bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

İçim acıyor suslara !!!!

kelebeklerozgurdur | 29 May 2008 14:58

Pembe elbisesini giymiş, uzun siyah saçlarını annesine ördürmekteydi…
Evin içinde alışılmışın dışında bir koşuşturma hakimdi.Annesi, mutfakta babasının en sevdiği yemekleri pişirmekteydi kalktığından bu yana. Kendinden 3 yaş buyuk abisi ve 2 yaş küçük erkek kardeşi annesinin bir türlü bitmeyen istekleri için ev ile bakkal arasında ha bire mekik dokumaktaydı
_”aliii” diye seslendi annesi camdan bahçedeki buyuk oğluna.”Kuş üzümü unutmuşum. Halil efendiden alıver hemen”.Ali ok gibi fırladı yerinden 2 dakika sonra kuş üzümünü mutfağa bırakırke, tencerelerin kapaklarını teker teker kaldırıp içindekilere baktı.
tarhana çorbası, güveç, elde açılmış ıspanaklı börek gözlerinin parlamasına neden oldu..Annesi sütlacı kaselere boşalttıktan sonra dolmayı hazırlamaya koyulacaktı, kuş üzümü istediğine göre..Saate baktı 3 olmuştu..Babasının gelmesine birkaç saat vardı demekki…

BALIK DOKTORU

lorienn | 29 May 2008 13:08

Eğitim görmeden doktor olunur mu? Aslında doktor sıfatını kendime vermemden rahatsızlık duyabilecek sayın hekimlerimizden şimdiden özür diliyorum. Ben kendi balığımın doktoruyum ve dün akşam kendi kendime yaptığım küçük bir törenle doktor ünvanını kendime verdim bile.

bu benim paluğun yakinidir. bir nevi akrabadur
bu benim paluğun yakinidir. bir nevi akrabadur

Balığımın adı yok. 4 yıldır bizimle. Bildiğimiz Japon balığı. Kuyruk süper, al yıldızlı bayrağım gibi dalgalanıyor ufak akvaryumunda. Gövde maşallah neredeyse iri bir istavrit kadar (tamam abartıyorum idare edin). Aileye ilk katıldıklarında iki kişi (tane) idiler. Diğeri ona 1 yıl eşlik etti. Cinsiyetlerini tam bilemesem de başlarda her ikisine futbolcu adı verdik. Azimli çıktı köftehorlar. Hani diğeri birinci yılda pes etmiş diyeceksiniz. Yavrum çocuğum iyi dayandı yine. Ciddi bir fanus patlaması sonucunda salon vitrininin arkasına hızlı bir yolculuk yapmışlardı o günlerde. Kimi zaman değişiklik olsun diye yerini değiştirmek istediğim vitrini “ağır yaaa” bahanesiyle yerinden kıpırdatmaya yanaşmayan ev ahalisi o an züppermen, örümcek ve hatta böööcükadam edasıyla azman vitrini olağan üstü bir stille yerinden çekmiş, akvaryum kumları ve taşları arasından iki balığı kurtarmıştık. O an kazazedelerin yara ve berelerini fark edemedik. Yeni bir fanus alındı hemen bizimkiler yeni evlerine geçtiler. Sonra bir ara dikkatlice bir baktım da bakmaz olaydım; “Aman Tanrıııııımmmmm” çığlığım evi yerinden oynattı. Ve hatta bizimkiler çığlığın ardından o azman vitrinin zangırdadığını ve hatta küçük fanus içinde ufak çapta bir tsunami oluştuğunu söylediler. Ama ben inanmadım. Manzara gelmiş geçmiş en azılı korsanları kıskandıracak boyuttaydı. Balıklarımdan birinin tek gözü maalesef yaralıydı. Sanırım fanus kırıldığında hain bir cam parçası… Canım derya kuzusu korsan balığımın façası vardı artık. Bir ara mini minnacık bir parça kumaşla yaralı gözünü kapatmayı düşündüysem de yine ev halkı bu fikrime “deli misin?” diyerek konuyu kapattılar. Benim karizma korsan (keşke adı korsan olsaydı diye hayıflandım bir an) bir yıl sonra ansızın hakkın rahmetine kavuştu. Ruhu şad olsun mekanı derin dondurucu oldu. Kendisini çok özlediğimde açarım naaşına bakar iç geçiririm… Canım korsanım!

Çakırcalı Mehmet Efe

Siradanbiri | 29 May 2008 12:57

Zenginden alip, yoksula veren ağalarin korkulu rüyası, devletin vergi memurlarını öldüren ama devletin malına dokunmayan İzmir Ödemiş 1856 doğumlu, varlıklı bir yörük ailesinin çocuğu Egenin Robin Hood’u dur.

Osmanlı ile girdiği amansız mücadele sonucu yakalandığı zaman derisi yüzülmüş ve kellesi uçurulmuştur. Buna rağmen eşi ayaklarındaki bir lekeden dolayı cesedi teşhis etmiştir.
En meşhur sözü;
’Cesareti korkunun koynunda görmüş,toprağa baş,yıldızlara düş sermişlerdenim.Ateşler yakarım,ateş böcekleriyle.’’
Ardından günümüze bir türkü, bir film ve destansı yiğitliği kalmıştır.

tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme…

krealokus | 29 May 2008 11:39

Uzun uzun seneler önce dünyanın çok uzaklarında bir ülke varmış.Bu ülke öyle bir ülkeymiş ki,kendi içinde çırpınmaktan,kendi içinde çekişmekten fırsat bulamamış kendini anlatmaya.Hep onun yerine başkaları anlatmış, hep o susmuş başkaları konuşmuş.Herkesin içindeyken bile susmuş,yalnız kalmış,hep “o” ülke olmuş.Olmadık şeyler söylenmiş onun için, olanlarıda “bu kadarda olmaz” dedirtircesine anlatılmış cümle aleme.O hep susmuş, hep dışarıda kalmış herkesin içinde yaşarken.Bulamamış kendini anlatmaya fırsat, bazen de anlatacak fırsatı olanlarını kendi susturmuş.Her söylentiye laf yetiştirememiş, kimi zamanda laf yetiştimeye çalışırken, kendi içinden kendisini anlatabilecekleri yetiştirememiş.Gel zaman git zaman cebelleşirken kendisiyle, konuşmaktan çok yazan birisi çıkarmış kendi içinden.Öyle yazıyormuş ki o vatandaş, herkeste merak ediyormuş ne yazdığını.İlk kez “o” ülkeden birisinin yazdıklarını merak etmişler,okumuşlar yazdıklarını, beğenip takdir de etmişler.Kendilerinden çıkan büyük yazarlarla bir tutmuşlar.O ülkenin vatandaşları sevinmiş,ama sevinçleri kursaklarında kalmış.Gurur duymuşlar ama gögüslerini gere gere sokakta dolaşamamışlar.Başları öne eğilmiş, bizi bizden iyi kimse anlatamaz derken, bizden biri böyle mi anlatmalıydı bizi diye kara kara düşünür olmuşlar.Düşünürken başları iki ellerinin arasında daha da eğilmiş.Çok geçmeden başka birisi çıkmış, ben size gösteririm ne demekmiş o ülkede yaşamak, o ülkeden birisi olmak , o ülkeli olmak.Almış eline kamerasını kah deklanşörüne basmış kah kayıt düğmesine.O ülkeyi önce kendi vatandaşlarına anlatmaya çalışmış.Kimileri sıkılmış kendisini görmekten, kimisi anlamamış gördüğünün kendisi olduğunu kimisi de merak etmemiş gösterimi.Görmeden bakmaya devam etmişler.Durmamış o adam,çekmeye devam etmiş, kendisini, kendisi gibi olanları kendi vatandaşlarına anlatmak için yürümeye devam etmiş.En doğusuna gitmiş en güneyine uzak ülkenin.Göstermek istemiş ne oldukları, nerden geldiklerini, neleri kaybettiklerini.O anlattıkça dinleyenler artmış, dinleyenler arttıkça o daha keyifle, daha kendince, daha bi başka anlatmaya başlamış insanını.

2 Tenorun Film Gibi Hikayesi

tenor | 29 May 2008 10:26

Three Tenors (Placido Domingo,Jose Carreras,Luciano Pavarotti)
Three Tenors (Placido Domingo, Jose Carreras, Luciano Pavarotti)

İçe kapalı opera camiasının kapılarını birlikte şarkılar söyleyerek dünyaya açan, insanlara opera kültürünü sevdiren ve gençlere bu kültürü aşılayan “Three Tenors”‘ un 2 tenorunun (Placido Domingo ve Jose Carreras) filmleri aratmayan öyküsünü sayılı kişiler bilir. Zira bu öykü iki tenonun arasındaki en kutsal bağdır…

İspanya’ya hiç gitmeyenler ya da İspanya hakkında bir bilgisi olmayan insanlar haliyle Katalanlar‘ın İspanya’ya hükmeden Madritlilerden bağımsızlıklarını almak için verdikleri mücadeleden bihaberdirler. Jose Carreras Katalandır ve Placido Domingo Madritli!

2 Tenor kariyerlerinde parlamaya başladıkları 1984 senesinde politik nedenlerden dolayı birbirlerine düşman oldular ve ikisi de kontratlarında, sadece eğer diğer tenor davet edilmezse sarkı söyleyeceklerini bildirdiler.

1987 senesinde Jose Carreras rakibi Domingo’dan daha dişli bir düşmanla karşılaştı: kan kanserine yakalanmıştı! Kanserle çok acil mücadeleye başlaması gerekliydi. Tahliller, ilik nakilleri, kan nakillerinin yanı sıra ayda 1 kez Amerika’ya gitmek zorundaydı. Bu koşullar altında çalışamaz olmuştu ve tedavi maddi durumunu aşmaya başlamıştı. Sonunda dev tenör Carreras’ın parası bitmişti! Dostları aracılığıyla Madrit’te kan kanseriyle mücadele eden “HERMOSA” adında bir vakıf keşfetmişti. Vakfın desteği sayesinde Carreras amansız hastalığını yenerek şarkı söylemeye geri döndü. Kısa sürede tahtına oturdu, layık olduklarını haketti.

Hayatını kurtran HERMOSA Vakfı’na katılmaya karar verdi ve vakfın yasalarını okurken, Vakfin kurucusunun en önemli katılımcının ve vakfın baskanının rakibi Placido Domingo olduğunu ögrendi!