bildirgec.org

siyaset hakkında tüm yazılar

KÜRT AÇILIMI VE HİTLER

antiemperyal | 23 October 2009 09:47

C.Eren ÇELİK

Açılım dendi, saçılım dendi işte bugün gelinen noktada 34 tane PKK’lı geldi, bu PKK’lı grup serbest kaldı, 2 gün boyunca mitingler düzenlendi, gövde gösterisi yapıldı.

İşin en ama en garip ve acı yanı şu ki; İçişleri Bakanı bu teröristlerin Türkiye’ye girişlerinin hukuki zemininin “etkin pişmanlık yasası” olduğunu ifade ediyor ancak gelen teröristlerden (yoksa barış elçisi (!) mi demeliydim ?) hiç birisi “etkin pişmanlık yasasından” yararlanmak istemiyor. Sebep olarak da pişmanlık duyacakları bir şey yapmadıklarını ifade ediyorlar.

Tahsin Yücel: Peygamberin Son Beş günü

ben lik | 17 October 2009 11:40

Kurtuluşun komünizm ile olacağına inanmış insanların, yenilgiyi kabullenemeyerek kendi gerçekleriyle yaşamasını konu alır . Halkın tüm tabakalarının komünizme giden yolda savaştıklarını düşünen kahramanımız, gerçeklikten uzak düştükçe kendi dünyasında kaybolur, yabancılaşır, yaratıklaşır içinde yaşadığı toplumda. En yakın arkadaşının kapitalizmin ağına düşüşü gerçeğini bile kendini aksine inandırarak, kendince kabullenmesi , algılarının o yönde seçici olmasını kabullenişi, kahramanımızın içinde bulunduğu gerçeği gözler önüne sermektedir.İdeolojiler ve bireylerin yaşamları … Ne kadar özdeşebilir, ne kadar birbirini tamamlayabilir ? Öncelikle, inanılan ideolojinin bireyin hayatında can bulması gerektiğine inancımı belirtmem gerek sanırım ..Mümkün müdür bu ? Platon’a göre filozof-krallar tarafından halkın tabakları arasında oluşacak sorunları önlemek için söylenen “noble lies” yani mitler, efsaneler bir yönüyle ideolojilere benzetilebilir mi ? İdeolojiler de bir anlamda zaten var olan- ya da olacak sistemelere toplumu “inandırmak” için türememişler midir? Bir de bu inandırılmışlık içinde soyutlaşmamak- “bu günde” kalmak sorunu var. Herhangi bir ideolojiye sahip olmayan , ya da farklı ideolijiye sahip olan insanların çoğunluk olduğu bir dünyada ideolojili birey olmaya takılıyorum ben .. Bu birey ne yapmalıdır da , yabancılaşmasın , başkalaşmasın , ötekileşmesin bu yokluğun ya da farklılaşmışlığın içinde ?? Hem kendi içinden sıyrılmayı , hem de onu içinde tutmayı nasıl başaracaktır ? Ya da gerçekten ideoloji sahibi olup, aynı zamanda da soyutlaşması ne kadar kabul edilebilir ? Bu mudur ideolojiden beklenen? Bu mudur yapılması gereken ? Herzamanki pratik – teorik sorunu değil midir aslında bu ? Alan’a taşıyamamak sorunu değil midir ?
Ben de bu konuyu böylece bırakarak , sorunumu çözemeden bir nevi soyutlaşacağım ..

Joseph Fouche

buddhala | 07 October 2009 14:00

Rafta gördüğümde, ilgimi çekmeyen bir kitaptı aslında. Arkadaşım tavsiye etmişti ve içini karıştırınca okumam gerektiğine karar verdim.
Fransız ve dünya tarihinde belli bir yere sahip olamamış gibi gelir size Joseph Fouche, yoldan geçenlere sorsanız “İşe yetişmem lazım!” cevabını alırsınız, “Tanımıyorum!” ya da “Bilmiyorum!” demeye bile tenezzül etmez sorduklarınız. Sadede gelelim ve şahsi kanaatim, bir meslek ancak bu kadar kusursuz icra edilebilir ve ancak bu kadar iyi yapılabilirdi. Farklı yönlerden özdeşleştirdiğim biri daha vardı ama o bir film karakteriydi:Heath Ledger’ in Joker’ i. Bu ise kanlı canlı, Joseph Fouche’ dir. İkisinin en büyük ortak özelliği, birini onlara benzetirseniz Joker’ i de, Fouche’ yi de aşağılamış olursunuz. Çünkü kimse onlara benzeyemez, benzetilemez. Tarihin kötü karakterilerinden biri gibi gelir size, Joseph Fouche. Napoleon’ un önceleri sağ koluyken, sonradan “yaşamım boyunca tanıdığım en kusursuz dönek” diye nitelendirdiği Joseph Fouche, güvenlik bakanıydı. Abdullah Öcalan’ ın güvenlik bakanı olduğunu düşünün. Burda hakaret Fouche’ ye değil, Napoleon’ adır. Hiç kimse sağ kolu olan bir insanı, kendisi düştükten sonra -ki Napoleon’ un da ipini Fouche çekmiştir.- hala başta görmeye dayanamaz. Bunu sizi terk eden sevgilinizin hemen bir sevgili bulup mutlu olduğunu duyduktan sonra ona bok atmanıza benzetebilirsiniz. Sadede gelelim deyip yine uzattım: dünya siyaset tarihinde yüzlerce bu adamdan kırıntılara sahip insanlar vardır, siyasetçiler, iş adamları, öğretim görevlileri vardır, gazeteciler vardır ama hiç biri Joseph Fouche gibi değildir. Joseph Fouche’ de Joker gibi gökdelenden düşerken Batman’ i de aşağı çekmiştir. Batman artık eski Batman değildir, Dark Knight’ tır veya Napoleon koltuğunu paşalar gibi Kral’ a (Louis XVI) devretmiştir.

Banu Avar

uuuucar | 11 September 2009 13:32

Banu Avar
Banu Avar

Batıya endeksli ve bize sadece batıdaki hayatı özendirmeye çalışan medyamızın içinde bize kendimizi sevmeyi söyleyen gazeteci,belgeselci,yazar,program yapımcısı ve sunucu;Banu Avar.
18 temmuz 1955 Eskişehir doğumlu olan Banu Avar,gazeteciliğe Süreç dergisinde başladı.Ardından Günaydın,Dünya ve Vatan gazetelerinde gazeteciliğe devam etti.Londra City University televizyon bölümünde üst lisans yapan ve BBC Tv Belgesel kurslarını bitiren Banu Avar BBC Türkçe bölümünde yapımcı ve sunucu olarak çalıştı.Ardından Trt ‘nin Londra muhabirliğini yaptı.
Trt 1 ve Trt 2’de yapımcılığını,sunuculuğunu ve yönetmenliğini üstlendiği programları yayınlandı.
“I”, “Ceasar”, “Crimean War”, “The Great Game” ve “Troy” gibi BBC ve Discovery Channel belgesellerinin künyesinde Türkiye prodüktörü olarak yeraldı.
“Denizciler”, “Bir Zamanlar Kıbrıs’da”, “Artık Biz de varız!”, “Devlerin Savaş Alanı Afganistan”, “Türkiye Sevdalıları” gibi belgesellerden “Ohri“, “Güzel Ohri” Makedonca’ya çevrilmiş ve Makedon Ulusal TV Kanalında 13 kez gösterime girmiştir; Haydar Aliyev belgeseli ise Azerbaycan Devlet Kanalında defalarca gösterime girmiştir.
Banu Avar Haziran 2004’de TRT 1’de “Banu Avar bugüne kadar;Sınırlar Arasında, Avrasyalı Olmak,Hangi Avrupa ve Böl ve Yut olmak üzere dört kitap yayınladı.
Şubat 2009’dan bu yana da Avrasya tv de Dünya Düzeni adlı haber programını sunmaktadır.
Dünyaya ve Türkiye’ye bakışıyla birçok insanın takdirini ve beğenisini kazanan Banu Avar her türlü sindirme politikasına rağmen hala yayın hayatına devam etmektedir.

üç konu hakkında HERKES KONUŞUYOR FUTBOL,DİN VE SİYASET!

emrenet | 04 September 2009 16:12

Aşağıda Prof Dr Resul izmirli’nin bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim lütfen zaman ayırıp okuyun ve görüşlerinizi eksik etmeyin,insanların gerçekten ne düşündüğünü gerçekten (bir öğretmen olarak) çok merak ediyorum ve önem veriyorum…
Çağdan çağa savrulanlar

İnsanlık tarihi kendi mecrasında akar gider. Bu macerayı takip edebilmek için insanoğlu bu akışı belli dilimlere ayırmaya, bu dilimlerdeki olayları kıyaslayarak olan biteni daha yakından izlemeye çalışır. Mesela taş, demir, tunç vs. devirleri gibi. Devletlerin doğma, büyüme, duraklama, gerileme dönemleri gibi. Bu ayırımlardan biri de avcılık-toplayıcılık, tarım, sanayi, bilgi çağları tarzında dönemlere ayırarak değişimi elle tutulur hale getirme çabaları olmuştur. Aslında bu ayırım genel eğilimi göstermeye yaramaktadır. Çünkü dünyayı şu an için bu kriterlere göre değerlendirirsek bu çağların hepsine örnek teşkil edecek toplulukları görmek mümkündür. Daha geçenlerde Amazonlar’da ilk defa keşfedilen insan topluluklarını görmüştük. Hani mızrağıyla helikopterlere karşı kahramanca karşı duranlar.
Tarım çağı denilerek sanayi ve hele bilgi çağına göre geri bir dönem olarak kabul edilen dönemlere yakından baktığımızda bunun hiç de böyle olmadığını görmek mümkündür. Mesela o çağlarda Çin’de, Mısır’da, Hindistan’da, Buhara-Semerkant ekseninde, Anadolu civarında, Endülüs’te, Meksika’da, Şili’deki insanların yakaladıkları maddî ve manevî seviyeye, bilgi çağında ulaşabilen toplumlar var mıdır? Bugün Çin kültürünün izlerini taşıyan Pekin-Olimpiyat Oyunları Açılışı’ndaki ihtişamı hatırlayın. Ya da bırakın üç bin yılı on sene dayanacak mumyalar yapın, Endülüs’te göze katarakt ameliyatı yapıldığını düşünün. Daha olmadı İstanbul Cağaloğlu’ndaki Başbakanlık Arşivlerinde Osmanlı’nın kurduğu Arşivleme Sistemini inceleyin.
Bütün bunlar tamam. Ama sun’i de olsa yine de bu dönemlerin her birinin hayat tarzları, paradigmaları, sosyal değerleri ve yargıları farklılıklar gösteriyor. Bu arada bir dönemin yönetim tarzı da diğer dönemde geçerli olmayabiliyor. Çağlar arası geçişlerde en önemli problem de yeni girilen çağın gerektirdiği yönetim tarzlarını algılayıp uygulayabilmek oluyor. Özellikle tarım çağından sanayi çağına geçiş eskiye nazaran hızlı olmuştu. Sanayi’den Bilgi Çağına geçiş ise daha hızlı ve sancılı oluyor. Bazı ülkeler sanayi çağını tam idrak edemeden bilgi çağıyla baş etmek zorunda kalmaktalar. Tarım çağının “Ağalık Paradigmasıyla” sanayi çağının problemlerine çözüm bulmak zor iken, bu kafayla bilgi çağıyla baş etmek çok daha zor olmaktadır. “Halis Ağa” ve benzerlerinin problemi bu olabilir mi sizce de?

Ayrıntılı ay ar dersleri

kahramancayirli | 25 June 2009 12:14

Altyazılı ay ar* dersleri
Kahraman Çayırlı

“1974 yılında Petrol Crisis’i yaşayan european countries, 80lerde globalizationla challenge etmek zorunda kaldılar. Ben Amerika’dayken…” Ankara’da öğrenim dili İngilizce olan bir vakıf üniversitesinde ders Dünya Siyaseti. Belli ki hayatının bir kısmını yurtdışında geçirmiş olan öğretim görevlisi, %50 Türkçe-%50 İngilizce ortaya karışık bir dil tutturmuş, ders anlatıyor. Kendi dillerine tam anlamıyla vakıf olamadan zihinlerine İngilizce boca edilen öğrencilerse Türkilizce yanıtlar veriyorlar hocalarının sorularına.Eğitim kurumları öğrencilerine çok iyi İngilizce dil eğitimi verebilirler ancak kanımca üniversitelerimiz alan derslerinde anadilimizde eğitim vermeliler. Yoksa bu şekilde akademisyenler ne yaşam tecrübelerini, ne de bilgi dağarcıklarını bütünüyle aktarabiliyorlar.Senede 6000 doları sadece öğrenim ücreti olarak alan bir üniversitenin aldığı bunca paraya karşılık (eğitim=para?) öğrencilerine reva gördüğü eğitim bu mu? Tabii, alanlarında uzman, anlattıklarına gayet hakim olan yurtdışı menşeli hocaları tenzih ederek bu cümleleri kuruyorum.Örneğin Türk Dış Politikası veya Türk Diplomasi Tarihi’ni kendi dilimizde iyi ifade edemiyorsak, bu dersleri yarım yamalak İngilizce öğrensek ne olur? Kendi tarihimizi yabancı dillerde anlatabiliyor ama kendi dilimizde tatmin edecek düzeyde karşımızdakilere aktaramıyorsak, sizce de burada bir problem yok mu? Elbette Avrupa dillerini anadili gibi konuşan, iletişim becerisi güçlü, kendilerini iyi ifade eden donanımlı gençlere ihtiyacımız var. Ama önce kendi dilimizin hakkını yeterince vermeli, ondan sonra dünya genelinde geçerli olan dillerde kültürümüzü, ulus kimliğimizi, yapmak istediklerimizi dünya arenasında açıklayabilmeliyiz. Buna, uzun süreceği muhtemel AB sürecinde her zaman olduğundan daha fazla ihtiyacımız var. Yarı Türkçe-yarı İngilizce eğitim gören Uluslararası İlişkiler öğrencileri Dışişleri Bakanlığı’na nasıl girecekler? Diyelim ki diplomat oldular, Türk diplomasisine ne gibi faydaları dokunabilecek?Hepimiz iyi derecede İngilizce, Fransızca vs öğrenelim ama önce kendi dilimizi koruyalım, üniversitelerimizde Türkçe’ye sahip çıkalım. İki-üç dili harmanlayıp akademik ay ar* eğitimi almanın ne kendimize faydası olur, ne de ülkemize.

nereye

taha3045 | 02 June 2009 12:52

Cumhuriyetin ve demokrasinin en büyük dayanaklarından biri olan laiklik ne derece doğru uygulanıyor buna tarafsız olarak inanan varmı? Laiklik karşıtı gibi görünen insanlardan bahsetmiyorum, laiklik laiklik diye ses yükselten kesimin istedigi laiklikten bahsediyorum.Elbette işin içinden çıkamayız bunun.Olması gereken laikligi her kesimin (dinci,antilaik,laik) aşırı uç sınırlarından kurtarmak ve vicdan,din ve düşünce özgürlügünü olması gerektigi gibi yaşatmaktır.Tam anlamıyla laiklik budur,bu olmalıdır ancak o şekilde saygınlık kazanılabilir. Aşırıya kaçmadan yasalara uyarak (yasaların adil oldugundan emin olunmalı) herkes dini inancını, siyasi fikrini yaşayabilmelidir.