bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

bazen böyle şeyler okumalısınız

nazokiraze | 14 October 2008 17:48

Yalan çeşitleri

  • Adi yalanlar.(günlük hayatta bir şeyden kaçmak için yada abartmak için söylenen yalanlar)
  • Mesleki yalanlar(meslek icabı söylenen yalanlar, örneğin:patronun sekretere kimseyi bağlama soranlara toplantıda de diye söylettiği yalanlardır)
  • Aşk yalanları.(evlilik, flört ve kur döneminde birbirlerine söylenen yalanlar. Seni seviyorum gibi)
  • Sosyal yalanlar.(soyal çevrede bir işi yapmamak için söylenen mazaret yalanları)
  • Pembe yalanlar.(sevdiklere söylenen zararsız yalanlar)
  • Beyaz yalanlar.(Meslek hayatında insanların çıkar elde etmek için başvurdugu yalanlardır.Patrona bu sefer çok para kazanacağız gibi)
  • Suç yalanları.(kanunca suç sayılan olaylarda, suçüstü yada şüpheli yakalanan kişilerin söylediği yalanlar)
  • Alışkanlık yalanları
  • Gurur ve kibir yalanları
  • Kızdırmak için söylenen yalanlar.
  • Bilmiyorum dememek için söylenen yalanlar.
  • Kötülük yapmak için söylenenler
  • Yapamayacağı şeyler için söylenen vaat yalanları.
  • Yıpratmaya yönelik yalanlar

Yalan piskolojik bir hastalıktır.Yalancıları tanımanın yolları.

seksi seri katil ve hikayesi: Oyun bozan

neceff | 14 October 2008 16:32

genç kız endişeliydi ve bu tüm genç kızların genel tutumuydu hayata dair. aklında bir takım yıldızı ve yeni bir samanyolu vardı. ardıç kuşlarını ve kelaynakları düşündü bir an. ve az sonra ölebilirim paranoyasını atlatıverdi. yazar o sırada abuk sabuk bir roman konusu arıyordu kendisine. yazar aslında bir yazar bile değildi. zaten biraz alkollüydü ve sadece parmakları tuşlara basıyordu hepsi bu.

genç kız, bir çok genç kız gibi aşıktı, evet ama bu bir aşk romanı değildi. aslında bu bir roman da değildi. konu sıkıntısı üzerine yazılabilecek boktan bir hikayeydi.. yazar ismini vermek istemeyen bir travestiydi aslında ve biraz alkollüydü. bu yüzden olsa gerek gerçekten genç kız olmadığı için genç bir kızdan intikam almak için kendine söz vermişti. ama nasıl olacaktı bu?

en iyisi yazmak, dedi ve yazmaya başladı.. mekan sote bir bardı ve genç kız hala endişeliydi. bir taraftan sulu birasını içiyor, bir taraftan da olası bir beyaz atlı prens bekliyordu. ve ince ince bakınırken etrafına onu gördü; her ne kadar atı olmasa da bir prens olabilirdi! çok geçmeden genç adam da kızı fark etti. gözler birbirine kitlitlendi ve delikanlı gaza gelip kızın yanına yaklaştı.

bu sıradan bir hikaye değildi. evet, çok garip hikayeydi bu ve bu garipliklerden ötürü diyaloglar da bir tuhaftı. bu durumda hikayenin geri kalanını dinlemek için olay yerindeki kahramanlarımıza bağlanmamız gerekli..

genç adam genç be bir o kadar da endişeli olan kızın yanına gider..

HANIMELİ APARTMANI

hayalicindegecti | 13 October 2008 10:41

Eskiden, çok eskiden hani, bizim çocukluk yıllarımızın sonbaharları nasıldı?
Havaların soğumaya yüz tuttuğu günlerde bir kamyon ya da hatta bir at arabası dayanırdı küçük apartmanın önündeki dar sokağa. Kamyon damperini kaldırır, ya da at arabasından kürekle sokağa indiriliverirdi kömür. Gelen kok kömürü ise büyük olasılıkla, evin beyinin nüfus kağıdının arka sayfasındaki “1 tonluk alım izni”kullanılmış olurdu. Devlet memurlarına böyle bir hak tanınmıştı çünkü.
Hanımeli Apartmanının kapıcısı İsmail Efendi ile kömürün geldiği 5 nolu dairede oturan Servet Bey, ellerinde birer kürek, sokağı kazıyarak kömürü en fazla bir saatte el arabasına yükleyip, arka bahçedeki kömürlüğe çekiverirlerdi. Asfalta sürtünüp duran küreklerin çıkardığı ses, sonbahar sokaklarının en akılda kalan efekti değil miydi?

Bir de, okul çıkışı çantalarını bir kenara fırlatıp sokakta yakantop oynayan çocukların neşeli çığlıkları…
Evin hanımı hala güneşli ama epeyce serinlemiş öğleden sonralarda, iki oda bir salonlu evin mutfağında ne yapardı peki?
Günlerden Pazartesi ise, akşamüstü gittiği Sıhhiye Pazarından eve çoktan dönmüş olurdu eli kolu filelerle dolu…Gazeteden yapılmış kese kağıtlarını bir bir boşaltır, sebzeyi meyvayı dolaplara yerleştirirdi.
Küçük, loş mutfağın ucuz kurşuni renkli mermer tezgahında, koyu yeşil, körpe salatalıkları iğneyle sık sık delerek, cam kavanozlara basardı. Salatalıkların aralarına ayıklanmış keskin kokulu sarmısak dişleri ile kereviz saplarını da yerleştirir, en son bolca tuz ve biraz da sirke eklediği suyu boca ederdi kavanoza… Özenle dizilmiş bu malzemenin en üstüne bir kaç üzüm tanesi konulup, kapağı sıkıca kapatılır ve balkonun bir köşesine kaldırılırdı kavanoz.

Üzerimize Düşen Ne Kadar?

galdor | 28 September 2008 10:50

Bir genç ki hayatı mazlum yaşayan, sevmeyi utanarak tanıyan bir genç. Ne olduysa hayata başlamış ve ilk sevgisini yaşamıştı. Acılarla tanıştıran “ilk aşk”… Sonra mutlulukla süslediği hayallerle dolu pembe bir dünya yaşadı. Bir gün biteceğini bir an bile düşünmeden, dere kenarında akan suyun şırıltısını kıskandıran bir huzurla yaşadı. Ama dedim ya hayaldi ve her hayal gibi bu da bitmişti.Ardından soluklu bir dönem ve güzel bir tesadüf. Evet ikinci kez aynı şaka, ya da hayal mi demeliyim bilemiyorum ama o zamanlar “gerçek güzellik”ti genç adam için. Tekrardan denemek istemişti ırmağın sesindeki huzuru yakalamayı. Mutlu geçen onca zamanın ardından tam oldu derken içe kapanan kapının gıcırtısı gelmişti yüreğine. Evet oldu derken kalpten gelen bir ses vardı. “Ne olmuştu?” Cevap yok; çünkü cevaplayacak bir dudak kalmamıştı yanında. Sıcaklık gitmiş, kalp buz tutmuştu. Hayaller gitmiş “günü yaşamak” kalmıştı. Kaybolan ırmakların sesinin yerini artık kor gibi yanan ateşlerin çıtırtısı almıştı. İçerden “yalanı ve yanlışı” fısıldıyordu. Yanan korun sebebi belliydi “her yaşanan” gibi; ancak sonucu belli değildi “her başlangıç” gibi…Neyin başlangıcıydı bu? Hayallerin sadece bir akşam için kurulduğu, kişiliğin kaybolduğu, ateş içinde geçen gecelerin hakim olduğu… En önemlisi hıçkırıklarla uyanılan sabahların başlangıcıydı bu. Pişmanlıktan doğacak “kalp delikleri”nin başlangıcıydı.Utanılan bir kişilikle nereye kadar giderdi bu genç? Kalbi karanlıkların esiri olmuşken yolunu nasıl bulabilecekti? Dostlarını bile üzmeye başlamışken kimden nasıl bir yardım bekleyecekti? Haklısınız zaten beklememeliydi. Ayıbını kimseyle örtemezdi. Uyarıldı bin kere binlerce. Nihayetine, kimse inanmak istemese de sonuç vermişti aslında genç için. Yarınlar artık var olmaya yeniden başlamıştı. Geri getirmeyi düşünmüştü her şeyi. “Yeni bir başlangıç” demişti genç adam..Demişti ama neyle başlangıç yapacaktı bilmiyordu çünkü kir tutan bir kalple nereye kadar gidebileceğini kendi bile kestiremiyordu. Şimdilik sadece “yarın”ı planlayan genç, kalpten temizliğe başlamıştı. Ardından usulca hayatın kulağına “ ırmakları istiyorum” demişti.İsteğini bir tek kendisi hissediyordu maalesef ama yetiyordu. Huzuru tekrardan bulmayı gerçekten istiyordu. Hayatın cilvelerine cevap vermeyerek sınavlardan geçiyordu. “Umutlu yarınlara tekrardan hoş geldin genç adam!! Hak ettiklerin seni bekliyor gel al.”Bir kez daha “hadi” demişti hayat. Bu senin, aradığın burada demişti. Heyecan eskisi gibi değildi belki; ama artık hak ettiğini sandığı hayatı bulduğuna çok inanıyordu. Ancak.. Ancak yine aynı hüsran..Genç adam bir şeyi unutmuştu çünkü. Hesaplamadığı bir sınav daha vardı ve bu sınav her zamanki gibi bildiği yerlerden değildi. Neydi bu? Anlaması zor olmadı bu gerçeği.“Hayat her zaman doğruyu oynamaz.”Artık öğrendiği bir şey daha vardı. Beklemek… Beklemeyi bilmeliydi genç adam. Bu beklemek; ne geceleri geçen saati, ne gözlerden akan yaşların dinmesini, ne de kalbinin sızısının geçmesini beklemeye benzemiyordu. Sadece gerçeği beklemekti.Yaradan neylerse güzel eyler diyerek O’na inanmak, her durumu önce yaşamak sonra O’nun iradesinde şekillenmesini beklemek. Sır buradaydı! Belki yeniden yanılacaktı ancak yanılacak da olsa O’na inanıyordu artık. Verdiği kararı biliyor ve kendine güveniyordu.“Her zaman planla, uygula ve bekle! Kontrolü O yapar!”İnsan -neye, neden- karar verdiğini bilmeli. Bilmeli ki ağlamamalı şuan ki gibi. Gecenin ilerleyen saatlerini saymamalı. Hıçkırıklarla nefesini düğümlememeli. Kalbindeki heyecanı yüzüne yansıtmadan, gözlerden akan yaşları durdurmalı.Kaybetmemek ve “al onu ver bana geri” dememek üzere…

ÜNZİLE

doxa | 27 September 2008 10:00

Kadın tek başına evinde… Tek başına balkonunda… Tek başına şehirde… Tek başına hayatta… Kadın yalnız kalmış sofrada. Kadın yalnız kalmış şişede. Kadın yalnız kalmış rakı bardağında. Derin bir nefes daha, zehirli ve acılı. Bir sigara daha… Düşünmekte… Yalnız kadın, yalnızlıktan nem tutmuş vücuduna kendi sarılır. Balkonundan şehre, hayata bakar. Kentin o ışıklı, yabancıl yanını görmektedir. Kendini görmektedir, boş sokaklarda, ışığı yanan pencereleri kapalı evlerde, balkonlarda ki insanlarda. Şehirdeki tüm kadınların acılarını, hüzünlerini bu gece tek başına üstlenmiştir, Ünzile. Acılarına, yalnızlığına, yaşayamadığı, yaşatmadıklarını düşündüğü kadınlığına hınçlanıp ta, erkeklere küfreder. Suçlu bulmanın rahatlatıcı huzuruyla bir dikişte içer rakısını Ünzile. Bu zamana kadar gördüğü, ağlayan erkekleri getirir gözünün önüne. Nefret ettiklerini, sevdiği adamları, babasını düşünür. Babası içini acıtır. Dayanamaz onun ağlamasına. Oysa zamanında ne çok canını yakmak istemişti babasının. Ne çok ağlatmak istemişti. Babasına inat evlenmişti Rıfat’la. Babasına inat başka şehre yerleşmişti. Babasına inat giyerdi o mini etekleri. Babasına inat koyu rujlar sürerdi. Babasına inat çocuğuna Rıfat’ın babasının ismini vermişti.Aslına bakarsanız Ünzile’nin ne çok inadı vardı. Babasına, annesine, kocasına, hayata, geleneklere, tabulara… İnat onun adı, kendisi, kadınlığıydı. Başka türlü baş edemeyeceğini düşünerek hayatla, inatla direnmişti hayata Ünzile. Belki adına yazılmış o şarkının verdiği hüzün yüzünden. Orta yaşlar da, eğitimli, kendi ayakları üzerine duran modern dedikleri o kadınlardan olsa da Ünzile, parayla satılan, çocuk yaşta anne olan Ünzilelere duyduğu sahiplenme hissinden direniyordu belki de hayata. Önceden sezinlemiş gibi Ünzilelere yazılan o sözleri.Ünzile içkinin de etkisiyle geçen gece olanlardan utanıyordu. Eski okul arkadaşlarıyla çıktığı o yemekte, Sezen Aksu’nun ‘Ünzile’ şarkısını ilk duyduğu anda hüngür hüngür ağlamasından utanıyordu. Oysaki şarkı da ki Ünzile’nin hayatıyla, bu modern kadının, bu şehir kadının hayatlarının hiçbir benzerliği yoktu. Ama Ünzile ağladı işte. Sanki kendisi için söylenmiş gibi tüm sözler. Sadece bir isim benzerliği olmasına rağmen, Ünzile kendi hayatı gibi benimsedi şarkının anlattıklarını. Şimdi balkonunda yalnız başına içen bu şehir kadını, kendi hikâyesiymiş gibi şarkıyı defalarca dinleyip hüzünlendi. Ünzilelerin, tüm kadınların acısını sırtlanarak.Az çok okumuş her şehir kadını gibi, o da karşı geliyordu törelere, satılan çocuklara, zorla evlendirilmelere. Ama Ünzile’nin karşı gelişi farklıydı. Onun ruhu inatlaşmayla, direnmeyle var olduğundan, ruhunda hissediyordu Ünzile’lerin acısını. Kendini onlardan sayıyor. Onlar için, aslında kendi için ağlıyordu. Utanmasına rağmen ağlamasını durduramadığı o geceden beri şarkı Ünzile’nin hayatının metaforu olmuştu. Öyle benimsemişti ki, asla mutlu olamayacağını, şarkının onun kaderini çizdiğini düşünüyordu. Belki yıllarca yalnız kalmasından, belki hep direndiğinden, hep direnmenin verdiği yorgunluktan, belki de kadınların hep ezildiğini düşündüğünden. Kim bilir belki de erken yaşta dul kalmanın baskısından.Ne çok inadı vardı, Ünzile’nin. Belki de bu inadından yalnız kalmıştı. Kocasını sevmemesine rağmen evlenmişti. Sevmediği adamı mutlu edememişti. Mutlu olamadığından mıdır nedir, erken göçmüştü Rıfat. Ünzile’yi daha mutsuz daha yalnız bırakarak. Ünzile yalnızlıkla bile inatlaşıyordu. İnadına evlenmiyordu. İş hayatında yaşadığı tacizlere karşı gelmişti. Sadece kendine değil, başka kadınlara yapılan haksızlıklara da karşı gelmişti. Karşı gelişinden dolayı defalarca kovulmuştu. İnadına devam ediyordu susmamaya. Etrafında ki herkes onu sürekli kavga eden, hır çıkaran inatçı bir kadın olarak görüyordu. Bu yüzden ona yakınlaşmaktan çekinirlerdi, onun kızacağı bir şey yapmaktan ölesiye korkarlardı. Bu yüzden onu sevemezlerdi. Bu yüzden ona sahte bir saygı duyarlardı. Bu yüzden kimse onun içini göremezdi, bilemezdi.Oysa Ünzile bu şehirde sevilmeye en çok ihtiyacı olan kadındı. Birinin onu yalnızlığından çıkarması gerekiyordu. Evet, inatlaşacaktı Ünzile. Yalnızlığına sarılacaktı. Ama karşıda ki inatlaşmalıydı. Bir inatçı bir inatçıya inanabilirdi ancak. Ama Ünzile için inatlaşan biri hiç olmadı. Güzel bir kadın olmasına rağmen, bu yüzden yalnız kaldı. Kişiliğinin insanlar da bıraktığı çirkin ize inat çok güzel bir kadındı Ünzile. İnadından sevdiği adama kavuşamamış, inadından sevmediği adamla evlenmiş, sevilmeye olan ihtiyacını inadından yok saymış ünzile, kadehleri ardı ardına devirmesine rağmen sarhoşlukla inatlaşıyordu. Erken saatte kalkıp işe gidecek biri için geç olmuştu saat. Zamanla da, bastıran uykuyla da inatlaşmak… Ve sonunda inadını kıracak olan yağmur. Ünzile’yi değiştirecek olan yağmur.Ona inat yağmur bütün hızıyla yağıyordu. Ünzile sırılsıklam, sarhoş, yalnız, mutsuz bir şekilde bağıra bağıra şarkıyı söylüyor. Tesadüf ya bu, şarkı da bile geçiyor yağmur. Daha da coşuyor Ünzile yağmurla beraber.— Yağmuru kim döküyor, Ünzile kaç koyun ediyor, dayaktan uslanalı, hiçbir şey sormuyor.Uslanmayan şehirli ünzile bağıra bağıra şarkıyı söylediği o geceden sonra hiç aynı olmadı. Yine inatlaştı ama kendiyle değil. Yine yalnızdı ama kendisiyle dolduruyordu yalnızlığını. Yine balkonunda içmeye devam etti ama sarhoşlukla inatlaşmadan. Yine hüzünlendi ama hiç o gece kadar değil.Günün birinde sevmeye, sevilmeye karar verir Ünzile. İşte şimdilerde beklemekte… Sevilmeyi, sevmeyi… Şimdilerde o yüzden tekrar tekrar çalıyor Ünzile parçası. Ünzile artık yalnız kalmak istemiyor. Ünzile artık tüm kadınlara değil, kendi kadınlığına sahip çıkmak istiyor.

Bazen İnsan Anlamak İstemez

87hsn | 21 September 2008 11:13

Bazen insan anlamak istemez… İşine gelmez. Bir dünya yaratır hayalinde ve o dünyada yaşamaya başlar. Bu öyle toz pembe bir dünyadır ki kaybetmekten korkar. Kaybetmenin getirdiği korkuyla daha bir sarılır hayaline. Geceleri onsuz uyuyamaz, gündüzleri onsuz yaşayamaz. “Hayali” bir süre sonra “hayatı” olur. Karşısına bazı engeller çıkar, ondan “hayatını” isterler. Kim “hayatını” vermek ister ki?! “Hayatını” kurtarabilmek için çırpınır durur. Engelleri aşmaya çalışır, aşamadıklarını “hayatının” bir parçası olarak görür. Aslında “hayatının” bir parçası değillerdir, hiçbir zaman da öyle olmamışlardır; ama işin ucunda insanın “hayatı” söz konusu olunca akan sular durur. Engelleri aşabilmek için bazı önlemler alır; önce noktayı kaldırır, böylece “hayatı” sürekli devam eder; ardından virgülü kaldırır, yarım nefes bile olsa “hayatına” ara vermek istemez; sonra da ünlemi kaldırır, “hayatındaki” iniş çıkışları kontrol altına almaya çalışır; ama ne var ki soru işaretini kaldırmayı unutur. Bu yüzden bir süre sonra sorular sormaya başlar.Nokta olmadığı için soruların ardı arkası kesilmez, virgül olmadığı için yarım nefes dahi alacak fırsatı bulamaz, ünlemi kaldırdığı için bağırıp yardım isteyemez. Sonunda da “hayatını” kaybeder. İşte bu yüzden insan “hayatını” kurtarabilmek için bazen anlamak istemez.

Film Yapmayı Kim İstemez ki?

expointt | 18 September 2008 22:35

Kendinize şu soruyu sorduğunuz zamanlar elbette ki yok değildir. Ben bi film yapsam, Senaristi ben, Yönetmeni ben, Oyuncusu ben olsam ne harika olurdu ? Peki, ana hikayeniz ne olurdu? Çok mu ilginç , yoksa çok mu gerçekçi, ya fantastik öğelerin zenginliği.Kendi kültürümüzün Mitleri,Felsefesi.. Aklınızda kalanın faydası yok! Anlatın, süsleyin filminizin hikayesini.Buradan blog sayfasına erişebilirsiniz.

davul

morfik | 11 September 2008 12:52

Kat kat dizilmiş hanelerin sönmüş ışığında , konuşuyor sokak lambaları kendinden habersiz acılarıyla.

Bir kadın , bir adam ve rüyalarından kaçırılmış beş yaşlarında bir çocuk , sürünerek yürüyor ayakları.
Davulun ritmine inat.

Adam bağrıyor ;
_ Ananda da sende var işte orus..luk.
Yazılmayacak küfürleri bir bir savuruyor. Kadın ne dediği duyulmaz bir sesle bir şey söylüyor. Bacını dedirtme diyerek inen kolda kırılıyor söz.
Küçük ileri doğru koşuyor , geri geliyor.

İlerisinden ürkmüş olmalısın küçüğüm. Henüz yorulmamış bir dünyan olmalıydı halbuki. Bir esintide düşecekmiş gibi bakmamalıydın karanlığa.

Yeni kapı ve 4. murat -2

mehmetbastug94 | 04 September 2008 16:54

4.Murat
4.Murat

Yeni kapı ve 4. murat-1

-Arkadaşlar geçenlerde yazdığım Yeni kapı ve 4. muratın hikâyesini okumuştunuz ve çok güzel bir ilgiyle karşılaştım ve olayın 2. perdesinide yazmak istedim…
Not: Daha öncedende söylemiş olduğum gibi bunlar alıntı değiltir!

YENİ KAPI VE 4. MURAT *2

-Hanım hanım, halk iyice ayaklanmaya başladı baksana ; içki, tütün ve fal halkımız tarafından ne kadarda çok seviliyor!
-Doğrudur padişahım. Geçende de mahremde kızlar gizlice fal bakıyorlardı!
-Ne diyorsun sen hanım eminmisin ?
-Evet taşları kendi gözümle gördüm…