sabah olmuş diye kalktı ama sonra gece olduğunu anladığı için kalktığını ve an önceki uyanışının rüya olduğunu sandığı sırada sabah olduğunu farkettiği zaman uyandı. etrafına bakındı, odanın ortasında ışık ve karanlığın bir zar gibi birbirinden ayrıldığını gördü. zar, odanın ortasındaki şövalenin tam ortasından geçmekteydi. burada bir tablo vardı, henüz bitmemiş.doğruldu ve ketıla yöneldi, aydınlık tarafta. kıpkırmızı düğmesi ketılın, ketıl çalıştı, kahve uyandı, çıtırdadı; ketılın akıcı fransızcasını dinlerken kahve, habeşce ona cevap verdi de o anlamadı.odanın karanlık tarafına geçerken elindeki sigara – izmaritlerin altında yatan küllüğün olduğu masaya bırakıp, tekrar aldığında dudaklarına külün pürüzlü tadını bırakan filitresi, iki parmağının arasında, pencereyi açtı. avizedeki ampul ve gökteki güneş aynı tuhaflıkla tam ortasından bölünmüş ve dairenin yarısını kaplayan karanlık, avucunu gevşekçe yumruk yapıp yarım güneş ile balkonu arasına tuttuğunda gri betona bir hilal şeklinde bir hüzme vuruyorlardı.döndü, bilgisayarını açtı, karanlık tarafta, yarısına kadar aydınlanan monitörüne yazmaya başladı.”sabah olmuş diye kalkt………. …”bir odasında şehrin ve bir penceresi açılırken, yağmur gelip uzanıverdi şehrin üstüne. yağmur yağdı . haftalarca yağdı yağmur . ama tek bir şey dahi ıslanmadı. ekiplerin mavi ışıkları, dönüp durdular sokağın başında.başka rüya da görmedi o günden sonra. gördüyse de hatırlayamadı hiçbirini. genel ruh hali değişmişti. kişiliği. bambaşka biri uyanmıştı sanki rüyadan. artık iş yerinde, kimsenin ayağını kaydırmaya çalışmadı mesela o rüyadan sonra. anlaşılan öyle biriydi önceden. hergün masasına gelir, oturur, temize geçilecekleri geçirir, sonra kalemi bırakıp çayını içer, poğaçasını ısırır, gelen geçene gülümser, akşam olunca yüzündeki sabit tebessüm ile kalkıp, evine döner, olmuştu.sigarayı da rüyadan sonra bıraktığı için , içi sebze meyve dolu poşeti yere bırakıp kapıyı açtığında nevaleyi tezgaha savurup cebinden bir teklik zıplatma oynamıyordu artık. eve girince ilk yaptığı, poşeti kapının yanına yavaşça koyup eline fırçasını almak, tablonun başına geçip boyamaya başlamaktı.bulutlu, ağır bir gündü eve döndüğünde fırçasını eline alıp resminin önüne geçmesi,,, şöyle bir gözden geçirdi, kolunu kaldırdı, baktı, fırçanın beyaz ucu dolaştı bir müddet bezin yüzeyine değmeden, hayali,,, ama, sonra, kalakaldı. ruhu dondu .- hah hah haa ruhu dondu ne lan!.- çünkü tek bir darbesine bile yer kalmamıştı resminde. elinde beyaza bulanmış fırça, öylece , bakakalmıştı , resimdeki beyaz, kusursuz sessizlik.eseri niyahete ermişti.ekleyecek tek bir beyaz çizgi bile kalmamıştı.bitmişti.panjurundan gelen damla sesleri ile dikkati dağıldı, devindi ve penceden baktığında dönüp duran mavi ışıkları gördü. arkasını döndü. masasına doğru baktı. yarısına kadar aydınlık monitörünün önündeki görüntü kalakalmı