bildirgec.org

türk edebiyatı hakkında tüm yazılar

günah çıkartma

kahramancayirli | 02 June 2009 13:32

Sinepil, pilli’nin en sevdiğim kısımlarından biri. Sinema, filmler, oyuncular, yönetmenler,.. velhasıl sinefiller ya da herhangi bir film izleyicisi için çok hoş. Sinepil benzeri bir edebiyat oluşumu açılsa çok verimli ve keyifli olabilir. Hafif’te kimi yazar-okurlar kitap eleştirilerinden, amatör şiir, deneme, kısa öykü çalışmalarından yer yer rahatsızlar. Haklılar belki de, sinepilvari bir edebiyat sitesi olsa, biz de orada kendi çöplüğümüzde ötsek, şiirler, şairler, yazarlar, edebi ürünler gırla gitse… Tabii yine editoryal bir çift gözün rehberliğinde, güzel olmaz mı?
Bu, günah çıkartma kısmıydı diyelim. Yine okuduğum bir kitaptan söz edeceğim: Sibel Torunoğlu – Travesti Pinokyo. Kitabın yazarına yıllar önce şizofreni teşhisi konmuş, yazar değişik bir metin kaleme almış, karakterler bulanık, olaylar bulanık, mutlaka alın okuyun diyemem elbet ama böyle de bir kitap var, haberiniz ola, diye..
Sırada Eddie Little – Cennette Bir Gün Daha var. Yine malum, Ayrıntı Yayınları, malum, Yer altı Edebiyatı serisi. Normalde 20 tl olan kitabı İzmirde bir kitapçıda 4 tl görünce hiçbir şeyine bakmadan aldım, bakalım o nasıl çıkacak. Kitap okurken yayınevlerini tanımak, onlara güvenmek, güzel bir his..
Sibel Torunoğlu’nun Tımarhane Günlüğüm diye bir kitabı daha varmış. O da ilginç bir okuma sunabilir insana. Edebiyat dediğiniz değişiklik içermeli zaten, değil mi?

Altmışdört yılın ardından: Meral Çetinkaya

kahramancayirli | 27 May 2009 13:30

Altmışdört yılın ardından: Meral Çetinkaya
Kahraman Çayırlı

Zaten huyumuzdur bizim. Sanatçılarımızın değerini, ancak onları kaybettiğimiz vakit anlarız. Hayattayken saygı duymamız gereken insanların kıymetini bilmek için, onların yitip gitmelerini bekleriz illa. Benim bu yazı ile niyetimse, yıllardır sadece işini yapan ve her daim takdir edilmeyi hak eden gerçek bir sanat insanını anlatmak: Meral Çetinkaya’yı..1945 yılında Bursa’da doğan Çetinkaya’yı ben ilk kez Bizimkiler’in (Yalçın Yelence/ 1989-2001) Ayla’sı olarak tanıdım. Oysa “Sanat Tarihi” eğitimi alan yetenekli sanatçı, 1969 yılından itibaren “oyunculuğun er meydanı” olan tiyatro sahnesindeydi. Dostlar Tiyatrosu’nda uzun yıllar çalıştı. “Şili’de Av”, “Alpagut Olayı”, “Bitmeyen Kavga”, “Gün Dönerken”, “İkili Oyun”, “Yalınayak Sokrates” sanatçının oynadığı oyunlardan. Tiyatro yaşamını ise halen Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sürdürüyor. “Bir Yaz Evi”, “Hadi Öldürsene Canikom”, “İlk Gençlik”, “İvan İvanoviç Var mıydı? Yok muydu?”, “Ocak” son temsillerinden.

Meta – edebiyat

kahramancayirli | 26 May 2009 12:26

Meta-edebiyat
Kahraman Çayırlı

Modernleşme bütün dünyayı etkisi altına alırken, yalnızlaşan bireye tek bir şey vaat ediyordu: Daha fazla para! Gitgide daha fazla nesneye sahip olmalı, maddi-manevi tüm değerlerimizi öğütmeliydik. Öğüttük de. Modernleşmenin yozlaştırıcı değneğinin dokunduğu her ülkenin kültür ve sanatı, bu kurutucu etkiden nasibini aldı. Gerçek anlamda sanat yapmak, üretmek isteyenlerin yerini günübirlik, görsellikleriyle ayakta durmaya çalışan neo-sanatçılar kaptı. Her şeyin metalaştığı bu dönemde, yazarların edebi niteliklerinden ziyade onların özel yaşamlarından, son sevgililerinden haberdarız. MediaCat dergisinin HTP Exclusive’e yaptırdığı “yaşayan en popüler Türk yazarları” anketine katılanların yüzde 64’ünün herhangi bir yazar ismi belirtememesine şaşmamalı. Anket sonucunda hazırlanan “en marka(!) yazarlar” listesinde Orhan Pamuk’un yüzde 20’lik oranla birinci sırada yer almasına ne demeli peki? Pamuk’un ismini kaza bela telaffuz edebilenler, milliyetçilik polemikleri vesilesiyle mi yazarın ismini zikrettiler yoksa aralarında “Cevdet Bey ve Oğulları”nı, “Kara Kitap”ı veya “Benim Adım Kırmızı”yı okuyan, en azından yazarın kitaplarından herhangi birinin ismini duyan var mıydı?Gelişmekte olan bir ülke olarak sürekli okumamız, düşünmemiz; düşündüklerimizi özgürce ifade etmemiz gerekirken, magazin ağırlıklı, bol resimli / sansasyon haberli gazeteler günlük bir milyon tirajı rahatlıkla aşıyorlar. Fikir gazetelerimizse ancak otuz-kırk bin eve giriyor. Kitap satışlarında da durum farklı değil. Yeni bir beyaz eşyanın veya süpermarket raflarını süsleyen herhangi bir gıda maddesinin tanıtımı yapılıyormuş gibi kitapların, yazarların reklamı yapılıyor etrafımızda. Böylece görece daha çok düşünsel değeri olan, daha edebi nitelikte, okura daha fazla birikim katabilecek eserler kitabevlerinde tozlanırken, geniş kitleler bol reklamı yapılan “kof” kitapları alıyorlar.

zeki demirkubuz – kıskanmak

kahramancayirli | 15 May 2009 14:53

gökçe
gökçe
aylin aslımın ilk albüm kapağı
aylin aslımın ilk albüm kapağı

Ayça Şen’i tanıyor muyuz? Radikal Cumartesi’deki süper geyik yazıları, radyo programları, Saatçi Bayırı romanı, oğlu Memo derken albümü düşüverdi elimize. Astronot, kaliteli, kulaklara iyi gelecek bir albüm. Mor ve Ötesi’nden Burak Güven ile çalışmış.. Oryantal adlı ilk klibi çıktı çoktan, dönüyor bile..
Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü geçen yıl şair Gülten Akın, bu sene ise roman yazarı İhsan Oktay Anar aldı. Önümüzdeki sene kim kazanır dersiniz?
Altın Portakal Şiir Ödülü’nün kime verileceğini de epey merak ediyorum. Cevat Çapan, Birhan Keskin, Lale Müldür, bu ödülü önceki seneler kazananlardan birkaçı..
Kitapçılara girince birçok edebiyat dergisi görmek sevindiriyor beni. Yeni ayların ilk günlerini bu yüzden çok seviyorum. Edebiyat dergilerinin yeni sayılarını beklemek, müthiş bir heyecan, benim için, mutluluk.. Sadece İstanbul değil, küçücük ilçe ve illerden de nefis dergiler geliyor, ne güzel.
Hande Altaylı’nın ikinci kitabı, Maraz, yerini aldı kitapçılardaki. Hatırlarsınız ilk kitabı Aşka Şeytan Karışır, 2006 yılının en çok satan yirmi kitabından biriydi. Bir edebiyat delisi olarak elbette yeni kitabının satış grafiğini de ilgiyle izleyeceğim.
Göksel’in yeni bir müzik şirketine geçtiğini biliyordum. Menajerini, ekibini de değiştirmişti. Yabancı ülkelerde geziniyordu en son kendini yenilemek için. Yeni şarkılarını bekliyordum bu yüzden. Mektubumu Buldun mu? ile çıkageldi. Kulaklara aşina şarkılarla. Dilerim bir an evvel yeni şarkılarından oluşan bir albüm yayınlar.
Aylin Aslım’ın yeni albümüyse çıkamadı bir türlü. Nisan sonu dediler, mayısın ikinci haftası raflarda olacak dediler. Canını Seven Kaçsın’ı bekliyoruz bakalım.
Bu sıra hangi radyoyu açsam Demet Akalın. “Pembesi gitti tozu kaldı” Bu yazın şarkısı bu mu olacak, göreceğiz. Yoğun istek üzerine klip de çekmiş.
Radyoda Gökçe’nin yeni albümünden bir şarkı dinledim pek de sevdim ama şarkının ismini bilmiyorum. Çıkış şarkısı 5 Kuruş’u sevemedim bir türlü..
Dağlarca’yı kaybettikten sonra sorumuz şu: Yaşayan en büyük Türk şairi kim?..

iki mektup

kahramancayirli | 08 May 2009 13:48

I

ya az önce iğrenç birşey oldu. bir çocukla yazıştım, çok yakışıklıydı, fiziği düzgün vesaire, hadi gel alayım seni gezer takılırız felan dedi. gittim ben de. meğer çocuğun 8 aydır sevgilisi varmış, ama “open relation”muymuş neymiş, bir yandan da başkalarıyla tanışıp yatıyorlarmış felan. evime nasıl kaçacağımı şaşırdım geri. çok garip geldi bana. belki de normal birşeydir bu çoğu insan için..ben 22 yıldır nerede yaşıyordum ki..bu insan olmak iğrenç birşey galiba haklısın..

iki gün önce de başka bir çocuğa denk geldim. hoş, yakışıklı, iyi, güzel, hoş beş felan, sebebini bilmiyorum, aklıma bir an sen geldin, -görüştüğümüzde- çocuğun üstüne kustum.

ihsan oktay anar

kahramancayirli | 07 May 2009 14:40

Aslında her gün Pasaport vapuru ile geçiyorum karşıya, dünse Konak vapuruna bineceğim tuttu. İyi ki de binmişim.
Vapurdan indiğim yerde bulunan kafede oturan bir adamı İhsan Oktay Anar’a benzettim. Önce o değildir herhalde dedim, utandım çekindim geçip gittim. On saniye sonra geri döndüm. “Affedersiniz, sizi bir yazara benzettim, İhsan Oktay Anar’a” dedim. “Evet, ben İhsan. Buyrun oturun karşıma” dedi. Erdal Öz Edebiyat Ödül Töreni’ndeki fotoğraftan kendisini tanıdığımı, Suskunlar hariç tüm romanlarını beğenerek okuduğumu, en çok Puslu Kıtalar Atlası ve Kitab-ül Hiyel’i sevdiğimi, karşısında çok heyecanlandığımı, herkesin bir an daha ekranda, fotoğraflarda görünebilmek için bunca uğraş verdiği bir zamanda hiçbir yere röportaj vermemesinden, hiçbir yerde görünmemesinden söz ettim. Medyatik olmanın kimseye bir zararı olmadığını, ama hiçbir yerde görünmemesinin kendi tercihi olduğunu söyledi. Ben de sıradan bir insanım, sıradan biri gibi yaşıyorum, dedi. Ne kadar bilgili ve derinlikli olduğu nasıl belli halinden, anlatamam, orada bulunup hissetmeniz gerekiyor. Nasıl ağırbaşlı, nasıl mütevazı. Onun kitapları kadar ilgi gören, satan, okunan ve beğenilen başka bir günümüz yazarı olsa havasından yanına uğranmazdı herhalde. Nerede çalıştığımı sordu. Ceketimin cebindeki kitaba bakmak istedi. Bu devirde pek rastlamadığımız bir durum, diye tanımladı yanımda kitap taşımamı. Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak romanı vardı cebimde. Bu kitabı okumadığını söyledi. Bu kitabı şu anda Zeki Demirkubuz’un Kastamonu’da filme çektiğini, Demirkubuz’u bir yönetmen olarak çok beğendiğimi söyledim. Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde akademisyenliğe devam ettiğini söyledi, ben sorunca. Çok teşekkür ederek, onca mutluluk ve heyecanlar içinde, yanından ayrıldım.
Elif Şafak, Anar’ın etrafta hiç görünmeyen tavrını biraz olsun kendine örnek alırsa Şafak’ın tüm romanlarının hayranı biri olarak çok mutlu olacağım.

Amma da okuyoruz ha!!

makaleci | 30 April 2009 12:33

Popülizmin dibine iyice vurduk!

Bize sunulan materyallerden hiç de rahatsız değiliz, bol bol magazin, pop, günlük tüketim yapıtları, tv proceleri içinde gark olup gitmişiz.

Buna bende dahilim, bu yüzden işin bu kısmını pek de dert etmiyorum.

Yani çok pis tv de izliyorum, dizi de takip ediyorum. Bildiğiniz gibi Serdar Ortaç falan da dinliyorum, neyse…

Ama fark ettiğim öyle sinir bir durum var ki, bu duruma muhalif kalmak istiyorum nedense. Bünye o kadarını da kabullenmiyor sanki, bu kadar da değil diyorum…

”Son çıkan kitapların pompalanmasına” benim diyeceklerim.

Arızalı zamanlar öksüz kaldı

kahramancayirli | 22 April 2009 11:29

Arızalı zamanlar öksüz kaldı

Kahraman Çayırlı

Ankara’da köklü ve saygın bir sinema, salonlarından birini, bir haftalığına, 2005 Haziranında ona ayırdı. Üçüncü günün konuk filmi ise 1979 yapımı, Adana’da anne-babaları ölünce emmilerini aramak üzere İstanbul’a gelen iki çocuğun sokaklarda yitiş öyküsüydü: “Yusuf ile Kenan”. Birazdan film başlayacak, ışıklar sönmek üzere, o da ne! Koca salonda tek başınayım. Arada salon görevlisinden öğreniyorum ki, ancak “Anayurt Oteli”ne on-on beş kişi gelmiş, kimi seanslara hiç kimse gelmediği için film oynatılmıyormuş bile! Ona verilen değer bu mu? “Hababam Sınıfı Askerde”yi sinemada iki milyonu aşkın insan seyrederken, onun izleyicisini neden parmakla sayıyordum? Yine film arasında üzülerek gördüm ki, seyircinin çoğu canavar bir kayınvalidenin anlatıldığı Jennifer Lopez’li “Vay Kaynanam Vay”ı seçmişti…

yeşim ağaoğlu ve mustafa erdem özler

kahramancayirli | 15 March 2009 15:04

yeşim ağaoğlu
yeşim ağaoğlu

bu bir şiir ve şair yazısı.
bir sürü şair var, bir sürü şiir var. ama hepsi insana dokunmuyor, tanıdık gelmiyor. insan her şiiri gidip dolabının üzerine, duvarına yapıştırmak istemiyor, her şiirle aynı yastıkta uyumak istemiyor. az şiir ve şair özel çünkü. hele de o şairi siz keşfetmişseniz.
yeşim ağaoğlu tam da öyle bir şair. çok görünmüyor, özlettiriyor, beklettiriyor kendini. istanbul’da doğmuş. istanbul üniversitesi arkeoloji mezunu. “türk arkeolojik belgesel filmleri ve suha arın’ın arkeolojik belgesel filmleri” üzerine yüksek lisans yapmış… şairin özgeçmişi böyle devam ediyor. nedense artık bu özgeçmiş kısımlarından sıkılmaya başladım. şiirlerinin onsekiz yaşından beri muhtelif sanat ve edebiyat dergilerinde yayımlandığından söz edip bırakalım. bir yazar ya da şairi sevmek için onun hayatı hakkında pek bir şey bilmemek gerek diye düşünürüm hep. bu sefer son olsun, yazar ya da şairlerin gündelik yaşamlarından söz etmeyelim bir daha.

çorba iki

kahramancayirli | 09 March 2009 17:40

www.turkjapan2003.org adresinden alınmıştır, portre - neş'e erdok
www.turkjapan2003.org adresinden alınmıştır, portre – neş’e erdok

murathan mungan’ın son öykü kitabı kadından kentler’in kapağı bilmem dikkatinizi çekti mi. o güzel kapak, yılların ressamı neş’e erdok’un bir resmi aslında. mungan, öykülerinin içeriğine en uygun resmi seçmek için epeyce taramalar yapmış erdok’un tüm ürünleri arasında. ne kadar yerinde bir seçim yaptığını, bilmem söylemeye gerek var mı…