“Nerede kaldın? Seni uzun zamandır soruyorum bana tek cevabın geç gelişin mi olacaktı?”“Konuşmak için yanlış bir zaman, boşuna ayakta durma!”“Bilmen gerekiyor, bütün eğrilerimi senden sakladım, bu yüzden duvarın gölgesi yeterince sıcak.”Son intiharından bu yana uzun zaman olmuştu. Bütün yanıkizlerini silerken, acılarını karalamayı unutmuştu. Dirsekleriyle dizlerinin arasında eksik, başı kesik haliyle ne kadar sakindi. Kalbinin olduğu yere bakamıyordum bile. En son tadına baktığını, hiçbir şey anlamadığını söylüyordu; yalan bir üslupla. Ona dair şahit olduğum en bariz gerçeklik, mecburi yaşamıydı. Ve mecburiyet bayraklarıyla kazanılmış hiçbir zafer olmadığı gibi, onunda zaferleri yoktu. Sadece nefes alıp veriyordu, daha fazlası değil. Lakin hep onda daha fazlası olduğundan emindim! Mesafesini bilen seyirci edasıyla.Bana doğru birkaç adım attı, eksik bir şeyler vardı hayalinde. Kırıntıladığı çizgilerini uyumsuzlaştırarak, uzattı elinin en ücra karmaşalarını. Yolu çizdi, varışı işaretledi. En iyi vitrin fiyatında modeli pazarladı, geceyi kıstı. Kanıyordu…Bana ödünç verdiği sağ kaburga kemiğini geri verdim. Yasakladığım gizlilikten arındırarak. Derisiyle örttüğü etindeki kokmayan çürüklüğe doğru uzandım, birazını kendime sattım, benliğimin hizasında. Gün batmada asılı kalırken, oda küçüldü tavan basıklaştı. Bu yüzden dizlerimizi kırıp, biraz daha uzattık başlığımızı. Eğrilerimizin netliğinden çok belirsizliğinden sakınıyorduk, kendimizi.Bana bakmaktan yorulduğunu akıl edip, bakışlarını yırtıp yere bıraktı. Olanları izlerken, sırtımda bir noktanın üşüdüğünü fark ettim. Ceketinin düğmelerini, ceketimin iliklerinden geçirdim. Artık birbirimizden uzaklaştıkça, birbirimizi çekiştirir olmuştuk. Uzaklaşmanın yansımadaki sarsıklığını bilmiyor gibi.
“Daha ne kadar, birbirimizin ayak uçlarına bakacağız?” diyerek sessizliği araladı.“Dizinin açısındaki korelasyona yanılacağıma inanmıştım. Bu yüzden yorulmaktan bir şey anlamıyorum artık. Ve odaya rağmen derinliğini ölçemediğim bir sığlık var.”“Çabuk konuş! geveleme! Kalbimin kırıkları hecelemeye başladı, aksi taktirde bu düğmeler gümüşe dönüp, bronza eriyecek.”“İyi o halde. Tanımadığım dudaklar, mümkünatı olmayan bir ihtimali çiğniyorlar. Bizim birbirimize aşık olduğumuzu!”“İşte buna gülerim. Ve böylesi bir hayalet tragedya için özel bir sahne inşa ederim. Siluetimin şahidi yansımaya dokunamazken sen, erimiş benliğimde arınamamışken ben. Başımı kesip bedenimi eksilttim. Cinsiyetimizi soyunduğumuz topraklarda her gün dirildim. Üst çenemin mukozasıydı boğulmaya biriktirdim. Vadilerimi izle, zirvelerime tırman; gümüş bir usturaydı anka da katlettiğim. Sen benim ta kendimken, nefreti yakıp aşka uzanmak ne mümkün. Bak sana dokunmak, gıdıklamıyor bile ruhumun tahriklerini!”“Tamam sus ve dinle o halde! Zavallılaştım, çıkmaz sokaklar gibi. İfadelerindeki yetkinlik ve duygularımdaki çelişki muhakkak örtecek zahmetlerimizi. Yanlış zamandaki konuşmamızı paylaştım şimdi kendimle. Susarak konuşmaktan artık tiksinsem de, sessizliğimin bağırışıyla rahatsız ediyorum varlığını. Dağıl ve kavuş benliğime.”Ceketimin düğmelerini, ceketinin iliklerinden geçirdim. Bütün kuruvaze halimizle tavanı yükselttik, zemini yarımlaştırdık. Başımın arasındayken elleri, yüzünün renginde boyadı adımlarımı. Evlendik, kendimizden boşandığımız bir gece. Heceler öykündü, sabahlar örtündü, uzak değil yakındı, zor değil kolaydı. Karanlık tüllenirken, kendimizden kaybettiğimiz yıldızsız bir gökyüzüydü…