Bazen tlfumdan sana özel atanmış olan zil sesini kendi kendime çaldırıp dinliyorum. İçimi naif bir huzur kaplıyor. Sanki sen tam o an arayacakmışsın hissine kapılıyorum. Heyecanlanıyorum, ekrana bakmaktan kendimi alamıyorum, acaba ismin yanıp sönüyor mu diye. Kaç kere numaranı siliyim dedim, yapmadım. Yaa hala ümidim var. Komik dimi. Ama var işte. İçten içe belki belki de arar diyorum bir gün. Beni hiç düşünüyor musun, hiç arasam mı dediğin oluyor mu, hiç rehberden ismimi buldun mu öylesine, hiç düşündün mü şu düğmeye bassam karşıma çıkacak kadar yakınız aslında diye, insan bir garip oluyor dimi bu kadar pat diye ulaşabileceğini hissedince. O futbolcuyu görünce aklıma sen geliyorsun, herşeyi duyunca seni hatırlıyorum gerçi ya, televizyonda hep o şehir var, eskiden de bu kadar sık mı gösterirlerdi bilmiyorum , algıda seçicilik geyiği sanırım.. acaba hiç metroda ayrı vagonlara bindik mi? bazen okulda insanları arkadan sana benzetiyorum.Selimin de dediği gibi; ne olmuş benden daha iyi yazı yazanlar varsa, bu benim seni daha az mı istediğimi gösterir. Ne olmuş aramızda hiç birsey olmamışsa ben yinede senin olduğun yerde olmak istiyorum. Bir ne düşündüğünü bilsem var ya. En kötüsü de bişey düşünmemen. Acaba bu yazıyı hafif yerine senin mailine atsam pek bir saçmalamış mı olurum. Evet dimi. Ama niye.
duy
12 yıl önce üye olmuş, 14 yazı yazmış. 5 yorum yazmış.
‘kadavra’dan SaNaT
duy | 05 March 2003 14:36
Olric
duy | 24 February 2003 17:39
Selim’in ikinci gelişinde herseyin daha iyi olacağını söylemişti Turgut. Selim ne zaman gelecek? Gelmiyor. ne yazarsam yazıyım benden daha acıklı seyler yazan insanlar olacak hep. Bu benim daha az acı cektiğimi gösterir. Zaten benim de yazacak gücüm yok artık. Oysaki ben düşüyorum. Acaba hiç arayacak gibi olup vazgeçiyor mudur, farklı davransaydım acaba şimdi birlikte olabilir miydik. Yaprak demişti. 14’ünde sesi için hadım edilen (Farinelli) sopranolar var demişti. Hiç kimsenin öpüşmek istemeyeceği tavşan dudaklılar var demişti. Bu iyi miydi. Tavşan dudaklı olmadığı için duy mutlu mu olmalıydı. Bu perşembe Kuş filmi var, cnbc-e’de. cnbc-e’de olmazsa nasıl gecerdi duy’un hayatında günler. O yapayalnızdı. Herkese söylerdi bunu. Ağlardı. Ama niye kaybedenler yadırgamazdı. Bir çare bulunmalıydı oysaki. Kumsalda ölü bir leylek vardı. Leyleği canlı görmek seyehat demekti ama ölüsü ne demekti. Bilmiyordu. Nasıl dayanılırdı böylesi bir acıya. Anaokulunun demirbaş ayısını kaybetmişti ne de olsa. Heryeri sağlıklıydı ya! ve çevresindekilerden kimse onun gördüklerini göremiyordu, şükretmeliydi buna. Mardin’de bırakmıştı onu, oysaki istanbulda da devam edebilirlerdi .Ne de olsa ikisi de 10dk.lık mesafelerdeydiler birbirlerine. Belki iki dakika önce inmişti metroya, istiklal caddesinde omuzları birbirini yalamıştı daha bundan tanışmadan bir yıl öncesinde. Ya şimdi, tanışmışlardı, bir sıra gecesinde yanyana uzanmışlardı aralarında 50cm. mesafe. Kamp ateşiydi onları birleştiren başka bir yerde. Ne iğrençti ondan “sen çok iyi bir kızsın”ı duymak. Unutmak onu hiçbirsey olmamışken unutmak. birde eline dokunsaydı eli; ne olurdu. şimdi vazgeçti onu aramak için bahaneler üretmekten. Artık sadece düşünür olmuştu. Selim Turgut’tan hiç bahsetmemişti şiirinde. Olric supergirl şarkısındaki beklenilen kız mıydı. Ve duy..
çaba harcamak!
duy | 02 April 2002 10:11
Çaba harcamak nedir bilir misiniz? Hem de çabayı hak eden kişinin bundan haberi yokken. Çok meşakkatli bir iştir, bu. Ama zevklidir de bir yandan. Sürprizinizi görünce nasıl bir tepki vereceğinin hayallerini kurarsınız kafanızda. Daha doğrusu vermesini istediğiniz tepkileri. Aklınızda bir iki fikir vardır ama hiçbiri yeteri kadar özel değildir. Ama durup dururken o içinizdekileri -güzelce- yansıtacak bir şey bulmak da imkansızdır. Çünkü ona ne türde bir değer verdiğinizi bilmemektedir. Belki koridorda karşılaştığı –iyi- bir arkadaş zannetmektedir, sizi. Gerçi sizde neler olduğundan pek emin değilsinizdir ya. Belki sadece sevgiyi biriyle paylaşma isteğinizin doruklara vurmasından kaynaklanıyordur her şey. Veya karşınıza çıkan her muhtemel insana potansiyel -el uzatma- durumuna kadar gelmiş, sefil bir halde yaşayan İÇİNİZDİR, tüm bunlara sebep. Fakat emin olduğunuz şey konuştuğunuz her dakikanın bir saniye gibi geçtiğidir, koridorda. Ve dünyanın en iyi terapisi gibi geldiği kesindir de, onun yanında olmak. Huzurdur bu işin özeti. HUZUR. tüm kaslar gevşer. Bu bildiğiniz en kesin şeydir. Ve bu dakikaları saatlere çevirmek istiyorsunuzdur, isterdiniz. ona aşık olduğunuzu çok belli etmeyecek hem de bir yandan sanki çıtlatır gibi yapacak bir şeyler olmalıdır onun uğruna katlandığın zahmetlerin eseri. Bu saatlerce yazılan bir mail olabilir mesela.
yağmur yağar ıslanırsın
duy | 06 March 2002 10:19
Yağmur yağar ikene dikkat ettim, sular yağmurnuumun üstünden kayıp pantolumu ıslatıyor. Bu bağlamda, açısal damla düşümünü dikkate alıp yürüyorum. Fakat düşen tanelere bakim derken yüzüm ıslanıyor. Fazla ıslanmiim koşim diyince paçalarım sırıl ve sıklam oluyor. Bir çardak altında bekleme kararı alınca orada bekleyenlerin ‘nasıl da yağıyor mübarek’ şeklindeki deli muhabbetine maruz kalıyorum. Kendilerine ‘evat ne kadar garip değil mi’ diye cevap verince suratıma kötü kötü bakıyorlar. Yağmur olayını bi şekilde çözmek lazım.
tipi tip insanlar
duy | 06 March 2002 10:19
bazı insanlar vardırki onları klasik kalıpların içine koyman kolaydır. her sınıfta yada her iş yerinde bir barby bir espirili yada bir öylesine yaşayan insan tipi bulman mümkündür. yalnız her bir karakterden de nedense çoğunlukla bir tane vardır, oralarda. onları çözmüşsündür ve ona göre davranırsın: ya uzak durursun sevmediğin bir tipse..yada arkadaşın olurlar. zaten hayatta bir şekilde devam eder bir kıyıdan. fakat gün gelir nadir de olsa basma kalıplara uymayan insanlar çıkar karşına. bunların içinden canını sıkanları bir kenara itersek ; ilgini çeken ve konuştukça konuşmak istediğin insan tiplerini de hayat karşına çıkarır ,kıyak babında. ki bunlara hergün rastlayamazsın , zaten rastlasaydın bu düzen bu düzen olmazdı da ya…sohbet edersin sorularına, diyaloguna beklemediğin açıdan bir yanıt verir , bu hoşuna gider, çünkü yeni bir pencere açılmıştır sana ve yeni güzel huzur verici malzemeler elde etmişsindir, kafanı kurcalayacak. farklı bir elektiriği vardır onun senin için. uzun sohbetler etmek sana bir nevi terapi gibi gelir ve rahatlatır seni. benim böyle bir arkadışım var odtü madenden , stajda tanışmıştık ve gerçekten onunla bu dediğim ince elektiriği yakalayabiliyorum.bu iplerden birini oluşturuyor. neyin ipi diye sorarsan birçok şeyin olabilir mesela, tutunmanın..
başlık
duy | 06 March 2002 10:19
Bugün yolda yürürkene çok ilginç bi olay vuku buldu. Önümde yürüyen amcanın ceb tilifonu elinden kaydı ve yere düşmek üzere havadaki dikey ama kısa yolculuğuna başladı. Ancak bu düşüş benim sıradaki adımımla o kadar senkronize gerçekleşmişti ki, tilifon henüz yerle buluşmadan, içimden gelen müthiş bir istekle gelişine bi vole çaktım zavallıya. Doğal olarak yükseklere doğru fırlama yaptı ve bilumum parçaları gövdesinden ayrıldı. Zavallı adamcaaz üzerime doğru yürümeye başlamıştı. Kendisine olayın gelişimini aynen yukarıda yazdığım gibi anlatınca ve benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapacaana ikna olunca bana hak verdi ve üzerime yürüdüğü için özür diledi. Ben de kendisine “önemli diğil bi daha olmasın!” tarzında biraz öğüt verdikten sonra ayrıldık.
çorap dediğin kokar
duy | 06 March 2002 10:19
Bu entariyi yeni aldım biraz büyük ama tezgahçı, yıkayınca çeker dedi. ‘ O halde dedim ‘yıkayınca çeken şeyleri satacağına önceden yıkasan da biz ne kadar çekcek acaba diye merakta kalmasak’. O da dedi ki ‘Zaten temiz olan bir şeyi niçin yıkayayım’. ‘Haklısın’ dedim ve entariyi ani bir hareketle ağzına tıktım. Salyalarıyla kirlenmiş olan buluzu göstererek ‘İşte şimdi yıkayabilirsin herhal’ dedim. Hatasını anlamıştı. Entarinin yanında bir çift de çorap hediye etti. Ayakkaplarımı çıkararak onları da denedim. Tam oluyorlardı. Demek ki çorapları yıkamaya gerek yoktu. Yine de haftada bir, her değiştirişte yıkamak lazımdı. Pis olmamak lazım.
kurtulmanıza hiçte yardımcı olmuyorlar!
duy | 06 March 2002 10:19
bir zaman önce terk edilmişsinizdir ve bunu unutmaya çalışırsınız, her seferde kendinize hatırlatmanıza rağmen… neyse arasıra geçmişi hatırlar nasıl da salakça hareketlerde bulunuğunuzu anımsarsınız, o zamanlar aşık olduğunuzu bahane ederekten… daha sonra zaman geçer..yoğun günler biter…bir durgunluk dönemine girersiniz (okulda herşey tekdüzedir, sizi sıkan görevler mütemadiyen aynıdır. ve nede olsa hergün acı çekmektesinizdir) işte bu zamanlarda tekrar hatırlarsınız onu..size çok bi çok koymuştur öyle terk edilmek belki siz tekmeyi atsanız bu kadar koymayacak, zamanla unutacaksınızdır fakat en nihayetinde istenmeyen konumuna siz düşmüşsünüzdür…işte gün gelir tam başka yeni şeyler yer almaya başlar, hayatnızda.. hiç beklenmedik bir şekilde onunla ilgili birşeyler duyarsınız. onun bundan haberi yoktur . bu aynı şeye benzer: “zavallı köşede istenmeyen kişisinizdir fakat bir türlü onunla ilgili sakızı üzerinizden çıkaramazsınız ve o çoktan filminde oynuyordur ve siz o filmde izleyicisinizdir. bu onun filmini daha da popüler yapmaktadır.” ne kötü…..Zamanlar geçer yine zamanlar geçer ..ve keşki sizi terk ettiğinde bu kadar yalvarmasaydım filan dersiniz … acaba düşündükçe kendini daha da keyifli , güçlü hissetmişmiydi diye kaygı duyarsınız… oysaki onu severken ve terk edildiğinizde sevmeye devam ettiğiniz günlerde salakça duruma düşmek pekte umrunuzda değildir hani … isteğiniz eski günlere dönmektir…. fakat bir gün gelirki; kendinizi “saplantılı sapık istenmeyen fakat sülük gibi yapışmış eski sevgili” konumuna düştüğünüzü fark edersiniz en çok da koyan bu olmuştur size ya… terk edildiğinizin ilk günlerinde büyük bir intikam hissi sizi yakıp kavurur, çünkü herşey süper giderken bir anda tek bir kelimeyi azından kerpetenle alır gibi zoraki size aslında yaşadıklarınızın yalan olduğunu söyler. tang tang tang!!!!beyninizden vurulduğunuzun doruk noktası..oysaki belki evinizdeki balığınızın kendisinin iki katı akvaryumun taşlarını yediğini görüp sonrada size “ne bakıyosun bişe mi oldu” dese daha bi inandırıcı gelir size ama demiştir…ağlarsınız günlerce , herşey size onu hatırlatır, lanetçe ve lanetçe …. oysaki o açıklama zahmetine bile girmez…işte enbi çok koyan da budur : “ne olduğunu anlayamamak”…. BELİRSİZLİK sizi kahreder..belki gelip size deseki “ben senle alay ediyordum , başka biri var, sen çok çirkinsin, hadi be sıktın artık” o zaman daha bir az dokunur herşey dersinizki ya boşver be değmezmiş… ama o hala size kendini aşık bırakıp o eski sevdiğiniz insandan hiçbirşeyi değiştirmeyip kazanan rolünü üstlenmeyi tercih eder… herşey bitmiştir…ama çokta abartmamakta gerekir, nedeolsa alt tarafı gençlikte herkesin başına gelen rollerin değişebileceği ( ter eden , terk edilen) bir hikayedir de bu…
how long must this feeling go on?
duy | 06 March 2002 10:19
daha henüz sınavdan çıkmış ; üstüne bir ders daha dinlemiş ve uykusuz olan fakat buraya yazmakta azimli de olan biri olaraktan, konumu “bazıları hep çok çalışır; bazıları hep yan gelir yatar fakat sonuçta kimin iyi şeyleri iş bazında yaşayacağı şansa kalmış” adlı hipotezim üzerine seçiyorum. tüm zamanlarım boyunca okul hayatımda hep çok çalışan ve parlak bir öğrenci olmuşumdur. dersenki bunun sonuç olarak mezun olduğunda ve mesleğini yapmak için iş seçme konumuna geldiğinde sana ne gibi faydaları oldu……ımmmm……hiç…fakat bu benim o anda fark ettiğim ve hayal kırıklığına uğradığım birşey değildi…çünkü bunu üniversiteye girdiğimin iki sene sonrası zaten anlamıştım ve üniversite adaylarını stresler içinde görürken onlara öğütler vermek istemişimdir: “bu kadar yıpranmak aslında geniş delikli bir süzgeçte tortu bırakmaya çalışmak kadar acı verici ve bir bakıma *sonun* başka şeylere bağlı olduğunu” ..peki fark ettiğim neydi(birkaç satır üsteki): lise sonda ölesiye çalışıp çok yüksek puanlı bir yere girmek yerine zengin ve geniş bir eş dost efratına sahip bir babadan doğmayı tercih etmek her zaman iyidir, ilkesi…. saha ( arazi ) da çalışmak istemiyor ve direk koltuklu sıcak odalarda bir işe başlamak istiyorsan daha 20 yıl sürünmen gerek…. benim üniversite de ya da çevremde de arkadaşlarım hep çok çalışan insanlar oldu…fakat biraz geç olsada bir gün geldi ve fark ettimki “aaa!! bazıları hep yan gelip yatmış” yani ilkokul+orta+lise falan bunlarda akşamları sadece ödevlerini yapıp üniverste kazanan ve orda da işte bir şekilde bitiren ve sonuçta da iyi işler bulan insanlar senden bir eksik değil…ee o zaman eziyetin karşılığı nereye gitti..anladımki hiçbir önemi yokmuş bazı yersiz çekilen acıların..yani 18li yaşlarda daha çok eylenmek belki de daha +lar getirecekmiş……