bildirgec.org

mevlana hakkında tüm yazılar

MEVLANA SENİ ÇAĞIRIYOR…

metezade | 22 July 2009 18:08

Gel!
Gel, ne olursan ol, kim olursan ol yine gel!
Zerre kadar pişmanlık varsa içinde, vicdanın gururunu yenebilecekse, dünyayı bir kenara bırakıp O’na yönelebileceksen eğer, gel! Dünyalık işlerle kirlettiğin ruhunun çığlığı kulaklarında yankılanıyorsa ve esas gerçekleri bilmek istiyorsan gel…
Mevlana seni çağırıyor…
Gelebilecek misin peki? Dünyayı bırakmayı göze alabilecek misin? Aslı tutsaklık olan özgürlüğünü bırakabilecek misin?
İzin verecekler mi sana, sahibin olan içkiler. Esiri olduğun ama hep inkar ettiğin kadehler. Onlara bu kadar bağlanmışken gelebilecek misin? Bugün için değil de yarın için çalışabilecek misin? Nefsin izin verecek mi? Her zaman itaat ettiğin nefsinin karşısında durabilecek misin yılmadan?
Az uyuyabilecek misin? Uykun bölünmesin diye sabah namazına bile kalkmazken…
Az yiyebilecek misin? Önüne yemek geldiğinde “Bismillah” bile demeden yemeye başlarken …
Peki az konuşabilecek misin? Herkesin her şeye söyleyecek yersiz ve gereksiz sözleri varken, sen susabilecek misin?Gel!
Gel, bin defa tövbeni bozmuş olsan da gel.
O’na ulaşmak için kendini yok sayabileceksen gel. Gerçekten Allah’ı istiyorsan; dünyayı, ukbayı ve bütün kevn-ü mekanı bırak öyle gel.
Mevlana seni çağırıyor…
Peki sen kimsin? Sen biliyor musun kim olduğunu, neden burada olduğunu ve burada ne kadar kalacağını? Bilmiyor musun? O zaman neden bu kadar sahipleniyorsun bu dünyayı? Neden hiç gitmeyecekmişsin gibi sarılıyorsun ve ileriye dönük planların neden hep buraya ait?
Gelmeyecek misin? Tövbe etmek ağır mı geldi gözüne, yoksa çekiniyor musun? Peki kimden çekiniyorsun? Kimsenin bilmediğini sandığın günahlarının açığa çıkması mı endişelendiriyor seni? O’da mı bilmiyor? Öyle mi sanıyorsun? Bu yalanla mı avutuyorsun kendini? Sana senden bile yakın olanın sırlarını bilmediğini mi sanıyorsun?
Gerçeklerle yüzleşmenin bu kadar ağır olabileceğini hiç düşünmemiş miydin? Bunu hiç hesaba katmamıştın değil mi? Milyonlarca insanın günahlarını düşündün, bunların yanında senin işlediğin küçücük günahın arada kaynayıp gideceğini düşündün. Sen böyle düşündükçe günaha battın, boğazına kadar. O kadar ki nefes almakta bile zorlanmaya başladın. Senin küçücük günahların birike birike kocaman bir volkan oldu. Her an patlamaya hazır bir volkan…
Bu güne kadarki hatalarını telafi etmek için, bu bataktan kurtulup O’nun yanına temiz bir şekildi çıkmak için gel.
Gel mevleviler döndükçe dökülsün günahların teker teker. Ney’in yanık sesini duydukça huzur dolsun yüreğin, ruhun temizlensin. Geçmişin buraya gelmek için engel olmasın sana. Gel ne olursan ol yine gel, bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir…
Mevlana seni çağırıyor.
Mevlana hepimizi çağırıyor…

13 KABİLE

deLe | 13 May 2009 16:02

http://www.analiztv.com/news_detail.php?id=7037

ustaların ustası: atıf yılmaz

kahramancayirli | 10 February 2009 10:51

bir dostumun mesajıyla uyandım o sabah: “kardeş başımız sağ olsun, atıf yılmaz yaşıtları gibi yapmış.” sonra bir başka mesaj: mevlana, insanların ölümüne değil, doğumuna üzülün diyor… 50lerin başından bugüne türk sineması’nın her dönemine tanıklık eden, altmışında emekliliklerini ilân edip evlerinde oturanlara inat 81’inde önümüzdeki sezon nurgül yeşilçay ile çekeceği romantik komediyi düşünen, kim bilir bir yirmi yıl daha yaşasa yine keyifle rejisörlük koltuğunda oturmaya devam edecek “türler üstü ustamız” atıf yılmaz’ı kaybetmiştik. yönetmenler genellikle yetkin olabildikleri bir türün üstüne giderler sinema serüvenleri süresince, oysa yılmaz, kadın filmlerinden, epik ürünlere, töre komedisinden, durum komedisine kadar sinema yelpazesinin pek çok ayağına uzandı: merak ve macera. işte yılmaz’ın karakterini yoğunlukla şekillendiren bu iki güdü, sinemasının bunca çeşitlenmesine vesile olur.

elif şafak’ın yeni romanı

kahramancayirli | 04 February 2009 12:07

berlin in berlin ve çiçek abbas filmlerini sevdiğim yönetmen: sinan çetin
berlin in berlin ve çiçek abbas filmlerini sevdiğim yönetmen: sinan çetin

bu yazı, elif şafak hakkındadır, uyaralım. elif şafak’ın yeni kitabı şubat ortası gibi kitapçılarda yerini alacak. üstelik kitaptan yola çıkarak sinan çetin bir film çekecek. şafak daha önceki romanları için de filme çekme konusunda muhtelif yönetmenlerden teklifler almasına rağmen hiçbirini kabul etmemişti. açıkçası, sinan çetin’in teklifini kabul ettiğini öğrendiğimde bozulmuştum. çetin’in çiçek abbas ve berlin in berlin filmlerini çok beğenirim, ama diğerlerini pek sevmem. bakalım nasıl bir iş çıkacak ortaya?
13. yüzyılda konya’da geçecek şafak’ın yeni romanı, üstelik hikayenin diğer iki ucu boston ve amsterdam’da; şafak’ın çoğu romanında olduğu gibi yine uluslar arası bir örgü okuyacağız anlaşılan. boston’da yaşayan, evliliğinden kırılmış sıkılmış bir kadın, bir kitap sayesinde mevlana’yı keşfeder,… devamını iki hafta sonra yeni romanından okuyacağız artık. tüm kitapları metis yayınlarından çıktıktan sonra hatırlarsınız siyah süt, doğan kitap’tan çıkmıştı. yeni kitabı da umarım metis yayınları’ndan basılır.
istanbul life’ın kasım 2008 sayısında bakın ne demiş şafak: “ben genellikle mutfakta yazmayı severim. keza fırınlarda ya da pastanelerde. oradaki ekmek, kek, tarçın kokusu bana o kadar iyi geliyor ki.”…

KAYBETMEKTEN ÇOK KORKUYORUM

keremx | 23 December 2008 12:40

ÖLÜMÜ İSTEYEN ADAM

E-Posta ile bana ulaşan ve MSN’ lerine beni ekleyen dostlarımızla çok güzel diyaloglarımız oluyor.

Dün iletişim kurduğum bir dostum MSN’ sine ; “Kaybetmekten çok korkuyorum” diye yazmış. Kaybetmekten korktuğu şeyi sordum, kendisine. Sevdiklerimi kaybetmekten çok korkuyorum, dedi.

Bu cevap üzerine kendisini tebrik ettim. Ne güzel dedim, kaybetmekten korktuğunuz sevdikleriniz var. Sevdiklerinizi kaybetmemek için onların kıymetini bilin. Sevdiklerinizi ihmal etmeyin.

Biliyorsunuz işte beni, kendi tarzımca cümleler kurdum. Sevmeye ve sevilmeye dair edebiyat yaptım. Ancak tüm sözlerim üzerine verdiği cevap beni şok etti: Çok sevdiğim bir canı dün akşam kaybettim, dedi. Sevdiği ölmüştü.

Şok oldum. Nasıl mahcup oldum, sormayın… Sustum kaldım öyle. Ölüm karşısında söylenecek söz yoktu.

Başınız sağolsun, diyebildim sadece…

Ney

gedaiask | 22 December 2008 13:57

Ney , tam olarak menşei bilinmemekle birlikte , bilinen tarih kayıtlarında Sümerler onu “nu” diye adlandırmışlardı. Farsça’da kamış anlamına gelen ney, islamiyet öncesi Türk inancında da önemli bir yerde idi. İslamiyet sonrasında tasavvuf müziğinin baş sazı olmuştur. Hz. Mevlana’nın “dinle neyden , zira o ayrılıklardan şikayet etmededir” diyerek en büyük eseri olan Mesnevi’ye başlaması , neyin tasavvufta ne denli bir önemi bir yeri olduğunu göstermeye delâlet etmektedir. Görünüş itibariyle pek bir ilkel görünen bu saz, dünyada icra edilmesi en zor olan sazlardan biridir. Buğulu bir kadın feryâdına benzeyen sadası , insanoğlunu cezbetmiştir. Yapılan ilmi araştırmalar sonucunda yeryüzünde insan sesine en yakın sesi veren keman sesiyle ilk sırayı paylaşabilmiştir. Şuan genellikle Dünyada, Ortadoğu’da yaygın olarak bilinip kullanılan bu saz, Unesco’nun 2007 yılını ,”Mevlana Hoşgörü ve Barış Yılı” olarak seçmesi neyin ünvanını artırmaya vesile olmuştur. Hala şuan dini ve dini olmayan Türk Müziği’nde ana sazlardan birisidir.

İYİ Kİ VARSIN…

keremx | 18 December 2008 18:02

İYİ Kİ VARSIN…..

Yaratılış ve kainatın sırrı ile ilgili her insan gibi bazı düşünceler kafamı kurcaladığında , tebessüm eder ve şükrederim. Her nasıl olmuşsa, olmuş derim. Geçmişe, başlangıçlara takılıp kalmam. İnanır, teslim olur ve derim ki; iyi ki varsın… İyi ki sana inanıyorum…

Sonra Mevlana gelir aklıma. Bütün dünyayı kucaklayan öğretisini düşünürüm. O’nun Mesnevi’ sinden öğrendiğim dille kendime seslenirim. Derim ki özüme:

1-Unutma Can, Yaratan seni çok güzel ve özel yarattı. Sen sahip olduğun bütün özelliklerinle kendine özel ve bir tanesin. Bu sebeple kendini sev Can, Yaratılanı sev, Yaratanı sev…

Çilehane

nevdalist | 28 November 2008 12:22

Hafif’e yazmak istediğim, bu amaçla yola çıktığım hiçbir konu gerçekleşmiyor. İlginç bir biçimde vazgeçip, başka bir konuya dönüyorum. Yine aynısı oldu. Yalnızlık üzerine, yalnızlığın fiziksel ve psikolojik anlamı üzerine yola çıktım. Sonra olmadı, iki paragraftan sonra her şeyi çöpe attım. Yerine birazdan okuyacağınız -yani okuyacağınızı umduğum- bu yazı çıktı.

Kendinize “bu benim Çilem” dediniz mi hiç? Ya da hayat bana hep oyunlar oynuyor diye sormadınız mı? Bir gece mesela kalkıp bileğimi kessem çok kan akar mı demediniz mi? Sahi hiç mi ister ilahi bir güç, ister hayat, ister kader çilem bu olmamalıydı diye isyan etmediniz mi?

Uzunca zamandır yazmıyorum. Yazmak gelmedi bir türlü içimden. Belki her şeyin bir zamanı olduğundan, belki artık yazıların gözden kaybolmasından. Bilmiyorum, bildiğim tek şey epeycedir çilehanelerin beni etkilediği.