bildirgec.org

rüya hakkında tüm yazılar

Uyarıcı (Gerçek) Rüyalar

turritopsis | 29 December 2010 16:53

Akademisyen Behterev‘ın tanımına göre; rüya, geçmiş olayların günümüzle olan uyuşumudur. Sigmund Freud‘a göre de rüya; uyku sırasında, kişinin bilinçaltındaki düşüncelerinin, özlemlerinin ya da isteklerinin bir film şeridi gibi göz önünden geçmesidir. Yalnız anlatmak istediğimiz olguyu yansıtmadığı için bu tanımlar bize pek uymamakta. Çünkü anlatılacaklar gelecekle ilgilidir. Bu durumda bilim, gelecekle ilgili olmadığını, olanların da bir tesadüf olduğunu söylemektedir.

Tarihe bir göz atalım. Jül Sezar‘ın eşi Calpurnia kocasının bir sonraki gün öleceğini görmüş, uyarmaya çalışmıştır. Ancak tüm bunları duyan Brütüs bu hikayeye gülmüş, Sezar’ı da yanında götürmüştür. Hikayenin sonu bellidir…

Lucid Dream.. Rüyaya Uyanmak

alacahirka | 21 December 2010 11:53

Lüsid rüya: İngilizce “Lucid Dream” kişinin rüya gördüğü sırada, rüya gördüğünün farkında olması hali ve diğer bir ifadeyle “Rüyaya Uyanma” durumu. Bu pek çok kültürde rastlanılan bir olgu, bir bilgi edinme yöntemidir. İlk gençlik yıllarımda başlangıçta bir araç kullanmadan “uçma” hayalimi gerçekleştirebilmek amacıyla uğraşmaya başladığım ama sonrasında beni eşsiz serüvenlere sürükleyen olaydır. Tabii ki son derece subjektif bir konudur.

Çocukluğumda kendiliğinden oluşan yani hiç bir ön bilgi olmaksızın doğal olarak oluşan bazı geceler gördüğüm kabuslardan çıkış yolu olarak edindiğim bir takım tecrübeleri yıllar sonra tekrar canlandırmakla işe başlamıştım. Çocukken bazı geceler kabuslar görürdüm ve bu kabuslar esnasında sürekli bir kaçma durumundayken nihayetinde kaçamayacağımı düşündüğüm noktada kendimi yüksek bir yerden boşluğa fırlatarak rüyadan çıkmayı öğrenmiştim. Bu çıkışların hemen öncesinde bir rüyada olduğumu hissederdim ve kendimi yüksek bir yereden atarsam, atamadığım noktalardaysa (kaplı bir mekandaysam ya da yakalanma anında) tüm gücümle bağırdığımda rüyadan çıkacağımı biliyordum. Rüyada kendimi boşluğa attığımda hemen rüyadan çıkıyordum ama yıllar sonrasında uçma arzum için bu çocukluğumdaki deneyimler bir engel oluşturmuştu.

DÜNYAYI KURTARIYORUM, GERİ ÇEKİLİN!(2)

cellatlina | 24 October 2010 16:56

–yalnızlığını, insanlarla ilişkilerini, ikilemlerini, yaşamak güdüsü ve güdüsüzlüğünü “ŞAK!” diye çözdüm.onun dünyasını, gerçeklerini, şakalarını ve yanılgılarını…müziğini…kaskatı olmuştu dünyasından kuş bile geçmiyordu;bir iguana gibiydi.anlatılamaz garip bir yaratık…ve sürüsüyle yaşıyordu.–

Dünyadaki tüm dilencileri toplayan adam onlara şöyle dediğinde ben de duydum: SİZ BİLEREK ÇÖMELENLERDEN DEĞİL, DİMDİK BAKANLARDANSINIZ.
Elimi kaldırdım, tüm dilencileri toplayan adam, kısa bir süreliğine gözgöze gelmemizin ardından, bana söz verdi. “Bu dünyayı satmak bize kaldıysa; artık öyle bakamayacağız.” dedim.
Müthiş müzikal bir sessizlik belirdi, havada asılı durdu ve sonra taş gibi yere düştü.
Sonra planlar değişmedi tabii, dünyayı satmak için büyük bir tezgah hazırlamaya başladık, ardından biraz düşündük ve en tatlı satış stratejilerimizi geliştirdik.
Benim içime sinmiyordu dünyayı homoseksüel bir iguanaya satmak. Ancak en güzel stratejiler hep onun için hazırlanıyordu. Onu etkilemek zorunda hissettik kendimizi çünkü. Satış günü iguana familyasına tüm hünerlerimizi gösterdik; iyi olduğumuzu, dünyayı da iyi halde satışa çıkardığımızı, geleceğin iyi olacağını, cinsiyetlerin ayrımı söylentilerinin hep yalan olduğunu, dünyada artık dilenmeyen bir insanın kalmadığını; yani bu enfes dünyanın tam ağızlarına layık olduğunu ballandırarak anlattık bir avucumuz açık şekilde. iguanalar kahkahalar atarak dinlediler, homoseksüel iguana ise genellikle somurtuyor bir yandan da çilekli dondurmasını yalıyordu.
henüz dünyanın ikinci kıtasını anlatmaya yeni başlamıştık ki iguanalardan biri -zaten topu topu 150 kişiydiler- sürünerek bizim olduğumuz bölgeye yaklaştı. sustuk ve ürktük. bir anda tüm bu olanların bir rüya olduğunu farzettim ve harekete geçtim; iguanalara doğru koşup birbirlerinin aralarıdaki mesafenin çoğalmasını sağladım; bu sefer onlar ürkmüşlerdi. “vermiyorum lan dünyayı” diye bağırdım. tüm dilenciler hayretle yüzüme bakıyorlardı, “sıkıysa alın!” dedim. homoseksüel iguana bu halimden etkilenmişe benziyordu.

ÇAYIN SUYU

il mare | 18 October 2010 09:34

Yine aşınca çayın suyu boyunu,belki yeniden karşıma çıkacaksın…
Zor bundan sonra aşması,kuruyor çaylar,dereler,nehirler,denizler. İstemem bir sel olsun da taşıp gel bana;asi olursun,sevmezsin,yakıp yıkarsın,ezer geçersin.Bitirirsin;geleyim derken en başından gidersin. Unutulmaz olursun en kötüsü,hatırlandıkça beni de unutturursun,beynimi yersin,bitirirsin,aptal edersin.Bildiklerimi,kendimi şaşırtır,benliğimden men edersin.
Ne çay boyunu aşsın,ne oluyormuş ki öyle hem,haddini bilsin; ne de sen çık karşıma.
Çıkma. Çıkınca hiç çıkmamış gibi olmam için çünkü,benim çay olmam lazım ve kat be kat suyumu aşmam lazım.
Ne ben kendimi aşmak zorunda olayım,ne de sen gir artık rüyalarıma.
Ne karşıma çık,ne de rüyalarıma.
Rüyalarımdan çık! Sabahlarımı yokluğunla tazele,mutlu et beni!
Çık artık rüyalarımın değerli saniyelerinden,üstelik henüz kabusum da değilken…

gene de uzanır semaya öperim kara gözlerini..

kharis | 09 September 2010 12:43

güneşin doğuşuyla gömdüm seni,

bilmem kaçıncı bu sefer,

sen de 10 ben diyim 25,

evet evet 25 oldu bugün,

papatyalara küseli de 25 oldu.

hep sevmiyor sevmiyorsun,

kharis’im bu doğru,

ama Hephaistos’ımı unutmadım

vurdu, ve gitti…

beyazını bile göremez oldum,

aldığın beyaz güller ah..

beyaz saçların,

ellerimi doladığım..

kokun geliyor burnuma..

çilek kokusu..

gül kokusu..

kokladığım kokuların en pamuğu belki..

ALO…

pillihafif | 26 August 2010 11:12

Baş ağrısı…
Buz dolabının bitmek bilmeyen uğultusu…
Pencereyi açınca içim üşüyor,dinmeyen rüzgar,düşmekle düşmemek arasında seçim yapamayan yapraklar,neyi ertelersiniz?
Yere çömeldim.Mutfakta.Nedense..?
Neydi bugün olanlar öyle?
Can sıkıntısı…
klasik müzik açayım bari yazarken,en sevdiklerimden…
Sabah arabayı dönüş yolunda arabanın tekine vurmakla başladı gün,rezildi…
-Geç kaldınız pillihafif.sizi bekleyen…
-Kahvemi getirin!

Koltuğa oturmakla hay aksi demem selamlaşıyor takvimle gözlerimin buluştuğu vakit.O da nesi? 26 ağustos.Doğum günü…
Arıyorum.
Canım,bu akşam görüşelim mi? Sanırım konuşmamız gereken önemli konular var.Susuyor.Susuyor ve devam ediyorum.Ordamısın?
-E Evet.Ben…Peki !
Kapatıyorum.Hediye almalıyım.Klasik bişey olmamalı.Neyseki buldum.

Kapıdayım.
-Kim o?
-Kimi bekliyorsan o.
Sarılıyor.Donuk biraz.Buz gibi.Gözlerini gözlerimle paralelliyorum.Bin damla yaş belki.Ne oldu dememe fırsat kalmıyor.Parmaklarıyla dudaklarımı kapatıp,
-Sus,dinle beni.Biliyorum ,neden bahsedeceğini.Ama önce dinle.Günlerdir anlamıştım zaten.İlgisizliğinden,telefonu hemen kapatmak istediğinden,görüşmediğimiz anların rutine binmesinden…
İstersen gurursuz de,anlayışsız,sıkıldım artık anlamıyor de ya da…
Ama yapamamki sensiz asla!
Yinede alışmalıyım buna.Gidip bilet aldım uzaklara.Kirpiğimdeki tuzları emanet almak isteseydin bırakacaktım belki yanına ama.Layık değildi bu sevda bu şekil bir ayrılığa…
Şimdi konuş dinliyorum tüm kalbimle,hadi konuşsana!

Gülümsüyorum
-Bebeğim benimle evlenir misin?

Telefon.
3.çalışta açıyorum.
-Alo
-Canım,günaydın.Bir rüya gördüm bu sabah.Sesini duymak istedim.
-Günaydın.iyiyim.Ben de seni arayacaktım .Görüşelimmi bu akşam konuşmamız gereken önemli konular var…

-Hayır,uzaklara bilet ayırttım…

Sevgiliye… ( Sahibini Arayan Şiir … )

firatocal | 29 July 2010 09:57

hatıralar istiyorum unutulmayacak
bir dokunuş istiyorum sonsuza dek hep kalacak
eellerini gözlerini istiyorum yanlızlığımı unutturacak
sevmeni istiyorum beni dünyalar benim olacak

sevgilim demek tek dileğim sana
saçlarını okşamak dağıtmak isteğim esen deli rüzgarda
dokunmak tenine bir mesaj kalbine dudklarımdan
işte bu seni sevmek bitmek bilmeyen sonsuz bir arzuyla

esmer sevdim yalnız kalbimde
sevilmeyi hakkeden bir tek sevgiliyi
istedim ona ulaşmayı düşlerimde
aaahh ahh nasıl isterdim bir yolunu bilmeyi

kolay değil sevgisizlik
anılarım yapayalnız çekilmiyor sensizlik
eriyorum karanlık odadaki anlamsız bir mum gibi
gözlerim arıyor değerli gerçek bir sevgili

Doğuştan Yönetmen…

hurie | 22 June 2010 10:38

Bazı insanlar mesleklerini seçmez meslekleri onları seçer,yani doğuştan o mesleğe yatkınlıkları vardır.Eğer yönetmenlikte
bir meslekse ve özel bir meslekse Kim ki-Dukdoğuştan bu mesleğe ait özel bir insandır.Yönetmen olacak yeteneği doğumuyla tanrı ona vermiştir.O hiç sinema eğitimi almamış bir yönetmen.Kendine has bir tarzı,anlatımı var.Dedik ya doğuştan yönetmen aslında.

Kim Ki-Duk, 20 Aralık 1960 ‘da Güney Kore Bonghwa’da Kyungsang’ın kuzeyindeki bir taşra köyünde doğdu.Tarım eğitimi veren bi okula gönderildi,maddi sıkıntılardan dolayı yarıda bıraktı,bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başladı ardından da deniz kuvvetlerine katıldı ve 5 yıl çavuş olarak görev yaptı ve iki senelik bir rahiplik geçmişi de var.Farklı insan gruplarından edindiği tecrübeleri ile parise gitti ve sanat eğitimi aldı.Giderken sadece bir uçak bileti alacak parası vardı ve Pariste sokak ressamlığı yaparak geçimini sağladı.Karakterlerinin keskinliği eleştirenleri rahatsız etmişsede bu yönetmenin yeteneğine karşı duramamışlardır.Dünya çapındayankı uyandırıp,kitlelerin beğenisini kazanan,gittiği her festivalden ödül toplayan yönetmene kendi milleti sırt çevirmiştir.Buda ilginç adamın,ilginç hayat hikayesinin bir parçası olsa gerek.Kendine has,sözleri yok sayan tarzı izleyicilerin sabrını zorlarken kendine de öylesine bağlamıştır ki,filmlerini izlemeye başlayan yarıda bırakıp gidemez.

— |SEN|

il mare | 06 May 2010 10:35

Her anıyı aşk mı sanarım, her anıyı sevda mı?
Değil,işte öyle değil.

Maharet aşk denizine tonlarca gemiler sığdırmada, maharet denizleri de aşıp okyanuslara açılmada .
Bir yalandan çıkmışken, oyalı,kırmızı bir mendil sallamışken son kullanma tarihi geçmiş bir rüyanın ardından,
Maharet yalanları suya atıp mendilleri ispirtoyla yakmada,öyle çok tenezzül de etmeden,serçe parmağının ucuyla.
Her hatırladığın aşk değil işte;
Farkında mısın,sen her hatırlayışında ruhuna dipsiz sevdalar kapaklanmakta,
Ekose hayallerinin üzerine çizgili tutkular yamalanmakta.
Her hatırladığın aşk olsaydı eğer, hatırladıklarından çok öte ,seni çağırırlardı aşk aşk diye.
Gözyaşlarının tuzu yakardı sineni ve yıkandıkça hatıraların, çekip küçülürlerdi teker teker;
Oysa ki sen,tüm yad edişlerde esnetensin bir şeyleri; ucundan tutup çekiştiren,sınırları zorlayıp ebatlarını değiştiren;
Gelmişinin önünde diz çökerken saç diplerinin bile duyduğu hörmetle; geçmişine sövensin, camdan yapılmış nefretinle.
Sen, bir ateşin üzerinden üçüncü kez atlarken, evvel bir zamanının gıptasını dördüncü sıçramana yakıştıransın,
Evvel bir dileğinin aynı karakterli harlarına bu sefer yüreğinin suyunu serpiştiren, ve tek bir damlasıyla nice korlar peyda edensin.
Kendine karşı açtığın savaşta desenli yaralar alan gururlu bir gazi,
Ve bu uğurda şehit ettiğin inanlarının taziyelerini her seferinde kapı eşiğinden defedensin.
Yani öyle sandığın gibi değilsin, dur ama gitme, açıklayabilirim.

NİNNİ

mavilikler | 06 April 2010 12:00

Yorgun bacaklarını dinlendirmek için o köşede otururken, bir ninni geldi kulağına uzaklardan. Gözleri kapandı kapanacak kendini bırakmışken o sese, annesinin sesiyle sıçradı yerinden: “Yine kuruldun köşeye!.. Oturmaktan başka yaptığın birşey yok.”

Ninninin sesi daha yakından geliyordu sanki. Bir anne uyutmaya çalışırken bebeğini, kendisininkiyse ısrarla uyandırmaya çalışıyordu O’nu. Henüz işten dönmüştü. Yorgundu. Pencerenin köşesinde ayaklarını uzatıp birkaç dakikalık bir şekerleme yapmaya bile hakkı bulunmayan bir evde başka bir evden gelen sesler duymak, O’na garip bir huzur veriyordu. Özellikle o ses bir anneye aitse… Ve şefkat denen duygudan az ya da çok nasibini almışsa…