bildirgec.org

sarap hakkında tüm yazılar

Bilmediğim görmediğim mekanlar…

| 26 May 2011 13:36

Koço’da bir akşam yemeğine niyetliydik ama olmadı efendim yolumuz sürpriz bir mekana düştü… Bu kadar yıllık Kadıköy’lüyüm hatta Moda’lıyım, burada böyle bir ambians-mekan olabileceğini düşünmemiştim.
Mazide yaşayan bir bar-caffe burası; O kadar çok mazide yaşayan bir yer ki, kırklı ellili yılların tüm nostaljisini bulabilirsiniz… Kafenin ön duvarı bir vitrin camı, fakat cam gözükmüyor. Orada çok eski yılların Moda’sı ve Kadıköy’üne ait resimler var. Her taraf resimlerle dolu…Hatta hiçbir yerde görmediğim Atatürk resimleri bile var. Marilyn monroe ve Humphrey Bogard resimleri ve daha niceleri…

Siz Hangisini Tercih Edersiniz?

Nhanay | 14 November 2010 11:32

Yemeklerde, davetlerde, doğumgünlerinde, kutlamalarda… Bunaldığımızda yada keyifli olduğumuzda…

İşte kısacası her anımızda karşımıza çıkan içkinin ne kadar da çok çeşidi vardır aslında. Bulunulan yere ve ruh haline göre yada damak tadı denilen beğenilere göre seçimlerde kişiden kişiye göre değişir.

Fazla çeşit olmasına rağmen biz başlıcalarına bir bakalım…

İlk olarak bizim geleneksel içkimiz Rakı. Genelde efkar dağıtmak için meyhanelerde, fasıllarda tüketilen rakının anlamı damıtılmış demektir. Damıtma yoluyla, suma ve anason tohumu kullanılarak elde edilir. Değişik ülkelerde rakının adı farklı olsada Türkiye’den ithali fazladır.

Bozcaada Niye Hep Popüler?

tenedian | 10 November 2010 13:00

Her tatil beldesinin tıpkı bir canlı organizma gibi doğuşu, serpilip büyümesi ve sonra şu ya da bu nedenle yavaş yavaş yokoluşu izlenir. Sayıp oralardaki dostların canlarını sıkmak istemeyiz, ama sizin bile bu satırları okurken aklınızdan kaç tane örnek yer geçti, yalan mı?

Bozcaada doğdu, serpilip büyüdü…E, peki niçin yavaş yavaş yok oluşunu izlemek yerine hala popülerliğini koruyor, bir gelen bir daha gelmek istiyor? Bozcaada‘yı diğer örneklerden farklı kılan nedir?

Bozcaada
Bozcaada

Aslında çok basit: Bozcaada her nekadar giderek profesyonelleşse de, amatör ruhunu koruyor, konuklarına kendinde bulunmayan yabancı unsurları sunmak yerine daha çok kendinin olanı veriyor. Gelenler kendileri için yapay olarak hazırlanmış ortamlar yerine samimi, doğal, kendiliğinden olan ortamlar içinde gunlerini geçiriyorlar. Her anları değişik bir deneyim olmaya aday. Her Ada’lı kendine özgü bir kişilik- önceleri biraz tedirgin etse de-

Bozcaada'da Bir Bağevi
Bozcaada’da Bir Bağevi

Gelenler Ada’da ve Ada’lıda kendinden birşey bulabiliyorlar, Ada insanın kendini keşfetmesi için olanaklar sunuyor büyükkentliye…
Tadı damakta kalıyor Ada’nın sunduğu bu imkanın ve büyük kentte pek de rastlanılmayan özgürlük ortamının.

Cumartesi Şarapları En Kraliçe Stajyerine Kavuştu!

shayma | 13 August 2010 10:26

Tabuları yıkan şarap Cumartesi’nin, kendisi gibi nev-i şahsına münhasır staj programı “En Kral Staj” sonuçlandı!
Cumartesi Şaraplarının, yaptıkları stajlarda hiçbir şey öğrenmemekten ve sıkıcı işlerden yılmış olan gençlere sunmuş olduğu En Kral Staj projesi sonuçlandı ve “kraliçe” Özlem Yakut oldu!
Cumartesi Şarapları pazarlama ekibiyle profesyonel iş tecrübesi kazanırken şarap tatmak ve bağ gezmek, gibi keyifli bir staj programının sunulduğu En Kral Staj’a dileyenler, yaratıcı bir hikaye ya da video çekerek, dileyenler de bir websitesi tasarlayarak katılabildikleri gibi krallar gibi bir CV’ ile de kendilerini gösterebildiler…
En Kral Staj’ın Kraliçesi Özlem Yakut, 16 Ağustos – 8 Eylül arasındaki staj süresince, Cumartesi markası için pazarlama projesi yaratmak, Kayra Wine Center’da şarap seminerlerine katılmak, Şarköy’de bağlardan üzüm toplamak ve şarap üretim sürecine tanıklık etmek gibi kadar birbirinden heyecanlı görevler bekliyor! Özlem, yaşadığı tüm bu eğlenceli deneyimleri http://blog.enkralstaj.com/ üzerinden “Kralın blogu”nda tüm Cumartesi severlerle paylaşıyor olacak! Takip etmeyi unutmayın!

Milliyet’ten Ramazan’da Şarap Skandalı

NLPMaster | 12 August 2010 13:14

Herkesin inancı kendine. Herkese kendi inandığı ile yaşayacak. Kendi inancını gereklerine göre sorgulanmayı/sorgulanmamayı düşünecek. Bunda sorun yok. Saygı kucak dolusu.
Ancak Milliyet Gazetesi’nde yer alan Ramazan Skandalı “yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.” deyimine benzemiş. üstelik ülker için sponsorluğunda verilen iftar yemeği tarifine yarım bardak beyaz şarabı boca etmişler.
bilmem siz ne dersiniz?
haberi burada

Tuileries Bahçıvanının Günlüğü

hayalicindegecti | 13 July 2010 17:57

Tuileries Bahçeleri
Tuileries Bahçeleri

Evet, Tuileries Bahçelerinin bahçıvanlarından biriyim. Aslen Moroccoluyum, eğitimim yok, Fransızcayı bir türlü sizlerin deyimiyle “bi hakkın” öğrenemedim. E, ne yapalım şu dünyaya gelmişiz bi kere. Biz de yaşıyacağız.
Tam 25 yıldır Paris sokaklarını caddelerini arşınlar dururum. Hafta içinde yolum hep aynıdır, Strasbourg Saint-Denis’den 9 nolu metro hattına biner, Concorde’da inerim, ver elini Tuileries. Paris yazları bile sabah hep serin olur. Üstümdekileri değiştirir bahçıvan ünformamı giyer işe koyulurum. Önceki yıllarda Tuileries bahçelerinin çöpünü toplamaktı işim. Ne ararsan vardı, yemek artıkları, sigara izmariti, pet şişe, şarap şişeleri, bardaklar, en çok da prezervatif. Hatta kadın külotu bile çok bulunanlardandı.
Neyse işte, şimdi beni bahçıvanlığa terfi ettirdiler de, ağaçları traş etme (bizim Paris‘te ağaçları öyle bildiğiniz gibi budamazlar, kübik hatta kutu gibi bir şekil verilir onlara ki caddenin bir ucundan bak, öbür ucunu gör diye. Mesela ta Concorde meydanından Etoil’e bakarsın, Arc de Triomphe karşında pırıl pırıl görünür.

Arc de Triomphe-Zafer Takı
Arc de Triomphe-Zafer Takı

Neyse işte, şimdiki işim çimenlerin biçilmesi, yabani otların ayıklanması, havuzların temizlenmesi filan.
Okul okuyamadım dedimse de elime hiç kitap almadım değil. Bir zamanlar çocukluğum ve ilk delikanlılığımda Michel Zevaco’ya merak sarmıştım (*) romanlarını okur da okurdum, daha doğrusu yutardım. Metroda, otobüste, dinlenirken, yemeğimi yerken… Hep Pasavan (**) olma, kılıcımla, atımla Parisin altını üstüne getirme, bütün kadınları, hatta Kraliçe İzabo’yu (**) bile kendime aşık etme hayalleri kurardım. Onlarla aşk yaşayacak, yaşatacak, hepsini deli divaneye çevirecek ama sonunda asıl aşkım Berthie ile evlenecektim.
Neyse işte, o romanlar 17. Yüzyılda Paris’te geçer ya, Pasavan atıyla dörtnala Tuileries bahçelerine vurur kendini, oradan da bilmem nereye, bizim bahçeler bunca yüzyıl sonra bile aynı, o bahçeler işte.
Zevaco’ları okudum okudum sonra başka kitaplara merak sardım. Tabi bunda komşumuz yaşlı Monsieur Claude Bernard’ın katkısı büyüktü. Onun toz içindeki darmadağın kitaplığına tüneyip, Paris‘te yaşamış pek çok ünlü romancının şairin, ressamın hayatlarını yıllarca okudum da okudum. O kadar iyi öğrendim ki nerede nasıl yaşamışlar? Neler yapmışlar? Neleri sevmişler, nelerden nefret etmişler.
Ben de onlar gibi yaşamanın hayalini kurdum hep.
Mesela bir sabah kalkacağım. Bana çok yakışan o lavicert daracık blucinimi giyeceğim, üstüne beyaz gömlek ve siyah keten ceketimi çekeceğim, ceketin kolları hafiften sıvanmış olacak. Sonra ver elini Marais. Orada, La Perle’de oturup, sabah aldığım Figaro’mu açacağım önüme, Alexandre Adler’in yazısına takılacağım. Garson kız gelecek, ona :
Bir sütlü kahve, bir kruvasan
Deyip, siparişimi vereceğim. Gazetemi okur gibi yaparken (çok sevmem gazete okumayı, benim için varsa yoksa romandır) etrafı keseceğim. Uzak masadaki sarışın kız bana gülümseyecek (son yıllarda siyahiler ve melezler, Fransız kadınları arasında çok moda, çıldırıyorlar bizim için, hatta bizi yanlarında Louis Vuitton çanta taşır gibi taşımaya ve bizimle böbürlenmeye bayılıyorlar… E, bizim performansımız hiç düşmez, herhalde ondan.)
Sonra ikimiz aynı anda kalkacağız masadan, yanıma gelecek:
Salut, coment voiture?(***)
Dediğim anda elimi tutacak. Onun kırmızı Micrasına bineceğiz, müzik setinin butonuna basacak , “She said” başlayacak Plan B’den. Sonra ben yere düşmüş CD’yi , (Camelia Jordana) alıp, “Non non non”u koyacağım ve tekrar tekrar belki on, belki yüz defa onu dinleyeceğiz.
Küçük araba periferique’de (****) ilerlerken, elimle onun dizlerini okşayacağım, bir saatte Champs Elysees’ye varacağız, arabayı Concorde taraflarına, yerin altına park edecek, çıkıp yürüyeceğiz, Franklin Roosevelt metro istasyonuna varacağız, hemen karşısındaki GAP’a gireceğiz, ona sevimli bir tişört alacağım, üstünde “Non non non” yazılı olacak. Ardından Virgin’e girip üst kata koşarak çıkacağız. Ona sevdiğim bütün CD’leri dinleteceğim, o da bana kendi sevdiklerini.
Sonra Virgin’den bıkıp yine Champs Elysees’ye ineceğiz, güvercinler ayağımızın dibinde kırıntıları yiyip oynaşacaklar. Üst geçitten koşarak karşıya geçeceğiz. Chez Leon ’a girip, bahçesinde oturacağız. O midye isteyecek, ben escargot (salyangoz) yiyeceğim. Buz gibi soğutulmuş beyaz şarabımız gelecek önce, tuzlu tereyağ ve baton ekmeğimiz de… Deliler gibi gülüp atıştıracağız, onu ikide birde öpeceğim. Dudakları ve nefesi çilek, yok yok benim bahçelerdeki yabani mersinler gibi kokacak.
Oradan kalkacağız, yarı sarhoş yürüyüp Louis de Vuitton’un vitrinine bakıp alay edeceğiz, Fouqet’deki turistler o tatsız tuzsuz yemeklerini yerken bize gülümseyecekler. Sonra tekrar geri dönüp tam La Duree’nin önünden geçerken canımız macaron (*****) yemek isteyecek. Japon turistlerin ardından biz de o uzun kuyruğa gireceğiz, sıramız gelince o 10 euro verip, 10 çeşit macaron alacak. Ben ilk ısırıkta damağıma yayılan gül kokusuna bayılacağım, hele vaniyalı ve karamelli macaronlar inanılmaz bir tad bırakacak ağzımda.

Macaron
Macaron

O:
Ama bunun yanında bir kadeh şampanya olmalıydı
Deyip, kıkır kıkır gülecek. Ben kahkahalar atıp onu bir kez daha öpeceğim. O elini pantalonumda gezdirecek:
Hadi koşalım, Concorde’a gidelim, Tuileries’nin çimenlerine uzanırızdiyecek.
Yürümeye, öpüşmeye, koşmaya devam edeceğiz… Tuileries’de o dev çınarın altındaki kopkoyu gölgeye uzanacağız. O beni dokunuşlarıyla çıldırtacak, kalbim çarpacak çarpacak, nefesim tutulacak ve birden uyanacağım.
Tepemdeki masmavi gökyüzü ve bulutlar beni şaşırtacak. Ayağımın dibinde duran yemek kutusunu fark edip bir tekme savuracağım, öğlen yemeğimden arta kalan kuskus taneleri ve yarısı yenmiş tavuk budu çimenlere saçılacak…
——————————————————-
(*) Michel Zevaco: 1860 Korsika doğumlu Fransız yazar. Pardayanlar serisi ile ünlenmiştir.
(**) Pasavan ve Kraliçe İzabo: Zevaco romanlarının önemli karakterleri.
(***) N’aber? Fr.
(****) Paris çevre yolu.
(*****) Badem tozuyla yapılmış bezeler.

hesapta olmayan bir yağmur yazısı…

lavinya76 | 19 June 2010 12:19

Yaşadığım kentte yağmur yağıyor sevgilim… Gecikmiş bir bahar yağmuru ya da yağmur toplayan bulutların çocukça şımarıklığı, üstümüze hüzün gibi düşenler…

Aynı yatakta uyuyup aynı düşe dalamayan bedenlerimizin tedirgin sevişmeleri düşüyor cama. Başka bir evin nikotin kokan kirli duvarlarında uğurluyorsun geçmişi yağmuru bir şarkıya katık ederek…

Bildiğim duvarların, izbe sokakların ardında yokluğuna bir şeyler katarak büyüyor acım halka halka.

Evin “tadı tuzu”nu nasıl getirmeli?

hayalicindegecti | 02 June 2010 12:47

Yeni evler, ister villa, ister nohut oda bakla sofa, ya da kiralanmış veya satın alınmış, hatta borcu bitmemiş olsun, hiç fark etmez, hep birbirlerine benzer. Henüz kurumamış yağlıboyanın, cilanın kokusundan yabancılık duyarsın, genzin yanar. Boşver şimdi sızlanmayı, bir an önce evini dekore et, yerleş, tadı tuzu yerine gelsin…
Nasıl ve neler yapmak lazım peki?
Önce perdeler… Ah, seçmek öyle zordur ki, e, nasıl olmalı? Dıştakiler, ister ham keten, ister ipekli kumaştan, nasıl olursa olsun yeter ki içeriyi örtsün, saklasın, amaaaa içtekiler mutlaka krem rengi, hatta mümkünse elde yapılmış dantelden olmalı. Nereden mi bulacağız?
Bir öğleden sonra annene ya da halana gider, büyükannenin o meşhur bohçasını açarsınız birlikte. Bir yanda tavşan kanı çay demlenir, o kırmızı güllü porselen demlikte çay öyle lezzetlidir ki…. Kristal pastanesinin taptaze acıbadem kurabiyelerini atıştırıp, çayınızı keyifle yudumlarken dantelleri tek tek çıkarırsınız, hafiften bir naftalin kokusu saçılır ortalığa.
-Hayır bu olmaz, eni çok dar.

Karşı

pillihafif | 04 April 2010 18:30

Üstüne kekik kokusu sinmiş bir aşkın
daha ilk günleri.
Katl-i batıl inanışlarda ”neden olmasın” durumu!Bağrı yanık köy çocuğu olmaya mecalim yok arkandan.
Ama istersen,
gelirsin.
İstemez,isteyemezsen sen
halim vahim..!
Kan kokusu var haberlerde,televizyon izleyemeyeceğim.Kan korkutmuştu seni çünkü.Çünkü kan artık ürkütüyor beni.Büyüdüğünü fısıldıyor sensizliğime.İzleyemeyeceğim ısrar etme…
Şarap açtım yine,yine yalnız içeceğim.Sarhoş olamıyorum ya,en çok onun için acıyor içim,açıyorken bir şişe daha ceddine.Rüyalarıma kan damlıyor göğüs uçlarından her gece.
Sonra onbeşinde ergen oluyorsun sen.Bacak arası sızan çocukluğundan büyüyorsun.Sonra mı?
Sonra açılıyor gözlerin.Yeni yeni tanıyorsun bakir sevdaları.Halbuki;
halbuki çoktan büyüdün sen.
Kollarımda…
Karşı sabaha..!

Şarabın servis özellikleri

admin | 08 January 2010 13:19

Evet Dünya’nın belkide en saygın alkollü içeceklerinden biri olan şarabın ne yazık ki ülkemizde hakettiği degeri milli içkimiz rakı nedeniyle yada gariban işi bira yüzünden pekte fazla gördügü söylenemez ama şarap sevenler için şarabın servis özelliklerinianlatmaya calışacağım bu bildiride …

– Beyaz Şaraplar genel olarak 6-10 ‘C de uzun saplı ve dar agızlı kadehlerde,mantar açıldıktan sonra oksidasyon olmaması için hemen servis yapılmalıdır.
– Kırmzı şaraplar genel oalrak 18-20 ‘C de kısa saplı ve geniş agızlı kadehlerde,mantar açıldıktan yaklaşık 30 dk sonra servis yapılmalıdır.