bildirgec.org

hüzün hakkında tüm yazılar

solmuş sevdam

astral | 28 October 2006 03:06

İçimdeki hüzün
Yüreğime sığmıyor

Geçtiğim yolları
Kafam almıyor

Senden yana
Solmuş sevdam

Söylemeye dilim varmıyor

yaslı bir çiçek; siyah gül

asiti kacmis kola | 27 October 2006 21:19

önce civcivleri rengarenk boyadılar, sonra da gülleri. mavi güller sardı dört bir yanımızı. o kadar yapaylardı ki, insanda hiçbir şey hissettirmiyorlardı.
ama gerçekten de siyah gül var. çiçeklerin en yaslısı, en nadir bulunanı. bu çiçeğin renginden başka değişik olan bir özelliği de sadece fırat’ta yetişiyor olması. tohumu ya da fidanı başka ülkelere götürülse bile orada siyah açmıyor.

ondan

astral | 11 October 2006 22:08

Kadına mektup,
‘’Mektup. Kendine has bir şiiri var. Ve yazacak bir şeyleri olan adamın suç aleti.

Kelimeler ! Kelimelerden ve kelimeleri iyi kullanan erkeklerden tehlikelisi yoktur. Baş başa kaldığınızda seni güldürüp, sonra “Bak ! gülüşün az önce bir kelebek gibi pencereden uçup gitti” diyen erkek, sarhoş olup barda poponu elleyen erkekten çok daha tehlikelidir. Hele iş sekse geldiğinde; bir suçlu, katolik bir rahip ya da bir muhasebeci arasında hiç fark yoktur.

Genelleşmiş zapping toplumunda insanların uzun süre aynı kişi ile yaşamalarını beklemiyorum. Ama erkeği ve kadını, hüsranlar arasında bocalayan tatminsiz hayvanlar olarak görmek de hiç hoşuma gitmiyor.

hüzün kuşları

semazem | 11 October 2006 21:23

hüzün kuşları gelip yedi bütün kuş üzümlerini. Ve çam fıstıklarını. oysa biz seninle pilav yapmayacak mıydık onlarla. birlikte içimizden geldiği için “iç” dediğimiz ama aslında “iç olmayan iç pilav – olsa olsa canımın içi pilav olur bu pilav – ” yapmayacak mıydık. yaparken de aklına geldikçe bu isim sen, gülmeyecek miydin gözlerini kısarak.

“iç olmayan iç pilavımıza kuş üzümü ve fıstık da ekleyelim mi hayatım, ama yeni bahar koymayalım ben sevmiyorum ” dedim diye, birlikte önce markete gidip; sonra “otantik olalım aktar kullanalım” diye daha baharat reyonuna varmadan geri dönerek bir “aktarcı” ya gitmemiş miydik seninle.

vanilya kokusu ve sensizlik üzre yazılmıştır

semazem | 10 October 2006 16:15

– I –
düşlerimi elime alıp sevdaya fırlattım gül kokularını. yağmuru arkama alıp denize karşı durdum. rüzgara bıraktım tüm hayalkırıklarını. birkaç dal kırıldı, kediler çöp tenekelerinden fırlayıp kaçtılar, bir yerde bir kapı çarptı, bir cam kırıldı.. tazelendi ömrüm sanki bu seher, gün yeni bir bana doğdu sandım. aldandım.

yüreğimin çığlıkları dolandı durdu sokakları, görüntümden ürküp kaçtı çocuklar, kuşlar uzak uçtu, polisler ters ters baktı, bir tek damlalar düştü üzerime. damlar saçlarımdan yüzüme aktı, yüzümü birbirine kattı bir yumruk gibi savrulan rüzgar. kendime geldim, ayıldım, her şeyi unuttum sandım. aldandım.

kokun ve yağmur üzre yazılmıştır.

semazem | 10 October 2006 16:14

gece. salonda uyumuşum. ışık yakmamıştım. mumlar sönmüş. karanlık. dışarıdan bir hışırtı geliyor. belli ki yağmur yağıyor. dalları balkonumun penceresine çarpan kiraz ağacının sensiz koparmaya kıyamadığım meyveleri acaba dökülür mü ? dökülürse “sensiz yapamadıklarım” defterine bunu da mı ekleyeceğim? “sensiz yapamadıklarım” defterini iptal edip de “sensin yapamadıklarım” diye bir defter mi açsam ki?

yağmur hızlanıyor. derenin sesi coşar simdi. ya da derecik. ya da “yağmur yağınca su miktarı artan, sesi çoğalan, pencerem açıksa yağmur damlalarıyla birlikte içeri kaçan akan su parçası” her neyse işte..

İşin bitince beni sever misin?

bildigimiz son sey | 14 September 2006 10:57

Ne zaman biri çıkıp, “kadınlar çalışmamalı evde oturmalı” türünden bir şeyler söylese, mutlaka bir kıyamet kopar.
Ben de ‘otursunlar ellerinin hamurlarıyla evlerinde’ demeyeceğim elbette. Belki de şimdi bana gelen bu hikayenin, bu konuyla hiç bir ilgisi yok… Belki de var…

Buyrun, beraber okuyup düşünelim.

“Kapidan içeri girer girmez neseyle bagirdi:
Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
-Görmüyor musun? Telefonla konusuyorum.

Hiç kimsenin sevdigi sey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babasi arabayi seviyordu. Herşey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu oldugunda. Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmiyordu. Nerelere gitsindi? Annesi kapatti telefonu. Mutfaktan tencere kasik sesleri geliyordu. Kosarak yanina gitti.
Sana yardım edeyim mi? dedi en sevimli halini takinarak. Annesi manali manali bakti.
Hayirdir. Bir yaramazlik filan? Bak bir de seninle ugrasmayayim. Çok yorgunum zaten…

nokta hala destanı

onerty | 01 April 2006 14:21

hakkında iki farklı hikaye duyduğum nokta hala (veya nokta ana), bulabildiğim dizeleriyle içimde birşeyler sıkışıp kaldığında, ağlayıp-gülemediğimde, her seferinde acısına beni hüngür hüngür ağlatan vefakar bir karadeniz kadınıdır. ayağının altını öpmek istediğim anadır.

birinci hikaye şöyle ki;

kocasını da bir savaşta kaybeden nokta ana, oğlu ahmet ‘i de kırım savaşında şehit verir. ardından memleketi rize/çamlıhemşin’ den kalkar gider kırım’a ve oğlunun naaşını buraya getirerek toprağına gömer. sonrasında kendi de ölene kadar, hiç bitmeyen bir ağıt yakar oğlu ahmet’ e.

ikinci hikayeyse,

kırım’ a gurbete giden ahmet orda cezaevine girer ve ince hastalığa tutulup ölür. tüm yakınlarını çok erken yaşta yitiren nokta hala da ömrünün son gününe kadar, bu sonsuz ağıdı yakar..

ASKERE GİTMEK!

MyTh SaproX | 14 February 2006 16:20

SEVGILI KARDEŞİM;

4 TEMMUZ 2003 GÜNÜ…

YAW NE DİYORUM BEN, KUSURA BAKMA GÜNLÜK, VADİNİN ETKİSİNDE KALDIM HERHALDE, AMA EN KÖTÜSÜTE BU ŞEKİLDE ASKERE GİTMEK!

EVEEET, NİHAYET HAYATIMIZIN EN GEREKLI VE ONEMLI ANINA GELMIS BULUNMAKTAYIIM.

ASKERE GIDIYORUM MILLET ALLAH’a EMANET OLUN!…

UZAKLARIN ÇAĞRISI

karo kızı | 12 April 2004 19:37

Hüzün ….
Nikotin tadında bir şey bu
Ve alışkanlık yapıyor.
Hüzne alışık gönüller daha dayanıklı
Bunu biliyorum.
Hayata hep gözyaşı penceresinden bakmak
Acıyı saklamak ve
Onu mukaddes bir emanet gibi taşımak asilce
“ardımda yangın sonrası bir şehir var…
yıkıntıların üstünde hala dumanların tüttüğü…
köşe başlarında yaralı ve gönlü yaralı insanların
dalıp dalıp gittiği, sokak aralarında şaşkın kedilerin dolaştığı
yangın yeri bir şehir…
dönüp bakmıyorum
sırtımda alevlerin sıcaklığı hala göz yaşı kaynağım kurumuş
gözyaşı yollarımda sararmış otlar…
gözlerim ufukta…
kaçıp giden rüzgarı, yangını büyüten rüzgarı ve geciken yağmuru arıyorum…”
hüzün…
acının çiçeği…
acı ve acılar,onlara esir olmak yerine oynaşmayı tercih edenleri
bir heykeltıraş gibi biçimlendiriyor.
Acılarla oynaşmak…
Hüzün uzakların çağrısıdır…
Her gün yüzlerce,binlerce defa
Yollara düşerde düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kaçıp kurtulamazsınız
Hüzün uzakların çağrısıdır….
Gidemezsiniz…
Hüzün kaçıp giden son trenin ardından
Bakakalmaktır gece yarıları garlarda…
Hüzün üşümektir
Gecenin bir vakti sizi almak için çırpınan
Karanlık dalgalara ve
Şehir ışıklarıyla oynaşan
Yakamozlara cevapsız kalırken
Hüzün ağlayamamaktır…
Ağlamak için çırpınırken
Ağlayamamaktır…
Hüzün aşk satmaktır duvarlara
Hüzün aşkta boğulmaktır ve
Kimsenin anlamamasıdır feryatlarınızı
Hüzün içten içe yanarken
Üşümek ve ürpermektir…
Hüzün yalnızlıktır
Yalnızlıksa soylu bir duygudur
Kristal kadehle size sunulmuş
Ve alışkanlık yapar…
Hüzün uzaklara ait olup
Yakınlara hapsolmaktır…