bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

Kendi Hikayeni Yarat …

mglass | 30 January 2008 23:53

storytop ile hikaye oluştur
storytop ile hikaye oluştur

Eskiden karikatür çizmek ,resim yapmak yada bir kompozisyonu A4 kağıda çöp adamlar çizip kuru boya takımlarıyla renklendirmekle başlardı…
Ardından arka plana bir dağ , birkaç küçük ağaç ve dağın eteklerinden gelen bir akarsu resmi tamamlar ve bizim hikayemizi renklendirirdi …

storytop ile hikaye oluştur
storytop ile hikaye oluştur

Hepimiz çocukluğumuzda böyle resimlerle uğraşmışızdır.Fakat şimdi devir değişti , çok yakın olmasa da internet bu konuda da kabiliyeti olmayanlara kolaylıklar sunuyor …
İşte online olarak kendi Hikayenizi anlatıp , renkli karakterler ve hazır bileşenlerle renklendirebileceğiniz bir site. Storytop

storytop ile neler yapabiliriz...
storytop ile neler yapabiliriz…

Story top ile neler yapabiliyorsunuz ?
Storytop çok basit görünümlü bir karikatür hazırlama sitesi gibi bir şey diyebilirim öncelikle

storytop ile neler yapabiliriz...
storytop ile neler yapabiliriz…

Creat new story butonuna basarak asıl çizim ortamına ulaşıyorsunuz.
Daha sonra resminize bir arkaplan seçmek için sol üstte görünen menüleri kullanıyorsunuz, bir de çizmiş olduğunuz hikayeyi arkadaşınıza gönderebiliyorsunuz, gerisi storytop’ın yeteneklerine ve hayal gücünüze kalmış 😀

Sevgilim

k3skin | 22 January 2008 12:33

Komiser – Anlat?

— O gün hava kararmak üzereydi. Ben MİNE’ yi güç bela okulun ön bahçesine getirdim. Gerçekten kuvvetli ve kontrol edilmesi zor bir kız, elini tutup da voleybol direğine bağlayıncaya bana kadar yapmadığını bırakmadı, neyse ki saha oldukça ıssız bir yerdeydi ve MİNE’nin çığlıklarını kimse duymuyordu… Ağzını bağlamakta zor oldu, neredeyse parmağımı koparıyordu. Karşılıkta vermiyordum çünkü hem arkadaşımdı hem de bir şey yaparsam KARTAL benim canıma okurdu.
Az sonra karşıdan KARTAL’ ın geldiğini gördüm. Tabii yanında o … BURAK’ta vardı. Biraz daha yaklaştıklarında BURAK’ ın suratının kan içinde kaldığını fark ettim. Bize yaklaşmalarına birkaç metre kala KARTAL BURAK’ın ensesinden tutarak sanki bir bez parçası gibi diğer direğin önüne fırlattı. MİNE’ yi bağladığım direğin karşısına bu kez de BURAK’ ı bağladım. Bağlarken de MİNE’ ye olan bütün hıncımı ondan çıkartıyordum. Suratını darmadağın edene kadar vurdum ha vurdum…
KARTAL ise olanlara boş boş bakınıyordu. Ben BURAK’ı bağlamayı bitirince, “ yeter! ” diye seslendi. Bende son bir tekme atıp durdum ama soluk soluğa kalmıştım. Bir iki kez daha nefes aldım ve o sırada KARTAL belinden bir silah çıkardı.
BURAK’ı tepelerken inleyip duran MİNE, bu kez çılgınlar gibiydi ve gözyaşları hiç durmuyordu… KARTAL ise silahını doğrultmadan MİNE’ye “hâlâ cevap vermemekte ısrarlı mısın?” diye sordu ama kendine bir cevap bulamadı, halen çırpınmakta olan MİNE’ ye yüksek bir sesle “kes şunu” diye bağırdı -aslında korkuyordu, tetiği asla çekemem demişti- ve silahını BURAK’a doğrulttu. Bir süre sonra susan MİNE, KARTAL’ın sorusuna cevap vereceğini başıyla işaret etti. KARTAL bana; “ NEJAT, MİNE konuşmak istiyor? ” dedi.
MİNE’nin yanına gelip ağzındaki bağı açtım korka korka, çünkü parmağım hâlâ acıyordu. Açar açmaz MİNE bağırmaya başladı. Bende ağzını kapatmak istedim fakat elimi biraz hızlıca MİNE’ye yaklaştırınca -ya da çarpınca- dudağı kanadı. KARTAL ise bunu fark eder etmez hemen MİNE‘ye yaklaşıp dudağına baktı. Kanı görünce hızla dönüp hiddetli bir şekilde yüzüme baktı ve bir anda -ben onun can dostuydum ki- sert bir tokat patlattı bana. KARTAL “Ona zarar veren kim olursa olsun cezasını çeker”, dedi. MİNE ise ağlamaklı bir halde ancak “defol, pislik” diyebildi.
KARTAL, MİNE’ yi o an hâlâ seviyordu, dolayısıyla ona hiçbir karşılık vermedi. Birkaç dakika sonra olacaklarıysa ben hayal bile etmemiştim.
KARTAL “Bana, ne seni seviyorum, ne de seni istemiyorum, demedin lanet olsun bir cevap ver, yoksa ya kendimi ya da (BURAK’ ı göstererek) bu salağı vuracağım” dedi MİNE’ ye ve ağır bir konuşma başladı. O ara yarı baygın olan BURAK, konuşmaya karışarak; “Artık o benim benden alamazsın” dedi. KARTAL nedenini sorduğunda aldığı cevap “çünkü o artık benim kadınım ” oldu. Sanırım bu kelimeler yapacaklarının ilk habercisiydi. KARTAL kısa bir an donakaldı… Soluna, artık iyice kopmuş ve umursamazca bir bakışla MİNE’ ye döndü “söyledikleri doğrumu?” diye sordu. “Tabi ki doğru seni ahmak, sana ahmak diyorum çünkü o senin yapamadığını yaptı” dediğinde ise…
İşte bu cevap KARTAL’ ın -ben onu birazcıkta olsa tanıyorsam- anlayabildiğim kadarıyla, o zamana kadar hayal ettiği her şeyi yok edip geçmişti. KARTAL, önce duraksadı sonrasında ise silahı kaldırıp BURAK’a doğrultu ama ne düşündü bilmiyorum aniden silahı çevirip “üzgünüm” diyerek MİNE’yi vurdu. Ben hayret ve şaşkınlıkla olanları izliyordum. Her şey o kadar kısa zamanda oldu ki Hemen sonrasında KARTAL silahı çığlık çığlığa kalan BURAK’a çevirdi ve hiç gözünü kırpmadan onu da vurdu, sanırım ona 4–5 kez ateş etti. Ben ne yapacağımı bilemiyordum belki korkudan belki de gereğinde fazla soğukkanlılıktan, bakakalmıştım.
BURAK’ı vurduktan sonra birkaç saniye daha bekleyen KARTAL sonunda başını kaldırıp bana baktı. Beni de vuracağını sandım, -yapmaz diye düşündüm- korktum. Silahı kaldırdı, çenesinin altına dayadı. Ben zamanı durdurmak, yapmaması için tüm gücümle haykırmak istedim ama beceremedim ve KARTAL tetiği çekti…

İyi Geceler!..

linet | 18 January 2008 13:11

KADIN:
Etraf çok kalabalıktı, karanlık ve dumandan yüzleri seçemiyordum. Seçsemde ne olacaktı, herkes bir alemdeydi şu anda. Sahne ışıkları yön değiştirdikçe yüzüm aydınlanıyor bu da beni rahatsız ediyordu. Yerimde müziğe eşlik ediyordum o sırada sahnede dans eden arkadaşlarımı seyretmek ve birazda içkimden yudumlamak için gelmiştim şu an bomboş olan masamıza.
Lenslerim batmaya başlamıştı, gidip çıkartsam diye düşünürken, yanıma birinin yaklaştığını hissettim, gözleri gözlerimdeydi. Kim di bu tanıyordum ama ahh şu isimleri kayıt altına alamayan beynim, gülümsedi gülümsedim.. Umarım sarhoş değilsin yoksa seni savsaklamaya çalışacak yada senden kaçacak gücüm yok.. Başıyla selam verdi, bende selam verdim. Yanıma oturdu, benimle müziğe eşlik etmeye başladı. Adın neydi neydi yahu, evet tamam karizmatik adam, uzak şehirlerden birinde yönetici, evet arada bir merkeze geldiğinde de uğrayıp mutlaka hatır sorar, ama adı neee??
ERKEK:
Uzun zamandır aynı yerde çalışıyoruz , farklı şehirlerde. Ne zaman merkeze gitsem onu görme hissi ile doluyorum, bir bahane ile ofisine uğruyorum. Şimdi orda tek başına oturuyor gitsem yanına, bu gürültüde sohbet edemeyiz ama, olsun beni çeken birşey var yanına gidiyorum. Çok güzel gözleri var, selam verdim, selam verdi. Gülümsemesi ile ortaya çıkan gamzelerine takılıyor gözlerim. Burda ne işim var, ne diyeceğim şimdi, gecenin bu saatinde ne konuşacağım, ortak bir konu bulmam lazım, şu müzik ne gürültülü, umarım çapkınlık için yanına gelen biri sanmaz beni, yok canım hem çapkınlar yaklaşamıyorlar yanına, çok mesafeli o duvarları kırmaya kimse cesaret edemez..
KADIN:
Bu tip toplantılarda çapkınlar açık kapı ararlar hoşça geçirilecek eğlenceli gecenin ardından belki de amaçları one stand night dır. Bunlardan sıyrılmanın en iyi yolu imajınızdır, imajınız sağlamsa kimse yaklaşamaz, ee benimde sağlamdır, ama içki bu siz istediğiniz kadar yıkılmaz duvarlarla çevrili olun, kaleyi fethetmek isteyen olacaktır. Bunun için korunmanın en iyi yolu çok iyi tanımadığınız insanlarla gözgöze gelmemek, arkadaşlarınızın yanından ayrılmamak, yine çok iyi tanımadığınız içkili insanlardan uzak durmaktır. Ama o böyle biri değil, öyleleri mimlenmiştir zaten..
ERKEK:
İçkisinden son yudumu aldı, tamam konuşmak için bahane ne içtiğini soruyorum, söylüyor, istermisin diyorum, bunları konuşurken yaklaşmak zorundayım çünkü birbirmizi duyamıyoruz. Çiçek kokusu geliyor burnuma, uzaklaşmak istemiyorum. İstiyor, çok mu kaçırdım içkiyi acaba, birşey yaptığım yok centilmence içki ikram ediyorum, ne var bunda hem yanlış anlasa istemezdi benden içki falan, arkadaşız biz, ama neden etkileniyorum bu kadından bu kadar anlayamıyorum.. İçkiyi beklerken onu izliyorum kendime engel olamadan, yerinde duramıyor, çok enerjik ve çok güzel. İlk ilgimi çeken kocaman kahverengi gözleri olmuştu zaten, gülerek bakan gözler o kadar az ki.. Kendine gel aynı yerde çalışıyorsunuz, hem senin hem onun başı bağlı, yüzüğünü görmedin mi? Gördün o zaman tehlikeli oyunlar oynama. Oyun oynadığım yok, merak ediyorum sadece, arkadaş olmak istiyorum, tamam çekici bir kadın ve beni delirtiyor ama olsun arkadaş olabiliriz. İçkisini veriyorum, gülerek alıyor. Sigara içtiğini görmedim hiç, içer mi acaba? Soruyorum, duraksıyor önce sonra alıyor, sigarasını yakarken gözlerimi gözlerine dikiyorum, başını sallıyor ne oldu diye, ne diyeyim ki sırıtıyorum sadece, kesin beni sarhoş sandı kesin rezil ediyorsun oğlum kendini. Kaçacak şimdi senden.
KADIN:
Ne içtiğimi sordu, energy drink votka içiyorum. Yenisini isteyip istemediğimi sordu, kendine de alacakmış, olurr dedim. Çünkü topuklu çizmelerin üzerinde deli gibi zıplayarak dans etmekten yorgun düşmüştüm. İçkim geldi, hala adını hatırlayamıyorum, şehir , görev tamam ama isim yok:) Neyse bu gürültüde sohbet edecek halimiz yok, hem kaçarım ben birazdan yanından yada birileri gelir şimdi diye düşünüyordum ki, bu sefer sigara ikram etti, kullanmıyorum ama gecenin bu saatinde canım çekti aldım bir tane, allahım neden gözümün içine içine bakıyor, ne var der gibi baktım, gülümsedi.
ERKEK:
Bu müzik çok güzel dans etsek, olur mu? Ya red ederse? Etmez çok kibar, kırmaz beni gibi geliyor. Hahh tamam sen daha düşün dur, götürdüler bile kızı, off off ne aptalım, neden müzik başlar başlamaz elinden tutup dansa davet etmedim ki..Bu çocuk stajeriydi, şimdi başka bölümde işe başlamış, çok samimiler, yok canım abla, kardeş gibiler, sinir oldum çocuğa, dangalak başka kimse kalmadı dimi dansa kaldıracak… Çok eğleniyor gibi gözüküyor, elimde değil gözlerim onu buluyor pistte, tamam kaçırdın konuşup kaynaşma fırsatını ne yapalım, herkesin varmış böyle hayran olduğu ama ulaşamadığı biri..Gidip uyumak en iyisi ..
KADIN:
O da ne çılgın dans müziklerine ne oldu, bu slow parçada nerden çıktı? Beni dansa kaldıracak, birşeyler yapmam lazım, dans etmemeliyim..Ohh kurtarıcım can kardeşim Ali ellerini uzatarak bana geliyor, ellerimden tutup beni pistte çekiyor, allahım ne yücesin sen:) İzlendiğinizi görmeseniz bile anlarsınız, hele kadınlar gözlerin üstünde olduğunu çabuk sezerler, evet bende izleniyordum.

Bir Kahraman Adayının Güncesi

cemazulevvel | 14 January 2008 16:29

“Ben kahraman olucam.”
Acıbadem Gül sokaktaki evimizin bol misafirli bir Pazar akşamında, uzaktan akrabam olduğu iddia edilen kel kafalı, kalın gözlüklü, kocaman kulaklı bir adamın “Büyüyünce ne olacaksın sen bakayım” sorusuna cevap olarak bu cümleyi söylediğim zaman henüz 9 yaşındaydım. Zaten kendinden emin bir şekilde verilen böylesi keskin cevaplar anca o dönemlere özgü davranışlardır. Daha sağlıklı, mantık süzgecinden geçmiş ama bir o kadar da yaratıcılıktan yoksun konuşmalar ise ilerleyen yaşlarla beraber gelir. Her geçen yıl hayal gücünü biraz daha köreltir ve insanı belirli kalıpların içine sıkışmış, bu tabirimi hoş görün lütfen, güdük birisi haline getirir. Sanılanın aksine adına “zaman” denen mendebur, en şiddetli tahribatını fiziksel alanda değil de fikirsel de gösterir. En güzel hayallerimizi değme hırsızlara taş çıkartacak biçimde, hem de bedenimiz daha tap tazeyken çalar bizden. Ve en çabuk çürüyenler ise düşüncelerimizdir.Tekrar bana dönecek olursak eğer, çocukluğum; ailesi belirli eğitim seviyesine ulaşmış ve ekonomik olarak, lüks olmasa bile, rahat yaşamaya alışmış kişilerin çok yakından bilebileceği gibi dış dünyadaki tehlikelerden uzak, ebeveynlerin koruyucu kanatları altında güvenli, birazcık şımartılmış, birazcık da gerçeklikten kopuk steril bir ortamda geçmiştir benim. Konuşmaktan pek fazla hoşlanmayan, içine kapalı bir çocuktum ve daha dün gibi hatırlarım çevremde arkadaşım diyebileceğim kimse yoktu. Görüntüde yalnız, mutsuz birisi gibi görünmemle beraber kendi hayal dünyamdaki o eşsiz, o kusursuz, o güzel insanların içerisinde hayli popüler olduğumu söyleyebilirim sizlere. Her gözlerimi kapatışımda, her odamda yalnız kalışımda ve her uzaklara bakıp dalışımda karşımda aniden beliren bu insanlar, elle tutulamamalarına, gözle görülememelerine rağmen gerçek dünyada yaşayanlardan çok daha belirgindiler benim için. Onlar benim dostlarım, arkadaşlarım, dahası kahramanımdılar. Bu kahramanların çıkış yeri ise, yaşı aşağı yukarı benimkine denk olanlar çok iyi bileceklerdir, o dönemlerimi, yani çocukluğumu eşsiz kılan çizgi romanlardı. İnanın bir nostalji rüzgarı estirip o hassas duygularınızla oynamaya çalışmıyorum. Hatta en son isteyeceğim şeydir bu. Sadece eskiye ait düşüncelerimi, duygularımı daha iyi anlayabilmeniz için söylüyorum. Çizgi romanlar her şeyimdi benim. Her şeyim… Ders çalışıyordum çünkü ailem anca o zaman, yani ödevlerimi bitirdikten sonra çizgi roman okumama izin veriyordu. Okula gitmemin sebebi de aynıydı. Harçlıklarım o güzel eserleri temin edebilmekten öte bir gaye taşımıyordu. Odamdaki dolabın, yatağımın altındaki küçük sandığın görevi ise onları, o sevdiklerimi tehlikeli gözlerden korumaktan ibaretti sadece. En büyük zevkim ise Kaptan Swing’in yanı başında kırmızı urbalılarla mücadele etmek, barbar Conan’ın idaresindeki Zuagir çetesiyle kervanlara saldırmak, Jery Drake, namı diğer Mister No arkadaşımın pırpırıyla Amazon ormanlarında turalamak ve Martin Mystery ile birlikte gizemlerin içinde kaybolmaktı.Bütün bunları niye mi anlatıyorum? Biraz evveli bahsi geçen cümleyi söylediğim zamanki ruh halimi anlayın diye. Hiç unutmuyorum, hala dün gibi aklımdadır, o akrabam olduğu iddia edilen kişi gülümseyerek “zor be Kemal’ciğim” demişti. “Şimdi çocuksun, öyle düşünmen normal, sana kolay geliyor, ama ileride sen de anlarsın. Hele Türkiye gibi bir yerde katiyetle olmaz, imkânsız…” Ben de, birazcık sinirli bir edayla “niye olmasın ki” gibilerinden bir cevap vermiştim. Daha 9 yaşındaydım, toydum…Fakat geçen yıllar tüm planlarımı alt üst ederek o gıcık akrabamı haklı çıkartmıştı. Henüz ülkemi hain düşmanlara karşı savunamamış, zor durumda kalmış masum bir prensesi kötü adamların elinden kurtaramamış, en basitinden bile olsa bir kanun kaçağını adaletin kollarına teslim edememiştim. Çizgi romanlarda her köşe başında kahramanın karşısına çıkan o kötü adamlar neredeydi? Ben niye karşılaşamıyordum onlarla? Hatta benim macera aramamam, tam aksine, maceranın gelip beni bulması gerekmiyor muydu? Bu en temel kurallardan birisi değil miydi? On altı yaşına gelmiştim, artık sabrım kalmamıştı…
Derken bir gün, hiç unutmuyorum, babam dedi ki; “oğlum, sen bu kahraman olma düşüncesini yanlış değerlendiriyorsun. Kahraman dediğin illa kavga mı etmeli, illa silah mı kullanmalı? Bence hayır… Sen okuyarak, üniversiteye giderek, sonrasında ise çalışarak da bu ülkeye hizmet edebilirsin. Hatta en büyük hizmet budur… O okuduğun kitaplar senin kafanı karıştırıyor, biliyorum, ama gerçek dünya ile o kitaplar çok farklı. Gerçek dünyada öyle davranamazsın. Hem biz de çok üzülüyoruz senin bu durumuna…”
Sonrasında da epeyce konuştu babam… Yok çalışmam gerekmiş yok en büyük hizmet okumakmış cakmış cukmuş… Bence babam bir kahraman olamadığı için öyle düşünüyordu. Uzanamadığı ciğere mundar diyordu babam… Ve beni kıskanıyordu.
Sonunda aradan yıllar geçmiş, kader denilen muamma ağlarını feci şekilde örmüş, üniversiteyi bitirir bitirmez beni uluslar arası bir şirkette işe yerleştirmişti. Bu durumumdan ailem öylesine hoşnuttu ki… Annem sürekli olarak memnuniyetini dile getiriyor, böylesi güzel bir işi olan sevgili oğlunun şimdi de eli yüzü düzgün bir gelin bulabilmesi için dualar ediyordu. Böylesi bir ülkede iş sahibi olabilmek büyük olaydı, şükretmek lazımdı. Ben 24 yaşındaydım…
Eli yüzü düzgün, annemin standartlarında birisiyle evlendiğim ve nur topu gibi iki çocuk sahibi olduğum zaman her kes benim şu kahramanlık sevdamdan vazgeçeceğimi düşünüyordu. Ne de olsa kelli felli bir adam, iki çocuk babasıydım. Düzenli bir işim, düzenli taksitlerim vardı. Görüntüde, yaşamın sıradanlığına boyun eğmiş, hayatı en yüzeysel şekliyle yaşayan bir insan portresi çiziyordum. Ama gerçekte pusuya yatmış bir kaplan gibi görüyordum kendimi. Sadece bekliyordum… Hayatta tek istediğim şeyin gerçekleşmesi için, bir gün kahraman olabilmek için bekliyordum… Yaş otuzdu…Nihayet sonunda, aradan epeyce zaman geçtikten sonra, iş yerinde mesaiye kaldığım bir günün akşamı aheste adımlarla eve dönerken, ileride, karanlıklar içerisinde bir ses işittim. Bu bir yardım çığlığıydı. Ana yoldan sağa sapıp ara sokağa, sesin geldiği yere doğru koşmaya başladım. Bu koşma esnasında kalbim küt küt atıyor, sözlerime inanınız lütfen, salgıladığım adrenalinden mi yoksa yıllardır beklenilenin gelmesinden midir bilmem, yüksek bir enerji dalgası bütün bedenimi sarmalıyordu. Koştum, koştum… İleride, sırf kötülük yapmak için doğdukları her hallerinden belli olan silahlı iki adam, yaşlı, masum bir kadının çantasını çalmaya çalışıyorlardı. Yaşlı kadın yalvarıyordu kötü adamlara. “Ne olur” diyordu. “Almayın çantamı… İçinde emekli maaşım var. O olmazsa aç kalırım, sonra üç ay boyunca ne yaparım ben.”
Tabi normal insanın yüreğini paralayacak bu sözler kötü adamlara herhangi bir etkide bulunmuyor, aksine, o korkunç kahkahalarının daha da beter çınlamasına neden oluyordu. Ses çıkartmadan yaklaştım. Niyetim arkalarına kadar sokulup onları şaşırtmaktı. “Durun” diye bağıracaktım aniden, “Rahat bırakın o kadını.”Ve ardından devam edecektim; “Yoksa hak ettiğiniz cezayı alırsınız.” Şaşıracaklardı haliyle, hatta korkacaklardı. “Kim bu adam” diye geçireceklerdi içlerinden. “Ne cesaretle karşımıza dikilebiliyor. Üstelik silahı bile yok…” Sonra, içlerinden birisi tam ateş etmek üzereyken demir yumruğumu suratına yiyip saf dışı kalacaktı. Ardından da diğerini halledecektim… Plan buydu… Gizlice yaklaştım… Tam konuşmak için uygun bir konuma gelmiştim ki, daha ağzımı açmaya fırsat bulamadan, fark edildim. Üzerime doğrultulmuş iki silah vardı şimdi. Durum ciddiydi…
“Ne var lan” diye bağırdı uzun boylu, iri kıyım olanı, “belanı mı arıyorsun?”
Sesi korkutucu, bakışları tehditkârdı…
Ardından, üstüne basa basa konuşmasına devam etti; “yürü git lan buradan… Yürü git ”
İşte o vakit aklıma babam geldi. Daha doğrusu babamın söylediği sözler… Kahramanlığın silahla, kavgayla olmayacağını, aksine okumakla ve çalışmakla gerçekleşebileceğini konu alan o güzel konuşmalar… Ne de doğruydu. Üstelik böylesi kötü adamlarla fiziki mücadeleye girmek hiçbir işe yaramazdı ki. Biri biter bini gelirdi böylelerinin. Bunların kökünü kazıyabilmek için ülke ekonomisinde ve eğitiminde köklü değişiklikler yapmak gerekirdi. Ekonomi düzeldiğinde ve insanlar sağlam bir eğitim aldığında suç olgusu tamamen ortadan kalkacaktı dünyada. Peki ya tüm bunlar için ne gerekliydi? Tabi ki benim gibi okumuş, iyi eğitim almış insanlar… Benim gibi olanların devletin üst kademelerinde görev alması, dolayısı ile de tüm bu sorunların çözümünde yetkili merci olması yeterliydi. Kavgayla dövüşle olmazdı bu işler. Şiddet sadece şiddeti doğururdu… O an içimde öyle bir ışık uyandı ki sizlere anlatamam… Bir istek, bir çalışma aşkı… Hemen eve gidip bu konular üzerine kafa yormak istedim. Nereden başlamam gerektiğini düşünmeliydim. Siyasete mi atılmalıyım, yoksa akademik çalışmalar mı yürütmeliyim. Sanayi alanında da boy gösterebilirdim pekâlâ… Sabırsızlanmıştım şimdi… Hatta sabırsızlığım o dereceydi ki, gerisin geriye, inanılmaz hızlı deparlar atarak ve nedendir bilinmez, ama büyük ihtimalle coşkudan olsa gerek, zigzaglar çizerek koşmaya başladım. Önemli olan o yaşlı teyze değildi. Onun durumunda olan binlercesi için çalışmam gerekiyordu benim. Okumam, üretmem ve bunların sonucunda elde ettiğim deneyimleri insanlara aktarmam… Hiç durmadan koştum, koştum, koştum… Kırk üç yaşındaydım…

Kusura Bakma

estiyine | 12 January 2008 22:37

http://uydurukmu.blogspot.com/2007/12/kusura-bakma.html

belgesel nitelikli bir hikayenin muhteşem bir web uygulaması

delizade | 21 December 2007 16:00

bir balina avı belgesi olarak fotoğraf malzemesi sizce en etkili nasıl işlenebilir? Jonathan Harris‘in buna harika bir cevabı var : www.thewhalehunt.com.

bir fotoğraf dizisinin ve bu fotoğrafların içerdiği datanın şairane işleyişini bu sitede tecrübe edebilirsiniz. Tüm çalışmanın kendisi tarafından yapıldığı söylenmekte ( ancak buna bir türlü inanamıyorum işin sahip olduğu kalite ve ayrıntı seviyesini gördükçe)