Üçüncü ŞahısHışımla girdi odasına. Dağınıktı tabi ki etraf ve “Böyle olmadan da yaşayamam, yaşamam zaten” dedi, demişti binlerce defa. Bugün bir tuhaflık vardı, kendinde, insanlarda. Baktı kendine, konuşmaları değişmiş, yüzsüz olmuştu ve buna aldırmıyor, bu ona zerre miktarı korku vermiyordu. Tedirginlik yaratan da bu olmuştu. “Tedirginlik senin gibilerine bile çatıyor çaresiz” diye söylenip gülümsemek istedi, bu sefer olmamıştı, yüz ifadesi hiç görmediği tablolardaki suratlara inat hissiz, mağrur ve durağandı. Simsiyah olduklarına inandığı bu düşünceler beyazlar üstünde nasıl duracaktı, merak etti. Göğsünü yasladı eline ve sonra parmaklarıyla dokundu göğsüne, aktı düşünceler yolsuz, güzergahsız. Sorgulayıp durmuştu, içini kemiren bazen beynini mayınlarına istisnasız kendinin bastığı bir boşluğa çeviren bu sözcüğü. Nefret ediyordu ondan, intiharının sebebi olacaktı bir gün ve bugün karar verdiği ise ona bir fiske vurmadan gitmeyecek oluşuydu. Allah aşkına kanaat nedir anlatır mısınız bana! Kanaat etmek, olanla mutlu olmak nedir anlatır mısınız? Şimdi ben dünyanın ağızlarına kadar dolu bütün divitlerini, fazla değil bütün okyanuslardaki damlacıklar kadar mürekkebini yanında ismini bilmediğim bütün ağaçlarla istesem kanaatsiz mi oluyorum! Tersini inandıracak olan insanoğluna ömrümü bağışlayabilirim fakat çok iyi bildiğiniz sahnemde sus pus bir insan görürsem bağış kabul etmiyorum, bilirsiniz belki, ömründen ömür çalarım. -Hiddetleniyordu, söyleyecekleri haddini aşacak korkusu yoktu ki onda.- Bu ne yavan düşünce! Ne tedbirsizlik! Ucu bucağı olmayan bu çöplüğe çırılçıplak atılmamız kimin eseri? Daha güzeline dokunmak varken dokunabileceği mesafedekine el açanın halini kim açıklayabilir bana? Dünyanın en güzel varlığı yanı başındayken köşe başındaki kapkara bir çiçeğin hücrelerinde can aramak, kollarında huzur bulmak isteyen bir yaratığa kim gözleri dolmadan “suçludur” diyebilir ki! Buz gibi bir havada sıcacık yuvasına iliştirilmiş insanoğlunun kemiklerine işleyecek, amacı olmayan bıçaklar gibi sallanacak her bir tarafına, üstünden ezip geçecek ayazı deliler gibi istemesi; bilinen aylarda, aklınızı başınızdan alacak o sıcaklarda o aciz(!) yaratığın “Üşüyorum, ellerimi koltukaltlarına sokup ısıtacak birisi yok mu!” demesi ve yaşamaya hakkı olmayanların bu gerçeküstü, mükemmel insanoğullarına iğrenerek, saygı duymadan bakması değil de nedir bu kanaatkar olmama savsatası! “Her zaman daha iyisi vardır.” sözünü duymuşsam ve buna rağmen mutlu olmak kaygısını taşıyorsam nerde benim insanlığım? Kanaat etmek saçmalık, mutlu olmak aslında hiç olmayan bir şeydir. Hala canımı vermeye hazırım, siz nerdesiniz ve nelerinizi vermeye cesaret edebilirsiniz?rubberband