor yokluğunda… Ah bu akşamlar,seni en çok onlar hatırlatıyor.
Rüzgarım dinse,bitse gitmişliğin,yitip bitse sensizliğim.
Ah bu akşamlar…
(…)Şimdi, uzun soluklu bir sen varsın sessizliğimde,sigaram daha çabuk bitiyor nedense,en küfürbaz acılar işleniyor bir bir sicilime…Saçmasapanlığın hüküm sürdüğü bir Ege gecesinde,şerefine içiyorum bilgine..!Sen,uzun ve siyah saçlı kadın! Saçlarının siyahı gözlerine eş! Söylesene ne sebeple bu haldesin? Halimde halinden kalıntılar var bilesin.
Kalp ağrısı oldun,şu umursamaz halin gelip Ney sesli bir ”sen” gecesinde nabzımı bir hissediversin..!

BAZEN ACILAR ÇARPIŞIR

astral | 24 June 2010 10:18

‘Karların ortasındaydım ve o an ne düşündüm biliyor musun? Altı yaşımdaki küçücük halimle…’

Yeşildi gözleri yemyeşil. İçten içe bir şeylere kızar gibiydi. Değildi, o da değildi. Sanki son yolculuğuna gider gibiydi.

Huzurlu ve sakindi bir yanı. ‘Yeter!’ der gibiydi. Bunları yazan el evrensel bilinci etkilememek istedi, sonra; ‘Sadece bir öykü, saçmalama’ dedi kendi kendine. Yol uzundu.

‘Yolda gidersen yol açılır’ dedi kapıdaki adam.

buz

hafiften | 24 June 2010 09:33

kutubun ortasında biçare bir yolcunun
sıcak bir yatakta uyumayı hayal etmesi gibiydi
senin o güzel gözlerinde
huzuru bulmak…

ellerini tuttuğumda anladım ki
buz olsa yüreğimin etrafı
kilometrelerce kalınlıkta
eriyecekti sıcaklığında sevmenin
çünkü yüreğe düşmüştü
sevdalı bir tohum ve
filizleniyordu
usul usul…
sevda
köklerini salıyordu
yüreğe hoyratça

AYN EL YAKİN

il mare | 23 June 2010 16:15

Zamanın nasıl daha güzel dondurulabileceğini öğrenmek için, özlediğimi hissettiğim tek kişilik bir sıranın üzerinde kağıdımın ince ipine diziyorum satırlarımı.

Tam zamanında bu işe girişmiş gibiyim; zamana herkesten başka yüklediğim farklı anlamı tam zamanında süslemeye yeltenmiş gibi. Sanki avucumun içinde bir sabun da burada olduğum an; ben, yağmur yağmasın, an’larım ayalarımda,akıp giderlerken haberime seslenmeyen anılarıma karışmasınlar diye, 18-55 mm’lik bir objektiften, yakaran sağ gözümü Tanrı’nınkine değdirmeye çalışır gibiyim. Öyle 55’e falan yeltenmeden ama,yaşımın gözçukurlarıma sığdırdığınca; 18’den biraz fazla,55’ten epey uzakta.

şimdi ölsek sonra yeniden doğsak

pink angelll | 23 June 2010 15:29

şimdi ölsek sonra yeniden doğsak ne güzel olurdu.yeni hayatımızı kendimiz seçebilsek kim .annemiz kim babamız olacak kendimiz karar versek.belki insan olarak dünyaya gelmek istemezdik.kelebek kuş balık olarak gelmek isterdik.belki bir çiçek olmak istrerdik kırlarda mavi mor pembe açan.ben papatya olmak isterdim yada gül.
insan olarak geleceksemde insan gibi insan olmak isterdim.dürüst mert yalan söylemeyen başkalarına yardım eden.ama en çok ben ben olmak istemezdim. insanız diye geçinen bir sürü insan var. kim aç kim tok kimsenin umurunda değil. birileri hergün kebapçılarda yemek yiyor birileri kuru fasulyenin içine yüz gıram et bulamıyor başka birileride kuru fasulyeyi bile bulamıyor.bu manzaraya bakınca insan olmaktan utanıyorum.

diş ağrısı alayım ben

super hero | 23 June 2010 14:45

Kapı çaldığında uyuyordum. Bir süre zilin sesinin kesilmesini bekledim. Canım, tatlı uykumdan ayrılmaya hiç hevesli değildi.

Kapıyı çalan da pes etmeye niyetli değildi. Sonunda bin bir küfür ederek kalktım, gittim ve kapıyı açtım.

-Ne var?

Karşımda gayet iyi giyimli iki adam vardı. Ya icra memuruydular, ya da satıcı.

-İyi günler. Bay K. mı, diye sordu biri. Gayet güleç yüzlü biriydi.

-Evet, dedim.

-Biz Dünya Diş Ağrıları Derneğinden geliyoruz. Bizi arayıp ürünlerimizi görmek istemişsiniz.