bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Hafif yazarları hep yazmalı..

| 12 August 2010 10:28

Hafif’in kaç üyesi olduğunu bilmiyorum ama yazanların sayısı sınırlı..
Şu günlerde edebiyat dergilerinde de tartışma var; Önüne gelen roman yazıyormuş, yazmasınalar
efendim.Bu kadar roman yazılır mıymış?
Niye yazmasınlar?
Bunda gocunacak ne var?
Aynı sıkıntıyı biz de bu blogta yaşıyoruz zaman zaman; Aşağılıyoruz, küçümsüyoruz, dalga geçiyoruz aklımız sıra..
Aslında dalga geçtiğimiz yazarlar değil yazıların içeriği oluyor..
Kimi durmaksızın aşk ve kavuş(amama)ma temalarına sarmış, kimileri nostalji peşinde, kimileri şiir yazacağım diye kafa göz yarıyor..
Hepsi de makbul ve çok insani girişimler..
Düşünsenize, bunları yapmayan bu insanlar ülkenin şu koşullarında neye tutunacaklardı?
Tutundukları şey yazıp-çizmek.
Bundan daha güzel ne olabilir?
Buradaki sert tartışmaları da vahim olarak görmemek lazım..
Bakın, arşivlere bakarken gözüme çarptı. Bir yazının içinde kullanılan “karı” sözcüğüne yazarlarımızdan biri tarafından sert bir tepki gelmiş. “karı sözcüğünün çok yakışıksız olduğunu söylemiş.
Bloğ sahibide ona aynen şu yanıtı vermiş;

Kredi Dersem Çık , Kredi Kartı Dersem Çıkma !!!

firatocal | 11 August 2010 17:54

yerel,özel,kamu demeden tüm bankaların yöneticilerine üstün başarı belgesi verilmesi gerektiğini düşünüyorum… bir de üstüne herbirinin alınlarına okkalı birer aaaaferin öpücüğü kondurmalı…

kredi kartı madurlarının sayılarının hızla artmasına , kart sahibi bankaların yaşanan olaylar sonucunda tüm saygınlıklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olmalarına rağmen , ne yapıp edip , hala kredi kartlarına müşteri bulmayı başarabiliyorlar ya… pes yani…

öylesine usta birer pazarlamacı haline dönüşmüşlerki , inanılmaz güzellikte ve orjinallikte , rengarenk , en kart düşmenı kişileri bile cezbediverecek kartlarla , biz saf ne yaptığını bilmez ahaliyi bir güzel kandırıp parmaklarında oynatmaya devam ediyorlar…

Ekranlaradan bangır bangır yaptıkları mide bulandırıcı reklemlarından gördüğümüz kadarıyla son numaraları da kartların kimliğimizi yansıtmasının gerekli olması… bak sen şu işe… o kadar eksik ve zayıf karakterliyiz ki , allı pullu kredi kartlarımız olmazsa şu iki günlük dünyada eriyip gideceğiz… dümdüz kart sahibi olursak bir tarafımız eksik kalacak… mazallah Allah çarpıverir , yerin dibine dibine gireriz…

yok çok flexible , aman fotoğrafınız eksik olmasın , yetmedi mi , bebeğinizin , köpeğinizin , en sonunda da sıktığımız imiğinizin fotoğraflarını koyalım… daha daha ne numaralar , ne takla attırmalar… bir de üstüne şu kadar kuruş para puan , chip puan , bonus lira… oooohhhh deymeyin keyiflerine,,, işte avuçlarındasınız , başladılar bile sizi hooop o kucaktan bu kucağa oynatmaya…

Korkular

HBOZTOPRAK | 11 August 2010 16:56

Biri yürekte, diğeri beyinde
saplanmış iki göz bebeği
Ve tene sinmiş arzuları koparırcasına
asi ömürden akan kızıl bir zaman

……………..

Unutulmuş vakitlerden doğan pişmanlıklar
Çiğ olup yağınca gençliğin saçlarına
Esiridir artık suskunluğun
evvelinde azat olan tüm sözler,
Ve bir de; cevabı olmazlara mühürlenmiş sorular
Çığ olup yığılınca geleceğin yollarına
Ayaz korkularla kaplanır mavi gözyüzü
Ve taş kesilir o anda, akıl ve yürekte ne varsa…

“Sulu, yapışkan bir gece”

| 11 August 2010 16:02

İstanbul’da değilim.
Nerede olduğumu şimdi şimdi daha iyi anlıyorum.
Ege’nin bir köyünde balıkçı kahvesinin bahçesindeyim.
Mevsim yaz. Gök ateş.
Bahçe köy sakinleri ile dolu; Çoğu yabancı.. Gaven adlı İngiliz, dut gibi sarhoş; Yakasına koskoca bir
krizantem takmış, bakır rengi sakallarını kaşıyor.. Sağımdaki masada oturuyor. Yanında siyah saçlı, yanık tenli dudak boyaları akmaya yüz tutmuş geceden kalma bir kadın. O da sarhoş..
Adamla selamlaşıyoruz, kız tedirgin gibi gözüksede halinden memnun. Oturduğu taburede şile bezi elbisesini yarı beline kadar sıvamış, ten rengi donu gözüküyor..
Gaven’la kısa bir tanışıklığımız var. Bu saatte ne iş gibilerinden soruyorum.
“alkolün zamanı olmaz” diyor.
Geceyi Bodrum da geçirmişler, kanları kaynamış birbirlerine. Kahvelerini içtikten sonra teknelerinde
uyuyacaklarmış..

haftalık 1

nazokiraze | 11 August 2010 15:00

Çocukların çok sevdiği mini mini Danino ve benzeri şeyleri alıp tüketirken dikkatli olmak gerekiyor.Bir süredir değişik markalardan alıp tükettiğim bu mini besinin Yörsan markası çıkmış diye bir heves alıp eve getirdim, son kullanma tarihine de oldukça uzun bir süre olduğu için gönül rahatlığıyla satın aldığım üründen birini kızım yedi, hemen başımda biten oğluma bir tane açınca üstünün küflü olduğunu gördüm, apıştım kaldım ,baktım diğer dört tanesinin de üzeri yeşil küf tabakasıyla kaplı.

Durur muyum, hemen marketi aradım getirin iade alalım dedi, sonra Yörsan’ı aradım, mesai saati dışında olduğu için ürününüz küflü çıktı, bebek ürünü nasıl böyle olabilir bıdı bıdı şeklinde mesaj bıraktım. Bu arada ürünleri markete götürmeyi her seferinde unuttum, iki gün içinde geri dönüş yaptı Yörsan, ürünleri saklamamı ilgileneceklerini belirttiler, tatlı krizinin arsızlığıyla rengine dikkat etmeden hüpleten kızıma yediği bir tane ürün kar kaldı, üç gün evvel kapı çalındı, uzun boylu şık giyimli bir bay buyrun dedim, Yörsan’dan gelmişler elinde bir tane altılı o üründen var, ötekileri istedi, bir ay olmuş buzdolabında onlaırn çizgi filmlerdeki canavarlara dönüşeceğinden korktum dedim, güldü ve uyardı ürünlerimizde katlı maddesi olmadığı için bozulma olasılığı daha yüksek, havalar çok sıcak olduğu için marketlerin buzdolabına koymadan önceki bekletmelerinde hemen bozulabiliyorlar, dikkatli olmak lazım diye. Ancak baktımaynı şikayet başka yerde de var, hemde son kullanma tarihi aynı olan aynı üründe.

14 yaşını doldurmasına 3 gün kalmasına rağmen mutfakta su ve çikolata dışında hiç bir şeyin yerini bilmeyen kızım dün ani bir kararla ilk kekini yaptı, hemde şaşırtıcı biçimde yardım almadan ve mutfağı batırmadan, şok oldum çünkü kendisi ocak yakmayı bilmez, yemek bile ısıtamaz sonuç gerçekten harika bir üzümlü kekti. Ona bunalıma girdikçe mutfağa girip kurabiyeler yapmasını, kekler çırpmasını öğütledim.

kırmızı

neceff | 11 August 2010 13:39

yer kırmızı gök kırmızı
her yer kana bulanmış gibiydi
çok korkuyorduk ve asla aşağıya bakmadık
kendi kusmuklarında boğulan bir kalabalığın
çürük kokularını duymaz olmuştuk bir süre sonra

artık, sadece vişne şarabı tadında
esrik mayhoş bir dokunuş var dilimizde
korkuyoruz, hem de delice
titriyoruz
yine de başımız gökyüzünde
indirmiyoruz

kırmızı

neceff | 11 August 2010 12:55

31 katliamı, tecavüz, kürtaj, klonlama, ayrılık
sık el değiştiren hoç çığlıklar
oklar, spiraller, sessiz ve kirli kareler
açlığın soluk morsu. satrancın gri-mor kareleri. uçurumun ve ensestlerin soluk pembesi. olmamanın grisi. ölü gri. masum ve çileci gri. astral gri.

ölüm sanatı hayal kırıklığına uğramış bir meleğin solukluğu.
zavallı ağlamacı
dikilmiş ağız
küçülür konuşurken.

Acıktım
Artık varolmayan kişinin iyeliğiyim ben
hiçbir şeyin taşıyıcısı
artık yapamıyorum
arzulanmayan kişiyim ben
ruhumu geri veriyorum
sonumu başlatıyorum
kendimi kapatıyorum…

İlk Türkçe Roman ve Sözlük Yazarı: Şemseddin Sâmî

queennothing | 11 August 2010 10:35

Şemseddin Sami, Balkan Yarımadası; Arnavutluk‘ta; Berat yakınlarında bir kasabada; 1 Haziran 1850 tarihinde, beş çocuklu bir ailenin üçüncü oğlu olarak dünyaya gelen ansiklopedi ve sözlük yazarı, edebiyatçı; şair ve romancıdır. Fraşerlerden olan Sami, çocukluğunu Arnavutluk’un Güney’inde geçirdikten sonra, devlet hizmetinde çalışan ailesinin seçiciliği ve ahip olduğu imkanlar sebebiyle ilk eğitimini evde aldı, liseyi Zosimaea Lisesi’nde tamamladı ve medrese eğitimi aldı. Eski Yunanca, İtalyanca, Rumca ve sonradan önemli edebiyat eserlerini Türkçe’ye tercüme edeceği Fransız Dili’ni öğrendi. Ailesi gibi kendisi de Bektaşi Dergahı‘na üyeydi. Sami’nin hayatının o evresini sevgi, sükunet ve sakiniyet olarak tanımlayabiliriz. Maneviyatını geliştiren Bektaşilik, Sami’nin zaten içinde var olan çalışma aşkını pekiştirdi ve daha sonra kendisinin de belirttiği gibi, kalp yoluyla Allah’a ulaşmak, onun için çalışmak eylemini, bir gereklilik değil; ekmek, su gibi ‘olmazsa olmaz’ kıldı.

Dillere, edebiyat, tarihle fazla ilgili olan Sami, 21 yaşına geldiğinde eşi Emine Hanım ile birlikte Türkiye, İstanbul’a (Dersaadet) taşındı. Hayatını memurluk (Matbuat Kalemi) yaparak kazanan Sami, bildiği dillerin faydasını görmeye başlamıştı. Çeşitli makale ve yazışmaları çeviren Sami, Türk Edebiyatı’na verilmiş ilk roman olan “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat“ı yazmaya başladı.