bildirgec.org

kültür hakkında tüm yazılar

Simulacra: Postmodernism polaroidleri

epiphany-hafif | 14 June 2002 17:55

Britney Spears televizyon ekranlarımızın dışında hiç biyerde varolmaz. Nefes alan bir canlı gibi değildir. Tek varolma sebebi şipşak resimlerinin çekilmesidir. Angela McRobbie “postmodernism and popular culture” kitabında benzer bir örneği Joan Collins için verir ve gerçek hayatın simulasyona dönüştüğü anlara değinir. Bir akım olup olmadığı başlı başına tartışmalı postmodernism ne kadar anlaşılmaktan uzak olsa da hayatın bire bir içine sızmıştır. Tüm akademik düzeyde tartışmaları bir yana, sokak modasından, Mtv’ye, southpark‘tan latin amerika sinemasına, ikinci el mağazalarının popülaritesinden yüzlerce kanallı cable kültürüne kadar heryeri sarmıştır. Postmodernizmin önemli figürlerinden biri olan Jean Baudrillardkörfez savaşı için “Çöl fırtınası operasyonu hiçbir zaman gerçekleşmedi” diyerek ortalığı karıştırmıştı. Üzerinde biraz düşününce bunun gerçekten böyle olduğu sonucuna varabiliriz. Körfez savaşı bizim için cnn in canlı yayınlarından ibaretti. Biz savaşı yalnızca televizyonlarımızın mavi ekranında yaşadık. Amerika’nın sayıp döktüğü hiçbir amaç doğru değildi. Kuveyt halkı da umurlarında değildi zaten. Biz televizyon ekranlarından heyecanla, havalarda uçuşan, nigt vision çekimlerin bozuk resolusyonunda yeşil ışıklar saçan füzeleri izledik. Jean Baudrillard’ın “Simulacra and Simulations” kitabında tartıştığı gibi biz 1990 yılında savaş “gerçeğini” değil onun simulasyonunu yaşadık. Bu durum sadece içinde bulunduğumuz ülke dışında gelişen “sözde savaş” için değil, aynı şekilde motivasyondan yoksun gündelik hayat için de geçerli. Tv kumandasını kullanır gibi zamanı kullanmaya alışmak, hayatı kısa polaroid shot ları halinde algılama eğilimine sebep oluyor. Hayatımız içinde gelişen tüm olaylar spontan özelliklerini koruyabilirken, yorgun ve umursamaz olmayı da sürdürüyoruz. Bunu “ah eski günler, nerde o eski bayramlar” havasında bir yakınma amaçlı söylemiyorum. Bu tabi ki modernizm ertesi yeni zamanın, daha geniş platformlarda tartışılması gereken gelişim sürecidir. Önemli olan bunun bilincinde olmak, azıcık da olsa anlayabilmek, simulacra nın parçası olmak yerine onu gerektiği şekilde yönetebilmektir . Artık dünyanın bir “doğrusu” yok. Büyük “tarihi gerçekleri”, “büyük” söylemleri , “büyük” kahramanları yok. Baudrillard, “everything has happened, nothing new can occur..” derken tarihin ölümüne işaret ediyordu. Postmodernizm çareyi dışarıyı küçümseyip içe patlamada buluyor olabilir. Nitekim 21.yüzyıl hayatının klasiği fight club hatırlanacak olursa Tyler’ın vaazı yazıyı sonuçlandıracaktır:”Our generation has had no Great Depression, no Great War. Our war is spritual. Our depression is our lives.”

Karikatür Tarihi

Paga | 30 May 2002 10:58

Simavi Vakfı Yarışması olarak başlayıp; bugüne gelen, aslında gerçekten gurur verici bir etkinlik. Ne yazık ki; hayat, giderek gurur duyma ihtimalimizi azaltırken, ‘sahip’lerine rağmen; bu etkinlikleri izlememiz, korumamız gerekiyor.

Sanırım… Büyüğü devamında

1983- 2001 Tarihleri arasındaki bütün eserler.

Obsesif Nesneler 1: Gitarlar,efektler vesaire

ingilizanahtari | 29 May 2002 17:06

Evet ben gitarcıyım, gitar çalıyorum. Ama müzisyen değilim kesinlikle. Oldukça masum bir şekilde rok yıldızı olmak, ne biliyim dergilerde gördüğümüz ecnebi manken kızlarla gezip tozmak amacıyla tenis raketleri vasıtasıyla başladığım bu uğraş bana tahmin ettiğimden pahalıya mal oldu. Artık ruhsal rahatsızlıkları olan, toplum içinde nedense “marjinal” diye anılan üretime katkısı sıfır şahıslardan biriyim ben.

Başlangıçta sadece beğendiğim şarkıları çalabilmekti amacım. Bir yerden yarı ödünç yarı gasp yoluyla edindiğim muhtemelen Bulgar malı olup odunluk kavak ağacından yapılmış İspanyol gitarımla melodiler çıkarmaya başlamam uzun sürmedi. “Mini mini bir kuş donmuştu pencereme konmuştu” olsun, “Bir gün bir gün bir çocuk eve de gelmiş kimse yok” olsun parmaklarımdan dökülmeye başlamıştı. Yaşım zannettiğiniz gibi 8 değil 16 civarlarındaydı o zamanlar. Daha önce ilkokuldaki flüt dersleri dışında müzikle hiç ilgim olmadığından kulağım ancak bu basitlikteki majör melodileri çıkartabilmeye yetiyordu. Günler ayları, aylar yılları kovaladı. Akor, gam gibi bir takım yapı taşlarını kavramaya, hatta teoride bırakmayıp pratikte kullanmaya başladım ufak ufak. Bazı parçaların akorlarını tespit edebilir, bunlara yakın akorları gitarımla peşi sıra çalıp o parçayı az çok icra edebilir duruma geldim. E tabi artık Bulgar gitarımın değişme zamanı gelmiş de çatmıştı. Belki de hayatın en acı gerçekleriyle o zaman tanıştım. Gitar satın almak para gerektiriyordu. Para ise bende olmayan bir şeydi. Önceleri Tünel’deki dükkanların camlarında piliç çevirme misali seyrettim bir takım aletleri, sonra İngiliz ve Amerikan gitar dergileri alıp kocaman bir endüstrinin içine girdim balıklama. Yurtdışı seyahatlerimde dergilerde gördüğüm o pahalı aletleri elleyip deneyebiliyordum. Saplandıkça saplandım, öğrendikçe daha çok battım. Çünkü bu aletlerin yeni yapılmış olanları pek de para etmiyordu. Asıl saplantıyı yaratan vintage gear denen eski aletlerdi. 1952 – 1965 arası yapılmış pre-CBS Fenderler, 1958-60 arası orcinal sunburst Les Paul’lar rüyalarıma girer olmuştu. İnternetin mertliği bozmasıyla birlikte günün önemli bir bölümünü harmony-central gibi referans sitelerinde ve ebay gibi pazarlarda geçirir oldum. Artık geri dönülemez bir yerdeyim, param oldukça ufak tefek aletler alıyorum. Korkmuyor da değilim, hani kazara elime 1 milyon dolar geçerse takriben 2 gün içerisinde bu aletlere yatırarak bitirebilirim gibime geliyor.

30 Kuş gerçekten uçsa…

knemo | 25 May 2002 23:46

kanat rüzgarları biraz olsun ferahlatırdı meydanı. Bu muymuş dedirten hayal kırıklığı:Göz boyama mı çığırtkanın ağzından fırlayan fişekler? Aaa! Ooo! Bak!Bak! Uçacaktı, uçuyor, uçtu…

Öyle san! O’ysa Simurg: Sihirlidir ve kendine özel. Kuş dili işte, kim anlar? Kim söyler?

Keşke dedim içimden, bu kadar kalabalık toplanmışken, çoluk çocuk, bir oyun oynasaydık ya da çekinmeden sorsaydık birbirimize: ne bu?!!

Kitaplarla aramız nasıl?

ser-hus | 16 May 2002 11:55

Kitap okuyan bir bireyin otobüs seyahatlerinde (şehiriçi-şehirdışı farketmez)en çok yaptığı eylemlerden biride kitap okumasıdır.

Geçenlerde şehiriçi otobüslerinin birinde oturup kitap okumaya başladığımda kendimi çıplak hissettim.Sanki herkes bana bakıp “ne yapıyo lan bu” der gibiydiler…

Artık otobüslerde kitap okuyan insanlar görmüyorum,dergi ve gazete okuyanınıda görmüyorum.Görmediğimden tuhaf oluyorum belkide; belkide insanlar bana öyle bakmıyorlar o tuhaflık psikolojisinden dolayı böyle hissediyorum.

Kısacası; Kitap okuyormuyuz?

Boş zamanlarımı kitap okuyarak geçiriyorum diyen bir insan okuduğu kitapları ne kadar ciddiye alabilir.

Kitap okumak boş zamanı doldurma amacıyla yapılan bir eylemmidir?

Birde kitapseverler için şu sorun var; bu kitaplar neden bu kadar pahalı?

Telefon Karti

tga | 15 May 2002 19:40

bi kac yildir ne bulsam degisik kolleksiyon yapiyom. taslari biriktirdim bi arada arnavut kaldirimlari, dosemeler falan sonra tabellar apartman isimleri sokak tabelalari abuk subuklar…

pullar vardi ilk onlardi sanirim topladigim bu aralar telefon karti bi suru oldu ama napacam bilemiyorum kimseyi bulamadim takasci surda delisi var bi tane isin sunlar‘da ilk goz agri ptt nin. varmi bunlarla ilgilenen.

ATLAS bile anlamış…

ulvicen | 15 May 2002 12:59

Müslüman kalabilirsin ya da başka bir dinde, ama beni yakalamak için

değişmelisin dostum. Dilini değiştirmelisin önce. Yüksek ortamlarda benim

dilimi kullanmalısın. Benim dilimi ikinci dil ya da yabancı dil olarak

öğrenmen yetmez. Kendi dilin yabancı kalmalı, hatta neredeyse etnik bir dil, benim dilim ise yüksek ortamlarda anadil olmalı. Nedir bu yüksek ortamlar?

En başta yüksekokullar. Sonra liseler, ortaokullar, ilkokullar, hatta

anaokulları. Kendi dilinle konuşmak sende aşağılık duygusu yaratmalı.

Örneğin marketing (pazarlamanın yüksek olanı) alanında benim sözcüklerimle

1 Mayıs

cekirge | 01 May 2002 22:35

Bir “1Mayıs” daha gitti takvimden..

Hani bazen bişiler yaparızda farkına varmayız. Ezbere olur biter. Bugünde benim için öyle bir gün oldu. Ana haber bültenlerine kadar. Farkettim ki bugün 1 Mayısmış. Her ne kadar apolitik bir insan olsam da 1 Mayıs öyle bir yerleşmiş ki beynime, haberlerde farkına varınca ezildim adeta. Kimi zaman coşkuyla, halaylarla; kimi zamansa “kanlı” eylemleriyle yerleşmişti belleklerimize. Oysa her şeyi tüketen bir nesil olarak bunu da tükettik galiba. Tükettik ve bitti…

Hemen Hemen Her konunun geçtiği bu sitede sadece bir sms var. Onca kanalın haber bültenlerinde de sadece Fransa ile ilgili bir haber. Oysa Sevdanın Handeye attığı tokatı neredeyse 20 dakika izledi halk; istesede istemesede.Acaba sırada tüketilecek hangi konu var?…