Kurtuluşun komünizm ile olacağına inanmış insanların, yenilgiyi kabullenemeyerek kendi gerçekleriyle yaşamasını konu alır . Halkın tüm tabakalarının komünizme giden yolda savaştıklarını düşünen kahramanımız, gerçeklikten uzak düştükçe kendi dünyasında kaybolur, yabancılaşır, yaratıklaşır içinde yaşadığı toplumda. En yakın arkadaşının kapitalizmin ağına düşüşü gerçeğini bile kendini aksine inandırarak, kendince kabullenmesi , algılarının o yönde seçici olmasını kabullenişi, kahramanımızın içinde bulunduğu gerçeği gözler önüne sermektedir.İdeolojiler ve bireylerin yaşamları … Ne kadar özdeşebilir, ne kadar birbirini tamamlayabilir ? Öncelikle, inanılan ideolojinin bireyin hayatında can bulması gerektiğine inancımı belirtmem gerek sanırım ..Mümkün müdür bu ? Platon’a göre filozof-krallar tarafından halkın tabakları arasında oluşacak sorunları önlemek için söylenen “noble lies” yani mitler, efsaneler bir yönüyle ideolojilere benzetilebilir mi ? İdeolojiler de bir anlamda zaten var olan- ya da olacak sistemelere toplumu “inandırmak” için türememişler midir? Bir de bu inandırılmışlık içinde soyutlaşmamak- “bu günde” kalmak sorunu var. Herhangi bir ideolojiye sahip olmayan , ya da farklı ideolijiye sahip olan insanların çoğunluk olduğu bir dünyada ideolojili birey olmaya takılıyorum ben .. Bu birey ne yapmalıdır da , yabancılaşmasın , başkalaşmasın , ötekileşmesin bu yokluğun ya da farklılaşmışlığın içinde ?? Hem kendi içinden sıyrılmayı , hem de onu içinde tutmayı nasıl başaracaktır ? Ya da gerçekten ideoloji sahibi olup, aynı zamanda da soyutlaşması ne kadar kabul edilebilir ? Bu mudur ideolojiden beklenen? Bu mudur yapılması gereken ? Herzamanki pratik – teorik sorunu değil midir aslında bu ? Alan’a taşıyamamak sorunu değil midir ?Ben de bu konuyu böylece bırakarak , sorunumu çözemeden bir nevi soyutlaşacağım ..