Sessizliğin sesinin istediği kadar çıkması durumuna sabitlenmiş, sığ bir kaç yaşam yaklaşır ellerime, önce ürkek, sonra telaşlı tanımaya çalışırım, kimlerin huzursuzlukları bunlar diye… Bilgeç periler kulaklarımda,içtenliğinden şüphe duyduğum fısıltılarıyla…Ben! Bu ülkenin evladı. Ben yüzü gözü utanç yanığı bitkin ve yorgun, bir insan kıyımları gözleriyle görür de nasıl dayanır… Bir insanın babasının öksürüklerinde gizliyse geçmiş, onu nasıl sorgulamaz… Nasıl içtenliğine küfretmez yaşamın?.. Ben, bu ülkenin tek tipleşen insanlarının farklı olduğum için dışlanmış kişisi…Bir eli olağan üstülüklerde, bir eli olmuş olanların vahşetinde, gözlerini sımsıkı yummuş, korkmuş, gözyaşları yeni merhem olmuş sızlayan ruhuna…Ben! İçinde bulunduğu durumda, saygıyla maskesini çıkartıp acizce nemlendiren gözlerini, öylesine kirli, bir o kadar saf…Ben! İnsan neslinin soyundan… Tanıdın mı küçük dostum? Bakma bana gözleri mahmur, kediliğini bil…kendimden vazgeçerim… lütfen… bakma öyle… oysa bazıları pişmanlıklarımı küçük heybesine koymadan önce…çok önce başladı destan… denizin dalgaya emri gibi sürüyordu yaşam, bütün olağanlığını sergiliyordu yeryüzü için. Sonra bizim atalarımız topraklara adım atar, taptıkları kibele gibi topraklara bereket kokan tarlalara, işin özetizamanın orta yerine.Hani demiş ya Nişapur’lu Ömer: “Zamanın iki yüzü vardır; birini güneşin hareketleri, diğerini tutkular belirler.” diye… tutkularının esiri, güdülerinin parıltısının peşinden koşan yaratıklar olmuşuz, uzun süre sonra zamanı durdurmak için çalışmışız. Çünkü tutkularımız küçük dostlarımıza zarar vermiş (senin gibi), kibeleyi doğurganlığından alıp, fakir hizmetçi kılığına sokmuş, ayaklar altına atmış… Tutkularımız birbirimize hançerlerle,
birbirimize hiçliğin o dayanılmaz soğuk cazibesiyle yaklaşmamıza neden olmuş… Tutkularımız birimlerimize karışmış,hırslamış toprağı, katliama esir etmiş doğayı, bir de böbürlenmişiz; “İnsan düşünebilen tek varlık!” düşünmese miydik,daha mı iyi olurdu dersin? Kiminle konuşuyorum! Anca miyavlarsın öyle… Al mamanı da aç kalma.. zira dünya aç, dünya susuz, dünya kirli şu an, bir de sen benzeme ona.Hırsız gönlümün yeni günden çaldığı bebek ağlaması kadar masum olsun geleceğin ufaklık… zira benim soyum tükenecekyakında çocuklarına anlatırsın kendi dilinde; herşeyi görerek yiten biri vardı diye… belki de… dilim varmıyor söylemeye… Pişmanlığım elimi kolumu bağlıyor durduruyor, susturuyor beni… olamaz, yok olamaz bizim yüzümüzden… anlıyorsun değil mi beni? Türdeşlerimden daha çok anladığın kesin… Suyumu paylaşmak isterdim ufaklık ama sorumsuzluk işte, unutmuşum… beklemek gerekecek bi kaç gün…