bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

Ayyıldızlı Milli Forma Nasıl Oluştuğunun Hikayesi

iso1000 | 14 December 2007 18:55

Ayyıldızlı Milli Forma Nasıl Oluştu?

NIKE tarafından Milli Takımımız için yapılan Turkuaz renkli formalarla ilgili tartışmalar devam ediyor. Burada olduğu gibi, ”Turkuaz renkli forma Türkiye’yi ne kadar temsil edebilir?”

Fakat turkuaz renkli formlar giyilmeyi beklerken bugün Kazım Kanat’ın Sabah Gazetesi’ndeki yazısını okudum. Kazım Kanat yazısında ilk göğsü ayyıldızlı formanın nasıl oluştuğunun tarihi hikayesini anlatmış ve turkuaz renkli formaların hata olduğunu belirtmiş.
Sadece okuyalım..

ayyıldız
ayyıldız

haksızlık bu…

vareste[pilli_silinen_hesap] | 02 December 2007 17:27

Bakırköy Prof.Dr. Mazhar Osman Uzman’ın yaptığı ilginç bir araştırmanın beni nekadar etkilediğinden bahsederek başlamak istiyorum ilk yazıma…

Hayat bazen insanın istediği yönde ilerlemeyebiliyor.Kimimiz kötü bir çocukluk geçirmiş,incitilmiş olabiliriz.Bize öğretilen kimseyi hor görmemek,insanları anlamaya,onların yaralarını sarmaya çalışmak değil miydi? Öyleyse neden etrafımızda eğitimli olsun,cahil olsun insanları kırmaya,eleştirmeye hatta yargılamaya çalışanlar var?

Sodom’da bekleyiş…

d e g g i a l | 22 November 2007 00:21

Dylia’nın, şimdiki duygularını tam olarak açıklayabilmesinin mümkünü yoktu.Yoğun terkedilmişlik,ızdırap,öfke,açlık…Yüzlerce yıl geçmişti üzerinden ama hala dün gibi aklındaydı efendisiyle mutlu günleri…Dylia ona delicesine aşıktı,tapıyordu ;efendisi ona ölümsüzlüğü vermişti,sonsuza kadar bir solucan olup onun yanında sürünebilirdi.Efendisinin şeytansı bir çekiciliği vardı,Dylia’ya kötülük etmişti onu sonsuzlukla lanetlemişti böylece kendi bencil duygularını doyurabiliryordu,karşısındaki ruhu sömürüyor bir kene gbi emiyordu.Zavallı ruhun kederi,çırpınışı ona inanılmaz bir zevk veriyordu.Ne yazıkki Dylia’nın gözleri henüz açılmıştı…
Artık efendisi hayatında değildi,aslında bu duruma hala bir şekilde üzülüyordu,nasıl da ona karşı gelmeyi başarmıştı…
Efendi,elindeki ruhları tuhaf revklerini tatmin için kullanırdı,onların beynini yıkayıp insani duygularını köreltirdi.Yaptığı şeyleri anımsayınca güzel gözleri yaşla doluyor,sanki yüzüne bir iki çizgi daha ekleniyordu.Lanetliydi,sonsuza kadar bunlar onunla yaşayacaktı.Kendisini her seferinde aşağı attığı sarp kayalıklar da bıkmıştı artık ondan…
Peki etkisi altında olduğu varlığın yaptırdıklarından sorumlu tutulabilir miydi? O kadar çok can yakmıştı ki,ama hiç can almamıştı,biri hariç…Efendisi hep ölüm bir kurtuluştur demişti ona,sonrası boşluk.Dylia peki ya cennet ve cehennem demişti.Efendi hafif alaylı bir gülümsemeyle yanıtladı:’çok fazla masal dinlemişsin,hayat enerjidir,ölüm de bunun yer değiştirmesi,bu dünyada ruhunu yücelticeksin bunu yalnızca ben sana öğretebilirim böylece ölünce yok olup gitmeyeceksin eriyip sönen mumlar gibi’…
Dylia güçlerini artık kendi özgür iradesiyle kullanacaktı,iyilik savaşçısı olmaya karar vermişti…
Rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki,sırtını denize çevirdi geniş ovalara doğru döndü,diz çöktü başını gökyüzüne kaldırdı dünyaya karşı günah çıkaracaktı,boşluğa seslenecekti ama en azından bi parça da olsa içinden atacaktı.Gözlerini kapadı…
Küçücük bir kulübedeydi,efendisi kulağına fısıldıyordu,evdeki kadının bağrışları köyü inletiyordu Dylia gelen çocuk oğlan olmalı diye düşündü ve gülümsedi,nihayet başı gözükmüştü geliyordu,Efendi ‘öldür’ dedi;Dylia küçük bebeğin iri gözlerine baktı dakikalarca sonra da etrafına sanki herkes efsunlanmış gibi gülümsüyordu sonra yüzlerdeki ifadeler değişmeye başladı kaygı,merak,üzüntü ve yine bağrışlar…Efendi yine fısıldadı:’Aferin köle’…
Dylia ne hissettiğini anlayamıyordu sadece pişmanlık hissetmediğini biliyordu,peki geçmiş niçin ruhunu böylesine acıtıyordu? ,efendisi onu terk etmişti,özgürdü ama yine de mutlu değildi aklından sürekli bu yalnızlık bana verdiği ceza,geri dönecek diye geçiriyordu.Tekrar gözlerini kapadı ve efendisine karşı geldiği geceye döndü…
Dylia çekici bir kadındı,çok uzun zamandır Efes’in hayallerini süslüyordu.Efendi buna ses çıkarmıyordu açıkçası bu Dylia’nın canını sıkıyordu neden beni kıskanmıyor diye düşünüyordu.Efes’i mutlu etmeye çalışıyordu,tüm amacı efendisini kıskandırmaktı hatta Efes’i sevmeye bile çalıştı.Genç adam etrafında pervane oluyor Dylia’nın her isteğini yerine getiriyor,çırpınıyordu ama hiç bir zaman yetirememişti.Dylia artık efendisini çok iyi tanıyordu,çok iyi biliyordu ki genç adama aşık olmasını istiyordu,iki taraf da sevince herşey daha can yakıcı olacaktı,ama çok yanılmıştı…Bir gece şatoya efendisinin yamacına döndüğünde gördüğü manzara karşısında kanı donmuştu,atmayan kalbi sanki tekrar çarpmaya başlamış göğsünü sıkıştırıyordu,Efendisi ve sarışın bir köylü kızı çırılçıplaktı…Dylia’nın yüzünde duyduğu yanma hissi ve gerginliği her an çılgınca birşey yapacak izlenimi veriyordu,Efendi Dylia yı görmüştü,görmesine de gerek yoktu hissederdi ama Dylia’yı görmezden geliyordu,Dylia elleriyle gözlerini kapattı şimdi,şimdi,şimdi onu öldürmem için kulağıma fısıldayacak şimdi diyordu…Ellerini indirdi ama değişen birşey yoktu sonunda dayanamayıp yanlarına gitti kızı tam boynundan tutup çekecekken efendi onu duvara fırlattı,onu duvara çiviledi sanki kıpırdayamıyordu.Efendi kulağına fısıldadı:’bütün gece burda kalıp bizi izleyeceksin’,somra köylü kızıyla sevişmeye devam etti…
Dylia değil bütün gece 1 dk daha bu manzaraya katlanamazdı,kızı milyonlarca parçaya ayırıp herbir parçasını gökyüzünden dünyanın başka başka yerlerine serpelemeliydi…Yalvarıyordu,efendisinin buna bir son vermesini istiyordu,Dylia yalvardıkça sanki görünmez hançerler kollarını bacaklarını kesiyordu,ağlıyordu sonunda bağırmayı kesti…Dylia’nın sustuğunu farkeden efendi kalktı ve yanına geldi kulağına fısıldadı pes edip etmediğini sordu,Dylia bir yılan gibi kıvranarak ayaklarının dibine düştü ‘evet’ dedi.Efendi o zaman yap hadi dedi,Dylia anlamadı ‘neyi efendim’ diye karşılık verdi,Efendi ‘yap,bu hayatta seni en fazla üzecek şeyi yap’ Dylia hala anlayamıyordu,o kadar iğrençlik ve verdiği acılardan sonra insanoğluna daha ne çektirebilirdi ki,Efendi önüne bir hançer bıraktı ve ‘yap’ dedi,Dylia ‘Efendim sizi anlayamıyorum dedi’,Efendi tekrar usulca eğilip kulağına fısıldamayı tercih etti,Dylia tam saçlarının kokusuna dalmışken efendi:’öldür beni bunu bir tek sen yapabilirsin dedi’…
Dylia’nın göz bebekleri küçülmüştü,neeeeee diye haykırabildi sadece ve asla dedi,Efendi ‘tekrarım yoktur bilirsin,birşeyi istediğim zaman istediğim yerde yapacaksın,iyi düşün’dedi,Dylia böyle birşeyi nasıl isteyebilrdi,’o hançeri alın ve kalbime saplayın efendim’diye yanıtladı.Efendi 2 adım geri çekildi ve gülümsedi,o sırada Dylia sanki ruhu huzur bulmuş gibi hissetti sınavı geçmişti yine başarmıştı,bir dakika geçmeden efendi Dylia’ya sözünü söyledi’Defol!,sonsuza kadar…’
Ne yazıkki sonrasında sıraya giren aylar,yıllardı tek dostu,sabah uyandığında efendisi gitmişti,artık tatlı fısıltısı yoktu…
Gözlerinin önünden o kadar çok görüntü geçiyordu ki,ama aklını toplayamıyordu bir türlü,hep o eski şatodaydı efendisinin dizi dibinde oturuyordu.Neden efendi ondan kendisini öldürmesini istemişti,o da mı kendi gibi bıkmıştı yoksa sonsuzluktan…
Anlamsızdı herşey,belki de hançeri efendiye saplamalıydı nasıl olsa ölümsüzdü,ama efendi bir tek benim onu öldürebileceğimi söylemişti diye geçirdi aklından,bir türlü anlam veremiyordu…Aşağı dalgalara baktı ve gökyüzüne karşı haykırdı,’efendim sizi seviyorum,bana her iki şekilde de sizsiz bir hayat sundunuz ne yapabilirdim ki’…
Göğsü yine sancıyordu,belkide iyiliğin savaşçısı olmaya koyulmalıydı artık…
Arkasını döndü vee birden dizlerinin çözüldüğünü hissetti efendisi yine karşısındaydı,karanlık dünyasının anlamı yine fısıldamaya gelmişti…

Facebook’u unut. Sıradaki ne?

sku | 18 November 2007 09:14

İnsanların bir siteye saplanıp kalması hakkında Global Equities Securities analisti Trip Chowdhry‘nin söylediği bir söz var. Aynen şöyle; “Bir site tüm insanlar için herşey değildir.”
Peki insanlar neden farklı bir konuda ısrar etiiği zaman daha iyisini veya daha özgününü bulma şansını tepmek ister ki?
Biz de bu söze dayanarak birkaç siteye göz atalım…

Orato:

Büyük şirketlerinin tekelindeki internet siteleri facebook, myspace ve youtube’dan bıktıysanız bir de orato’ya göz atın. Kullanıcı hikayelerine dayalı bir teması var orato’nun. video, ses, resim ve başta hikaye olmak üzere yazıları paylaşabileceğiniz. itiraf.com tarzı bir site. zaten sloganından da anlaşılıyor;
“True stories from real people.”

hell o

lecteur | 12 November 2007 11:23

kuyruğuma alışamadım henüz, arkadan nasıl oluyorsa oluyor bacaklarımın arasına giriveriyor yürüken. uzun da namussuz, dengemi yitiriveriyorum. yürüdüğüm yer de öyle sayfiye yeri değil ki yalpalıyım da nassa basacak zemin bulurum diye düşünemiyor insan. etrafta uçurumlar, ateşten nehirler, zift dolu çukurlar. öyle bir yer. bütün bunların üstüne gözüme kaçan küller var. zaten üzgünüm, kahrediyorum, bağırıp çağırıyor, sövüp küfrediyorum. ama bilerek yapmıyorum. içimden geliyor, zaptedilesi şey değil yani. neyse işte böyle yürüyorum. yalnız da değilim oldukça kalabalık bir kafile. sarp kayalıkların eteğinden yol alıyoruz. arkamdakiler de az değil; ne küfürler varmış ben duymamışım diyorum. buraya gelince öğrenmek varmış ama geç tabii. çok geç.

biteviye

lecteur | 10 November 2007 13:11

sabah olmuş diye kalktı ama sonra gece olduğunu anladığı için kalktığını ve an önceki uyanışının rüya olduğunu sandığı sırada sabah olduğunu farkettiği zaman uyandı. etrafına bakındı, odanın ortasında ışık ve karanlığın bir zar gibi birbirinden ayrıldığını gördü. zar, odanın ortasındaki şövalenin tam ortasından geçmekteydi. burada bir tablo vardı, henüz bitmemiş.

doğruldu ve ketıla yöneldi, aydınlık tarafta. kıpkırmızı düğmesi ketılın, ketıl çalıştı, kahve uyandı, çıtırdadı; ketılın akıcı fransızcasını dinlerken kahve, habeşce ona cevap verdi de o anlamadı.
odanın karanlık tarafına geçerken elindeki sigara – izmaritlerin altında yatan küllüğün olduğu masaya bırakıp, tekrar aldığında dudaklarına külün pürüzlü tadını bırakan filitresi, iki parmağının arasında, pencereyi açtı. avizedeki ampul ve gökteki güneş aynı tuhaflıkla tam ortasından bölünmüş ve dairenin yarısını kaplayan karanlık, avucunu gevşekçe yumruk yapıp yarım güneş ile balkonu arasına tuttuğunda gri betona bir hilal şeklinde bir hüzme vuruyorlardı.

Gülümsedin

absynthe | 16 October 2007 11:23

Kız gülümsedi.

Erkek de.

Kız sadece o gülümsedi diye gülümsediğini sandı erkeğin.

Erkek kızla ikisinin aynı şeye gülümsediğini sanıp sevindi. ‘Demek aynı fikirdeyiz.’ dedi.

‘Sen aynı fikirde misin bilmiyorum ama ben değilim galiba.’ diye düşündü kız. Hiçbir şey söylemedi ama. ‘Bir gülümseme çok şeyin simgesi olabilirdi, onun aklına neden aynı fikirde olduğumuz geldi? Bir gülümseme ‘hiçbir şey’in bile simgesi olabilirken…’

Hiçbir şey söylemedi kız. Gülümsedi sadece.

15:23

| 16 October 2007 00:34

15:23 . ardımda zaman duruyor . durduğum yerde, burada, dikildiğim ve beklediğim yerde, her arkamı dönüp kulenin saatine baktığımda kendimi her seferinde, yani aslında hep aynı seferde, orada, o zamanda , 15:23’te o saate bakarken donmuş buluyorum . yani, ardımda zaman, duruyor . hmmm . yani, ardımda, zaman duruyor . bunu düşünüyorum . ve yüzümü caddeye döndüğümde kırmızı ojeli tırnaklarını masmavi ve olanaksız bir göl evi manzarasının bulutlarına asmış, çantasıyla o güzel kadını buluyorum . her seferinde, takribi 20 dk.’lık bekleyişin sıkıntısıyla şişen ve gevşeyen pürüzsüz güzellikteki yanaklarla buluşuyorum . tarifsiz dudakları, üç adım ötemde,,, sipsivri topuklarıyla beton zeminde kalbime kadar ulaşan titreşimler yayıyor . tık tık tık . beklemeyi bıraktım . yalnızca onu seyrediyorum .