bildirgec.org

son hakkında tüm yazılar

Veda…

sekoci | 14 March 2008 23:37

Kapıyı açtı…
Yan yanaydılar…

belki de bir daha hiç olamayacakları kadar yanyana
ve
yakın….

İstanbul’a bu yıl ilk kar yağdığı gündü
Cumartesi….
akşam saatleri…

oysa ‘sanki hiç yağmamış gibi’
olmuştu
yağmurdan sonra….
bir tek kar tanesi yoktu şehirde…

‘acelen mi var?’ dedi…

ayakkabılarını hırsla hızla giyiyordu’ ki

Sonra Sarıldı…

Daha önce onlarca kez yaptığı
Ama daha önceki onlarcasının hiç olmadığı gibi…

‘bir sorunun ya da ihtiyacın olduğunda beni ara’

Sessizliğin sesi

xmetisx | 08 March 2008 00:34

Sessizliğin sesinin istediği kadar çıkması durumuna sabitlenmiş, sığ bir kaç yaşam yaklaşır ellerime, önce ürkek, sonra telaşlı tanımaya çalışırım, kimlerin huzursuzlukları bunlar diye… Bilgeç periler kulaklarımda,içtenliğinden şüphe duyduğum fısıltılarıyla…

Ben! Bu ülkenin evladı. Ben yüzü gözü utanç yanığı bitkin ve yorgun, bir insan kıyımları gözleriyle görür de nasıl dayanır… Bir insanın babasının öksürüklerinde gizliyse geçmiş, onu nasıl sorgulamaz… Nasıl içtenliğine küfretmez yaşamın?.. Ben, bu ülkenin tek tipleşen insanlarının farklı olduğum için dışlanmış kişisi…
Bir eli olağan üstülüklerde, bir eli olmuş olanların vahşetinde, gözlerini sımsıkı yummuş, korkmuş, gözyaşları yeni merhem olmuş sızlayan ruhuna…

Dünyanın sonu gerçekten bu tarih mi?

makaleci | 28 February 2008 20:45

İngiltere-Sussex üniversitesi astronomi departmanı bilimadamı Robert Smith; Güneş’teki hidrojen tamamen helyuma dönüştüğünde, Güneş şu ankinden 250 kat daha büyük bir hale gelecek ve büyük bir ateş topuna dönüşecek. Ağırlığının artması ise çekim gücünü azaltacağından Dünya Güneş’ten uzaklaşacak. İlk bakışta bu uzaklaşmanın Dünya’yı korkunç sondan kurtaracağı düşünülebilir. Ama gerçek böyle değil. Dünya kendi çekim gücü nedeniyle Güneş’te gel-gitler oluşmasına neden olacak, bu gel-gitlerden yeterince uzaklaşamayacak, Güneş’in etkisinden kurtulamayacak ve korkunç son gerçekleşecek” şeklindeki açıklamasıyla yani Dünya’nın Güneş’in korkunç etkisi karşısında dayanamayıp yok olması tahminen bundan 7,6 milyar yıl sonra gerçekleşeceğini belirtti. Detaylar burada

haberin türkçe kaynağı şurada

İnternetin Sonu

yok2504 | 21 February 2008 20:44

yalnış duymadınız google reader ile interneti sonunu bulmak mümkün, bunca yıl yaw bu internetin sonu neredeydi diye merak edenler için google readerda ufakta olsa bir espri yapmışlar. bir ara google readerı karıştırırken bir fakettimki;

<-- bunu favoriler çubuğunuza sürükleyin

adlı yerdeki

Sonraki

butonuna tıkladığınızda

google reader ayarlardan bir görüntü
google reader ayarlardan bir görüntü

şuraya gidiyorsunuz.

ingilizce şöyle bir metinle karşılaşıyorsunuz

Düş, Gece, Deli, Son..

Canopus | 04 January 2008 22:31

Yünlü bir battaniyeyle örttüm düşlerimin üstünü,
Kanser gecenin arka camı sileceksiz,
Görevli rozeti eksikti…
Geceyi beğenemedik,
‘sana değemeyiz’dedik.

Karafatmalar basardı illaki masallarımızı,
Lahana bebek, Peter Pan,
Kimler gelmezdi ki uçan halıya!

Ve yükseldikçe barikat kurmuş düş yasakçılarının üzerinden,
Tek renkli mutluluklar basardı bedenlerimizi.

Kendimi toparlamaktan bananeydi!
Aklımı al,hepsini al, demek gelirdi içimden sana…

Hem zaten hangi masalda anlatıcı,
Sözler bittigi halde terketmezdi ki ülkeyi?

OKINAWA

linet | 17 December 2007 17:06

Bir haftasonu daha geçti, kimi zaman dışardaydım, çoğunlukla evimde.. Evde olmak bana huzur veriyor, televizyonun karşında zaman geçirmek,yada hiçbir ses olmadan okunan gazeteler, dergiler ve gözlerim kapanmaya başladığında sıcacık yatağıma girip gündüz uykusu uyumak, sonra karnım acıktığı için uyanmak çok güzel. Uykumda karnım acıkınca önce neler yiyebileceğimi düşünüyorum, hayalimde açıyorum buzdolabının kapısını, olanlara idare etmek en iyisi, çıkıp alışveriş yaparsam aç karnına alakasız şeyler almam mümkün, düşüncelerim daha çok acıkmama sebep oluyor, fırlıyorum yataktan.. Yarım saatte kendime ve evdekilere şahane bir sofra hazırlayıveriyorum, bu sofra öyle geleneksel akşam yada öğle yemeği sofrası değil ama önden çorba, sıcak etli bir yemek ve ardından zeytinyağlı ve duruma göre pilav, makarna yada böreğin yendiği bir sofra olmuyor.. Aklıma ne eserse getirdiğim, özgür bir sofra bu.. Kahvaltılıklar, kurabiyeler, kızarmış sucuk, limonlanmış maydanoz, kekikle harmanlanmış domatesler, belki dünden kalma börek ama illaki ısıtılmış, yeni yapılmış makarna yanına bol soslu sosis asıl yemek bu ama hazırlarken dolapta ne bulduysam sofraya taşımışım, ayran mı içsem yoksa meyve suyu mu kararsızlığımla çayı da demlemişim:) Alakasız bir saat hemde dörbuçuk civarı bu saatte yenen yemek ne akşam yemeği oluyor nede öğle yemeği, o yüzden iyice abartabilirim, kapanışı dolapta köşede kaldığı için gözden kaçmış bir kase puding ile yapıyorum, akşamı meyve ile geçirdiğimde bu aldığım kalorileri dengelemiş olurum diye kendimi kandırıyorum.. Sonra aklıma şu dünyada en uzun yaşayan insanların olduğunu duyduğum ada geliyor bir Japon adasıydı, neydi adı Oki li bişi, şimdi pc başına geçmek istemiyor canım, yarın bakarım diyorum. Ve size bugün o adadan bahsetmek istiyorum. Beyaz Melek filmini seyrettiğimden beri yaşlı insanlara her zaman hürmet etmeme rağmen, aslında hayatımızda ve bu koşturmacada bazen unuttuğumuzu düşünüyorum. Cuma akşamı bir programda duydum bu adanın adını OKİNAWA . Bu adanın özelliği en uzun yaşayan insanların bu adada bulunması imiş.. Okinawa yaşlıları, 80’li yaşlarında pazarda sebze satmaya, seks yapmaya, 90’lı yaşlarda kırlarda dolaşmaya, gülmeye, şakalaşmaya devam ediyorlar .Bu adada eskiyi korumak, eskiye sahip çıkmak, zamanla yaşlıyı korumak, yaşlıya saygı duymak, yaşlıyı kutsamak, anlamak, onu yaşamın içinde tutmak anlayışına dönüşmüş. Yaşlı birinin elinden tutmanın, yaşlıya dokunmanın bile yaşam enerjisi aktardığına, kendilerine uzun yaşam gücü sağladığına (ayaguri) inanıyorlar. Okinava’da her yüzbinkişi içinde yüz yaşını aşkın 34 insan var. Okinava’da her yıl 427 kişi 100 yaşını geçiyor…. Sağlıklı bir okinawalı olmam mümkün değil sanırım bu Pazar öğle uykuları ve öğleden sonra sofrasıyla bu zor gözüküyor:) buradan buyrun

Sodom’da bekleyiş…

d e g g i a l | 22 November 2007 00:21

Dylia’nın, şimdiki duygularını tam olarak açıklayabilmesinin mümkünü yoktu.Yoğun terkedilmişlik,ızdırap,öfke,açlık…Yüzlerce yıl geçmişti üzerinden ama hala dün gibi aklındaydı efendisiyle mutlu günleri…Dylia ona delicesine aşıktı,tapıyordu ;efendisi ona ölümsüzlüğü vermişti,sonsuza kadar bir solucan olup onun yanında sürünebilirdi.Efendisinin şeytansı bir çekiciliği vardı,Dylia’ya kötülük etmişti onu sonsuzlukla lanetlemişti böylece kendi bencil duygularını doyurabiliryordu,karşısındaki ruhu sömürüyor bir kene gbi emiyordu.Zavallı ruhun kederi,çırpınışı ona inanılmaz bir zevk veriyordu.Ne yazıkki Dylia’nın gözleri henüz açılmıştı…
Artık efendisi hayatında değildi,aslında bu duruma hala bir şekilde üzülüyordu,nasıl da ona karşı gelmeyi başarmıştı…
Efendi,elindeki ruhları tuhaf revklerini tatmin için kullanırdı,onların beynini yıkayıp insani duygularını köreltirdi.Yaptığı şeyleri anımsayınca güzel gözleri yaşla doluyor,sanki yüzüne bir iki çizgi daha ekleniyordu.Lanetliydi,sonsuza kadar bunlar onunla yaşayacaktı.Kendisini her seferinde aşağı attığı sarp kayalıklar da bıkmıştı artık ondan…
Peki etkisi altında olduğu varlığın yaptırdıklarından sorumlu tutulabilir miydi? O kadar çok can yakmıştı ki,ama hiç can almamıştı,biri hariç…Efendisi hep ölüm bir kurtuluştur demişti ona,sonrası boşluk.Dylia peki ya cennet ve cehennem demişti.Efendi hafif alaylı bir gülümsemeyle yanıtladı:’çok fazla masal dinlemişsin,hayat enerjidir,ölüm de bunun yer değiştirmesi,bu dünyada ruhunu yücelticeksin bunu yalnızca ben sana öğretebilirim böylece ölünce yok olup gitmeyeceksin eriyip sönen mumlar gibi’…
Dylia güçlerini artık kendi özgür iradesiyle kullanacaktı,iyilik savaşçısı olmaya karar vermişti…
Rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki,sırtını denize çevirdi geniş ovalara doğru döndü,diz çöktü başını gökyüzüne kaldırdı dünyaya karşı günah çıkaracaktı,boşluğa seslenecekti ama en azından bi parça da olsa içinden atacaktı.Gözlerini kapadı…
Küçücük bir kulübedeydi,efendisi kulağına fısıldıyordu,evdeki kadının bağrışları köyü inletiyordu Dylia gelen çocuk oğlan olmalı diye düşündü ve gülümsedi,nihayet başı gözükmüştü geliyordu,Efendi ‘öldür’ dedi;Dylia küçük bebeğin iri gözlerine baktı dakikalarca sonra da etrafına sanki herkes efsunlanmış gibi gülümsüyordu sonra yüzlerdeki ifadeler değişmeye başladı kaygı,merak,üzüntü ve yine bağrışlar…Efendi yine fısıldadı:’Aferin köle’…
Dylia ne hissettiğini anlayamıyordu sadece pişmanlık hissetmediğini biliyordu,peki geçmiş niçin ruhunu böylesine acıtıyordu? ,efendisi onu terk etmişti,özgürdü ama yine de mutlu değildi aklından sürekli bu yalnızlık bana verdiği ceza,geri dönecek diye geçiriyordu.Tekrar gözlerini kapadı ve efendisine karşı geldiği geceye döndü…
Dylia çekici bir kadındı,çok uzun zamandır Efes’in hayallerini süslüyordu.Efendi buna ses çıkarmıyordu açıkçası bu Dylia’nın canını sıkıyordu neden beni kıskanmıyor diye düşünüyordu.Efes’i mutlu etmeye çalışıyordu,tüm amacı efendisini kıskandırmaktı hatta Efes’i sevmeye bile çalıştı.Genç adam etrafında pervane oluyor Dylia’nın her isteğini yerine getiriyor,çırpınıyordu ama hiç bir zaman yetirememişti.Dylia artık efendisini çok iyi tanıyordu,çok iyi biliyordu ki genç adama aşık olmasını istiyordu,iki taraf da sevince herşey daha can yakıcı olacaktı,ama çok yanılmıştı…Bir gece şatoya efendisinin yamacına döndüğünde gördüğü manzara karşısında kanı donmuştu,atmayan kalbi sanki tekrar çarpmaya başlamış göğsünü sıkıştırıyordu,Efendisi ve sarışın bir köylü kızı çırılçıplaktı…Dylia’nın yüzünde duyduğu yanma hissi ve gerginliği her an çılgınca birşey yapacak izlenimi veriyordu,Efendi Dylia yı görmüştü,görmesine de gerek yoktu hissederdi ama Dylia’yı görmezden geliyordu,Dylia elleriyle gözlerini kapattı şimdi,şimdi,şimdi onu öldürmem için kulağıma fısıldayacak şimdi diyordu…Ellerini indirdi ama değişen birşey yoktu sonunda dayanamayıp yanlarına gitti kızı tam boynundan tutup çekecekken efendi onu duvara fırlattı,onu duvara çiviledi sanki kıpırdayamıyordu.Efendi kulağına fısıldadı:’bütün gece burda kalıp bizi izleyeceksin’,somra köylü kızıyla sevişmeye devam etti…
Dylia değil bütün gece 1 dk daha bu manzaraya katlanamazdı,kızı milyonlarca parçaya ayırıp herbir parçasını gökyüzünden dünyanın başka başka yerlerine serpelemeliydi…Yalvarıyordu,efendisinin buna bir son vermesini istiyordu,Dylia yalvardıkça sanki görünmez hançerler kollarını bacaklarını kesiyordu,ağlıyordu sonunda bağırmayı kesti…Dylia’nın sustuğunu farkeden efendi kalktı ve yanına geldi kulağına fısıldadı pes edip etmediğini sordu,Dylia bir yılan gibi kıvranarak ayaklarının dibine düştü ‘evet’ dedi.Efendi o zaman yap hadi dedi,Dylia anlamadı ‘neyi efendim’ diye karşılık verdi,Efendi ‘yap,bu hayatta seni en fazla üzecek şeyi yap’ Dylia hala anlayamıyordu,o kadar iğrençlik ve verdiği acılardan sonra insanoğluna daha ne çektirebilirdi ki,Efendi önüne bir hançer bıraktı ve ‘yap’ dedi,Dylia ‘Efendim sizi anlayamıyorum dedi’,Efendi tekrar usulca eğilip kulağına fısıldamayı tercih etti,Dylia tam saçlarının kokusuna dalmışken efendi:’öldür beni bunu bir tek sen yapabilirsin dedi’…
Dylia’nın göz bebekleri küçülmüştü,neeeeee diye haykırabildi sadece ve asla dedi,Efendi ‘tekrarım yoktur bilirsin,birşeyi istediğim zaman istediğim yerde yapacaksın,iyi düşün’dedi,Dylia böyle birşeyi nasıl isteyebilrdi,’o hançeri alın ve kalbime saplayın efendim’diye yanıtladı.Efendi 2 adım geri çekildi ve gülümsedi,o sırada Dylia sanki ruhu huzur bulmuş gibi hissetti sınavı geçmişti yine başarmıştı,bir dakika geçmeden efendi Dylia’ya sözünü söyledi’Defol!,sonsuza kadar…’
Ne yazıkki sonrasında sıraya giren aylar,yıllardı tek dostu,sabah uyandığında efendisi gitmişti,artık tatlı fısıltısı yoktu…
Gözlerinin önünden o kadar çok görüntü geçiyordu ki,ama aklını toplayamıyordu bir türlü,hep o eski şatodaydı efendisinin dizi dibinde oturuyordu.Neden efendi ondan kendisini öldürmesini istemişti,o da mı kendi gibi bıkmıştı yoksa sonsuzluktan…
Anlamsızdı herşey,belki de hançeri efendiye saplamalıydı nasıl olsa ölümsüzdü,ama efendi bir tek benim onu öldürebileceğimi söylemişti diye geçirdi aklından,bir türlü anlam veremiyordu…Aşağı dalgalara baktı ve gökyüzüne karşı haykırdı,’efendim sizi seviyorum,bana her iki şekilde de sizsiz bir hayat sundunuz ne yapabilirdim ki’…
Göğsü yine sancıyordu,belkide iyiliğin savaşçısı olmaya koyulmalıydı artık…
Arkasını döndü vee birden dizlerinin çözüldüğünü hissetti efendisi yine karşısındaydı,karanlık dünyasının anlamı yine fısıldamaya gelmişti…

İstanbul Bienali, 4 Kasım Pazar günü sona erecek.

taninmayan-68170 | 02 November 2007 12:44

Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
3 Kasım Cumartesi

Kitap sunumu, 15.00-16.00
Çatışma Kenti – Kudüs ve Çatışma Şehirciliğinin İlkeleri
Editörler: Tim Rieniets / Philipp Misselwitz, Birkenhauser,
Allianz Kulturstiftung, ETH Zurich, DARCH Faculty of Architecture Chair for Architecture and Urban Design, European Commission�un katkıları; 10. Uluslararası İstanbul Bienali ve studioKAHEM işbirliğiyle.

Panel, 16.00-18.00
Kentsel Tasarım: Kamusal Alan? Siyasi Araç? Tüketici Seçimi? İstanbul’da Kentsel Ayrışmanın Yeni Biçimleri
Katılımcılar: Emre Arolat, Orhan Esen, Murat Diren, Tim Rieniets, Philipp Misselwitz
Moderator: Asu Aksoy