Bir genç ki hayatı mazlum yaşayan, sevmeyi utanarak tanıyan bir genç. Ne olduysa hayata başlamış ve ilk sevgisini yaşamıştı. Acılarla tanıştıran “ilk aşk”… Sonra mutlulukla süslediği hayallerle dolu pembe bir dünya yaşadı. Bir gün biteceğini bir an bile düşünmeden, dere kenarında akan suyun şırıltısını kıskandıran bir huzurla yaşadı. Ama dedim ya hayaldi ve her hayal gibi bu da bitmişti.Ardından soluklu bir dönem ve güzel bir tesadüf. Evet ikinci kez aynı şaka, ya da hayal mi demeliyim bilemiyorum ama o zamanlar “gerçek güzellik”ti genç adam için. Tekrardan denemek istemişti ırmağın sesindeki huzuru yakalamayı. Mutlu geçen onca zamanın ardından tam oldu derken içe kapanan kapının gıcırtısı gelmişti yüreğine. Evet oldu derken kalpten gelen bir ses vardı. “Ne olmuştu?” Cevap yok; çünkü cevaplayacak bir dudak kalmamıştı yanında. Sıcaklık gitmiş, kalp buz tutmuştu. Hayaller gitmiş “günü yaşamak” kalmıştı. Kaybolan ırmakların sesinin yerini artık kor gibi yanan ateşlerin çıtırtısı almıştı. İçerden “yalanı ve yanlışı” fısıldıyordu. Yanan korun sebebi belliydi “her yaşanan” gibi; ancak sonucu belli değildi “her başlangıç” gibi…Neyin başlangıcıydı bu? Hayallerin sadece bir akşam için kurulduğu, kişiliğin kaybolduğu, ateş içinde geçen gecelerin hakim olduğu… En önemlisi hıçkırıklarla uyanılan sabahların başlangıcıydı bu. Pişmanlıktan doğacak “kalp delikleri”nin başlangıcıydı.Utanılan bir kişilikle nereye kadar giderdi bu genç? Kalbi karanlıkların esiri olmuşken yolunu nasıl bulabilecekti? Dostlarını bile üzmeye başlamışken kimden nasıl bir yardım bekleyecekti? Haklısınız zaten beklememeliydi. Ayıbını kimseyle örtemezdi. Uyarıldı bin kere binlerce. Nihayetine, kimse inanmak istemese de sonuç vermişti aslında genç için. Yarınlar artık var olmaya yeniden başlamıştı. Geri getirmeyi düşünmüştü her şeyi. “Yeni bir başlangıç” demişti genç adam..Demişti ama neyle başlangıç yapacaktı bilmiyordu çünkü kir tutan bir kalple nereye kadar gidebileceğini kendi bile kestiremiyordu. Şimdilik sadece “yarın”ı planlayan genç, kalpten temizliğe başlamıştı. Ardından usulca hayatın kulağına “ ırmakları istiyorum” demişti.İsteğini bir tek kendisi hissediyordu maalesef ama yetiyordu. Huzuru tekrardan bulmayı gerçekten istiyordu. Hayatın cilvelerine cevap vermeyerek sınavlardan geçiyordu. “Umutlu yarınlara tekrardan hoş geldin genç adam!! Hak ettiklerin seni bekliyor gel al.”Bir kez daha “hadi” demişti hayat. Bu senin, aradığın burada demişti. Heyecan eskisi gibi değildi belki; ama artık hak ettiğini sandığı hayatı bulduğuna çok inanıyordu. Ancak.. Ancak yine aynı hüsran..Genç adam bir şeyi unutmuştu çünkü. Hesaplamadığı bir sınav daha vardı ve bu sınav her zamanki gibi bildiği yerlerden değildi. Neydi bu? Anlaması zor olmadı bu gerçeği.“Hayat her zaman doğruyu oynamaz.”Artık öğrendiği bir şey daha vardı. Beklemek… Beklemeyi bilmeliydi genç adam. Bu beklemek; ne geceleri geçen saati, ne gözlerden akan yaşların dinmesini, ne de kalbinin sızısının geçmesini beklemeye benzemiyordu. Sadece gerçeği beklemekti.Yaradan neylerse güzel eyler diyerek O’na inanmak, her durumu önce yaşamak sonra O’nun iradesinde şekillenmesini beklemek. Sır buradaydı! Belki yeniden yanılacaktı ancak yanılacak da olsa O’na inanıyordu artık. Verdiği kararı biliyor ve kendine güveniyordu.“Her zaman planla, uygula ve bekle! Kontrolü O yapar!”İnsan -neye, neden- karar verdiğini bilmeli. Bilmeli ki ağlamamalı şuan ki gibi. Gecenin ilerleyen saatlerini saymamalı. Hıçkırıklarla nefesini düğümlememeli. Kalbindeki heyecanı yüzüne yansıtmadan, gözlerden akan yaşları durdurmalı.Kaybetmemek ve “al onu ver bana geri” dememek üzere…