bildirgec.org

şehir efsaneleri hakkında tüm yazılar

anlamanız gerekmior

bobiler.org daki ozan | 18 March 2002 14:09

havada ilerleyen elime bakıyorum.

arkasındaki görüntüler hızla akıp gidiyor.

sağ ayaımla ileri doğru bir adım atıyorum.

yere basınca ayağımın yanları biraz şişti.

sol ayağımı ileri atıyorum.

topuğumun yere değince çıkarttığı sesi duydum.

hareketsizim.

kafamı kaldırdım , önüme bakıyorum.

yavaş yavaş sağa sola sallanıp ben sallandıkça değişen açılara bakıyorum.

en solda olduğumda karşımdaki masanın kenarı önümdeki koltuğun arkadasında kalıp görünmez oluyor.

durdum.

gözlerimi kapattım.

sağ elimi suratıma götürüp alnıma ve burnuma değiyorum.

suratımın kıvrımlarını hissetmeye çalışıyorum.

alnıma işaret parmağımla vurunca çıkan sesi dinledim.

şimdi suratım diil, suratıma değen ele odaklandım.

sanki bana dokunan ben diilim gibi.

Yazımdaki bayağı ağız için tekrar tekrar özür dilerim….

RuhCeRRaHı | 09 March 2002 11:51

Tarih : 10.03.2001 12:53

Sayın Cumhurbaşkanım,

Öncelikle bir Cumhurbaşkanına yazılmıyacak nitelikte olan ifade biçiınim için beni mazur görmenizi dilerim.

Ancak olaylar bizi buna mecbur bırakıyor…

Sizi tüm gönlümle tebrik ediyorum.

35 yaşındayım ve ilk defa dedikodu yapınadan iş yapan ve masaya yumruğunu vuran kişilikli bir insanın bizi yönettiğine dair bir işaret gördüğüm için bunları mutlulukla yazıyorum. Değerli zamanınızı sadece bunu belirtmek için aldım. Ancak bunu yazma nedeniın hallcın sizi nasıl desteklediğini bilmeniz içindir. Lütfen size yardımcı olabilecek kişilerden birisi ;

Taksim-Bostancı dolmuşu fenomeni

olhor | 07 March 2002 10:19

Saat 3’ten sonra bu dolmuşlara binenler yüksek ihtimalle farkına varmıştır, o saatlerde bu hat gerçek dışı olaylara sahne olur. Alkol su gibi akmış, midede çalkalanmakta, eve dönülmektedir. O yüzden “ne fenomeni dolmuş işte” demeyin. Anlattıklarımın bir kısmı normal şartlarda olmayacak şeyler evet ama hepside gerçek Bu hattın ayrı bir boyut olduğunu anlamam bir kaç yıl öncesine dayanıyor. Bir cumartesi gecesi eve dönerken (en önde oturuyorum) arkadan gelen küfür sesleri doğal olarak dikkatimi cezbetti. Dolmuşun en arka koltuğunda oturan, seksenlerin ortasından şimdi gelmiş gibi görünen bir metal beyi ön koltuktaki bir kaç delikanlıya laf atıyordu. Neyse olay böyle sürerken bir anda küfürleşmeler büyüdü (köprüyü geçmiştik tam) metal beyinin önünde oturan delikanlılardan en delikanlı olanı metal beyini aşağı inmeye ve de kendisiyle kapışmaya davet etti. Alkol diyarının derinliklerinde yeni bir tür mürekkep balığı arayan metal beyi “aşağı inmem ben jujitsu biliyorum, arkadaş indi adam öldürdü öyle” diyerek bu teklifi reddetti. Delikanlılar köprü çıkışında indi, bizde kek yolcular olarak olaylar sona erdi sandık. Yola devam ederken metal beyi kendi kendine söylenmeye, bağırmaya vede küfretmeye devam etti, başım çok ağrıdığından ve de şöför tırsak çıktığından duruma “ya yeter be kardeşim beynimizi .iktin” diyerek giriş yaptım. Kendisi bana bakıp “jujitsu” olayını bir daha anlattı bende adamın jujitsu kelimesini her ortamda (0 basınç, eksi 50 derece, tayfunda vs) söyleyebileceğini anlamış oldum, çoğu insan ayık kafayla bile jujitsu diyemezken metal beyi her türlü diyordu. Neyse, şöför amcaya yaptığım “abi bi durup beklermisin ben bunu döverken” teklifinden sonra metal beyi “saçlarım uzun, küpelerim var diye yapıyosunuz dimi bunu bana, senin karşına alt kemancıdan 60 tane adam dikerim” türü ağlak bir girişkenlik yaptı. Hayır dediğide çok saçma, yanında oturan sakin bireyinde saçları uzun bende de küpe var. Neyse metal beyini göztepe civarında dışarı attık (müsait bi yerde inmek istemesine karşın dolmuştan çıkmamakta diretti, jujitsu meselesini tekrarladı, arka koltuktaki yolculardan biri ve ben tutup fiilen dışarı atmak zorunda kaldık).

İşte böyle…

Paga | 07 March 2002 04:10

Bir telefon rehberi çalışması
Kırşehir’den Mehmet Atılgan, kentin telefon rehberindeki bazı ad ve soyadları yan yana getirmiş. Ortaya çıkan tablo şöyle:

Adnan Arı, Aysel Bal, Hüsnü Petek;

Cengiz Acı, Ali Tatlı, İlyas Ekşi;

Şaban Sakallı, Yaşar Bıyıklı, Haydar Tüysüz, Metin Berber;
Ali Keser, Mesut Biçer, Musa Diker, Ayşe Söker;

Veli Oduncu, Hilmi Baltacı, Erkan Hızarcı, İbrahim Talaş;

Orhan Çaycı, Mehmet Kahveci, Murat Şeker, Sami Cezve;

Veli Güreş, Çetin Pehlivan, Bülent Kırkpınar;

Hacı Obur, Aydın Tok, Yılmaz Etyemez;

Ömer Deli, İlyas Akıllı, Hasan Şaşkın;

Cihan Durmaz, Faik Yürür;
Sezai Ateş, Halil Kor, Durdu Duman, Servet Tüter;

Alaattin Bahçeci, Rabia Çiçekçi, Sadık Bahçıvan;

Adile Keklik, Mahmut Düzova, Mustafa Avcı;

Bekir Kuzu, Mustafa Teke, Haydar Kasap.

yağmur yağar ıslanırsın

duy | 06 March 2002 10:19

Yağmur yağar ikene dikkat ettim, sular yağmurnuumun üstünden kayıp pantolumu ıslatıyor. Bu bağlamda, açısal damla düşümünü dikkate alıp yürüyorum. Fakat düşen tanelere bakim derken yüzüm ıslanıyor. Fazla ıslanmiim koşim diyince paçalarım sırıl ve sıklam oluyor. Bir çardak altında bekleme kararı alınca orada bekleyenlerin ‘nasıl da yağıyor mübarek’ şeklindeki deli muhabbetine maruz kalıyorum. Kendilerine ‘evat ne kadar garip değil mi’ diye cevap verince suratıma kötü kötü bakıyorlar. Yağmur olayını bi şekilde çözmek lazım.

Tavşanın İntikamı

MaGnA | 06 March 2002 10:19

Bir arkaşım, bir arkadaşının başına gelen bir hikayeyi anlattı. Güldüm. Arkadaşının bir köpeği varmış, hemen yanıbaşlarındaki komşunun da bir tavşanı. Köpekle tavşan gayet iyi geçinirlermiş. Normalde köpeğinin tuvaleti geldiğinde tasmayla bahçeye çıkarır, hayvan ihtiyacını giderirken başında dururmuş. Ama birgün köpek çatlamak üzere kapıyı tırmalarken, onun da çok işi varmış ya da telefonda mıymış neymiş, bahçeye köpekle beraber çıkacak durumu yokmuş, kapıyı açıp köpeği bahçeye salıvermiş.

Bir müddet sonra köpek kapıda belirmiş. Ağzında ölü tavşan.

Bu tabi acayip panik olmuş, mahcubiyet içinde kıvranmış, napsam napsam moduna girmiş… Tavşan da kir toprak içinde tabi. Tavşanı bir güzel yıkamış, kurutmuş sonra usulcana komşusunun kapısının önüne bırakıp kaçmış.

Birkaç gün sonra komşusuyla karşılaşıyorlar. Komşu anlatıyor: “Yahu sormayın. Bugünlerde çok acayip şeyler oluyor. Bizim tavşan geçen gün ecelinden öldü, biz de bahçeye gömdük. Sonra tavşanı kapımızda bulduk!”

Tavşan kaç

ingilizanahtari | 06 March 2002 10:19

Az evvel okuduğum tavşan öyküsünün bana anımsattığı çok komik bir olayı nakletmek istiyorum sizlere. Lakin öykümüzün kahramani olan şahsiyeti tanımış olmak bu hikayenin asıl vurucu noktası olduğundan, kendisinden biraz bahsetmek isterdim ama maalesef dilimiz üzerindeki hakimiyetimin kısıtlı oluşu buna pek müsaade etmiyor. Sadece Allah hepinize böyle arkadaşlar nasip etsin demekle yetiniyorum.

Öykü:

Kahramanımız bir gün evinde otururken, aniden çalan telefonla irkilir, yerinden fırlar ve cevaplar onu. Telefondaki henüz ayrılmış oldukları eski kız arkadaşıdır. Kahramanımızın da çok sevmekte olduğu köpeği (adı Hektor olsun) ni çişe çıkarmak icab etmektedir ancak kızcağızın sağlık durumu buna elvermemektedir zira ateşler içinde yatmaktadır. Kahramanımız, sıkı bir hayvansever olmasının ve Hektor’a olan özel ilgisinin de etkisiyle başına geleceklerden habersiz derhal kabul eder bu misyonu.

Tekerrür mü tekrarlama mı, bilemiom ama

taxi | 06 March 2002 10:19

Vakti zamanında askere gidiyorum. Aslında gitmek istemiyorum ama şahsı muhteremlerden biri giydiğim kıyafetül acizeye bakaraktan, kıl kapma olayı yaşıyor ve vermesi gereken raporu vermiyerek aklınca cezalandırıyor… Ne deyim bilmem kü, yılların sakat adamı (ki bu ben oluyom.) askerlik problemiyle burun buruna. Neden mi problem? Görmekte pek o kadar problem çekmemekle birlikte sadece sol gözümün iş görüyor olması ve solak olmayışım ve hatta solak nişan almak zorunda kalacak oluşum beni derinden endişelendirmakte. tüm bunlar yetmezmiş gibi o vakitler 20 yaşlarında çakı gibi delikanlı olan ben hayatı idamemde hiç silah görmemiş olmam da ekleniyor. Üstelik ben Karadeniz’liyim yaw, nasıl oldu da silahtan uzak kalabildim bilemiom.

how long must this feeling go on?

duy | 06 March 2002 10:19

daha henüz sınavdan çıkmış ; üstüne bir ders daha dinlemiş ve uykusuz olan fakat buraya yazmakta azimli de olan biri olaraktan, konumu “bazıları hep çok çalışır; bazıları hep yan gelir yatar fakat sonuçta kimin iyi şeyleri iş bazında yaşayacağı şansa kalmış” adlı hipotezim üzerine seçiyorum. tüm zamanlarım boyunca okul hayatımda hep çok çalışan ve parlak bir öğrenci olmuşumdur. dersenki bunun sonuç olarak mezun olduğunda ve mesleğini yapmak için iş seçme konumuna geldiğinde sana ne gibi faydaları oldu……ımmmm……hiç…fakat bu benim o anda fark ettiğim ve hayal kırıklığına uğradığım birşey değildi…çünkü bunu üniversiteye girdiğimin iki sene sonrası zaten anlamıştım ve üniversite adaylarını stresler içinde görürken onlara öğütler vermek istemişimdir: “bu kadar yıpranmak aslında geniş delikli bir süzgeçte tortu bırakmaya çalışmak kadar acı verici ve bir bakıma *sonun* başka şeylere bağlı olduğunu” ..peki fark ettiğim neydi(birkaç satır üsteki): lise sonda ölesiye çalışıp çok yüksek puanlı bir yere girmek yerine zengin ve geniş bir eş dost efratına sahip bir babadan doğmayı tercih etmek her zaman iyidir, ilkesi…. saha ( arazi ) da çalışmak istemiyor ve direk koltuklu sıcak odalarda bir işe başlamak istiyorsan daha 20 yıl sürünmen gerek…. benim üniversite de ya da çevremde de arkadaşlarım hep çok çalışan insanlar oldu…fakat biraz geç olsada bir gün geldi ve fark ettimki “aaa!! bazıları hep yan gelip yatmış” yani ilkokul+orta+lise falan bunlarda akşamları sadece ödevlerini yapıp üniverste kazanan ve orda da işte bir şekilde bitiren ve sonuçta da iyi işler bulan insanlar senden bir eksik değil…ee o zaman eziyetin karşılığı nereye gitti..anladımki hiçbir önemi yokmuş bazı yersiz çekilen acıların..yani 18li yaşlarda daha çok eylenmek belki de daha +lar getirecekmiş……