bildirgec.org

hatıra hakkında tüm yazılar

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 1 )

firatocal | 10 August 2010 12:02

rüzgarım yatmış , eşim keyifsiz olduğu için benimle gelmemiş , tek başıma günü geceye döndürmek üzere akşam serininde sahildeyim… egeye karşı akşamın cılız ama iç ısıtan ılık ışınlarıyla kumsal şekerlemesi yapıyorum… dertsiz tasasız bir deniz keyfi…

ne mümkün… şeytan dürtüyor bir kere… ahbaplarımıza denk geliyor ve başlıyorum sohbete… sohbetlerim beni geçmişimin acı hatıralarına götürüyor bu akşam…

Sağlıktan bahsederken konu kalp krizinden kaybettiğimiz babama ve konuştuğum ablanın yakın bir zamanda kanserden kaybetmiş olduğu eşine geliyor…

babamı 1995 yılının son demlerinde ikinci krizinde kaybetmiştik… ilkini atlatmasına rağmen ikincisinden kurtulamamıştı… hep en pis ve en acımasız olanı ikincisidir derlerdi… inanmamıştık , ama en acı yoldan yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık… sohbet ettiğim ablam da eşini kanserden 8 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde kaybetmiş…

konu dönüp dolaşıp hastalıkların erken teşhisine geliyor… check up ları tartışıyoruz… zamanında eşinin doktor yüzü görmeyen son derece sağlıklı birisi olduğundan bahsediyor… her 6 ayda bir check up ını yaptıran , hasta ise ilaçlarını son derece titiz bir şekilde hiç aksatmadan kullanan birisiymiş rahmetlik abimiz… babam da ilk krizinden sonra malülen emekli olmuş , daha sakin ve düzenli bir hayatı seçmişti… ama herşeye rağmen ikinci krizin onu alıp götürmesinden kurtulamamıştı…

konuştuğum ablam bütün bu olup bitenlerden sonra , doktora gittiğini ve kendisinde ne var ne yok anlaşılması için check up yaptırmak istediğini söylemiş… doktor , ablamın konuşması bitince kanserin ve kalp krizinin çok nankör hastalıklar olduğunu , tüm kontrolleri yaptırsa bile iki gün sonra bu hastalıkların ortaya çıkmasıyla birlikte hayatının allak bullak olabileceğini söylemiş… o da hayal kırıklığı içinde çıkmış gitmiş doktorun yanından…

ben biraz garanticiyim… elimden gelenin sadece bunlar olduğunu bildiğim için herşeye rağmen check up yaptırmaktan vazgeçmeyeceğimi söyledim… ama sonunda herşeyin bilinmez kör sağır ve dilsiz bir kaderin parçası olduğuna da ikna olduğumu da eklemeliyim… sadece bu sohbetim değil , önceki benzerleri de aynı türde hikayeleri içeriyor…

her şey dönüp dolaşıp beni bu dünyadaki sayısı belli nefes sayısına getiriyor… Tanrı ‘ nın bize verdiği vade doldumu ötesini ne tıp ne de mucizeler üzerine eklemiyor…

Eskiden Herşey Daha mı Güzeldi?

suleceizler | 07 August 2010 13:00

Gözlerimi kapattım. Aynı çocukluğumdaki doğduğum o bahçeli, şirin, bahçesinde kediler beslediğim, ilk bisiklet kullanmasını öğrendiğim o gül kokulu bahçeyi düşledim. Komşularımızı, o sıcacık dostlukları, yardımseverliği o sıcaklığı düşledim. Ne zaman oynarken düşsem komşu ablam gelir, yerden kaldırır dizlerimi silkeler ve ağlamamam için bana sarılırdı. Mahallede herkes birbirini tanır, selamlaşır kimin ihtiyacı olsa yardımına koşardı. Ben ev sahibimize anneanne derdim. O kadar severdi ki beni kucağından indirmezdi. Anneannem ve dedem Aydın’da olduğundan özlemimi giderirdim onlarla. Çünkü o zamanlar insanlar sıcaktı, içtendi ve komşuluk vardı. Herkesin bir komsuannesi, komşu teyzesi ve kan kardeşliği dedikleri bir arkadaşlık bağı vardı. Ahret kardeşliği de kızlar arasında yaygındı. Hatta birbirimize ”Aret” derdik kısaca. Birbirimize sarıldığımızda gerçekten sarılırdık. Her şey çok güzeldi o zamanlar. Şarkılar bile daha güzeldi.

Sonra gözlerimi açtım. Açmaz olaydım. Tüm düş perdelerim yıkıldı anında. Karşımda soğuk duvarlı bir apartman bana bakıyor. Çocukluğumun bahçeli evleri tamamen bu yığınlara dönüşmüş, hikayesi olmayan evler, ama ben bahçeli o küçük evi görmek istiyorum. Tabi ki göremiyorum o komşu anneler de yoklar. Ya son yolculuklarına çıkmışlar, ya da bu kasvete dayanamayıp taşınmışlar. Boğazımda bir yumru yutkunamıyorum, ağlayamıyorum sadece özlüyorum o günleri hemde çok. Tek kanallı televizyonumuzu, reklamlarda renkli olurdu. Belki tek kanaldı ama herkes aynı programı izlerdi ve konuşulacak ne kadar çok konu bulunurdu. Bugün Dallas’ta neler oldu? JR gene ne hainlikler peşinde? bunun gibi. İnsanlar eskiden sohbet ederdi takılıpp kalmazdı ekranlara. Ya da bilgisayara esir düşmezdi çocuklar kendilerine oyuncaklar yapardı. Mesela ben kendime bebekler, arabalar yapardım. Türk filmlerindeki aşklar yaşanırdı. Şimdiki msn aşklarından ne kadar masumdu. Her şey masumdu o zamanlar. Peki teknoloji mi bizi bu kadar yabancılaştırdı birbirmize, yoksa büyü mü bozuldu? Teknoloji insanlığımızı mı öldürdü? Değişen neydi sizce?

Sevgiliye… ( Sahibini Arayan Şiir … )

firatocal | 29 July 2010 09:57

hatıralar istiyorum unutulmayacak
bir dokunuş istiyorum sonsuza dek hep kalacak
eellerini gözlerini istiyorum yanlızlığımı unutturacak
sevmeni istiyorum beni dünyalar benim olacak

sevgilim demek tek dileğim sana
saçlarını okşamak dağıtmak isteğim esen deli rüzgarda
dokunmak tenine bir mesaj kalbine dudklarımdan
işte bu seni sevmek bitmek bilmeyen sonsuz bir arzuyla

esmer sevdim yalnız kalbimde
sevilmeyi hakkeden bir tek sevgiliyi
istedim ona ulaşmayı düşlerimde
aaahh ahh nasıl isterdim bir yolunu bilmeyi

kolay değil sevgisizlik
anılarım yapayalnız çekilmiyor sensizlik
eriyorum karanlık odadaki anlamsız bir mum gibi
gözlerim arıyor değerli gerçek bir sevgili

SİNEK İLACI ARABALARI VE AKŞAM ÜZERİLERİMİZ

il mare | 19 July 2010 11:10

Akşam üzerilerimiz.Bulutlarla randevulaştığımız vakitlerimiz.

Kulaklarımızın tek bir sese odaklandığı,sanki koca bir mahalleyi süpürebilecek koca bir elektrik süpürgesinin çıkardığı uğultulu sesi beklediğimiz vakitlerdi. Vuuuvvvvv,vuuuuvvvvvv.

Bu sesin birkaç çift kulağa çalınmasıyla, ‘geliyorrrr,geliyorrr’ çığlıklarımızın, mahallenin yaşlı amca ve teyzelerini,ders çalışan ablalarını,ağabeylerini, ama en çok da zehirleneceğimizden korkan ebeveynlerimizi sövdürdüğümüz zamanlardı.

— |SEN|

il mare | 06 May 2010 10:35

Her anıyı aşk mı sanarım, her anıyı sevda mı?
Değil,işte öyle değil.

Maharet aşk denizine tonlarca gemiler sığdırmada, maharet denizleri de aşıp okyanuslara açılmada .
Bir yalandan çıkmışken, oyalı,kırmızı bir mendil sallamışken son kullanma tarihi geçmiş bir rüyanın ardından,
Maharet yalanları suya atıp mendilleri ispirtoyla yakmada,öyle çok tenezzül de etmeden,serçe parmağının ucuyla.
Her hatırladığın aşk değil işte;
Farkında mısın,sen her hatırlayışında ruhuna dipsiz sevdalar kapaklanmakta,
Ekose hayallerinin üzerine çizgili tutkular yamalanmakta.
Her hatırladığın aşk olsaydı eğer, hatırladıklarından çok öte ,seni çağırırlardı aşk aşk diye.
Gözyaşlarının tuzu yakardı sineni ve yıkandıkça hatıraların, çekip küçülürlerdi teker teker;
Oysa ki sen,tüm yad edişlerde esnetensin bir şeyleri; ucundan tutup çekiştiren,sınırları zorlayıp ebatlarını değiştiren;
Gelmişinin önünde diz çökerken saç diplerinin bile duyduğu hörmetle; geçmişine sövensin, camdan yapılmış nefretinle.
Sen, bir ateşin üzerinden üçüncü kez atlarken, evvel bir zamanının gıptasını dördüncü sıçramana yakıştıransın,
Evvel bir dileğinin aynı karakterli harlarına bu sefer yüreğinin suyunu serpiştiren, ve tek bir damlasıyla nice korlar peyda edensin.
Kendine karşı açtığın savaşta desenli yaralar alan gururlu bir gazi,
Ve bu uğurda şehit ettiğin inanlarının taziyelerini her seferinde kapı eşiğinden defedensin.
Yani öyle sandığın gibi değilsin, dur ama gitme, açıklayabilirim.

Di’li Geçmiş Zamanlar..

admin | 11 February 2010 16:50

Mazi, geçmiş, hatıra, anı, bellek, di li geçmişler diyarına yolculuk yapan ben hancı; geçirdiğim di leri destanlaştıran ben yolcu, ‘flashback’ lerle senarist kıvamında yönetmene eşlik eden oyuncu. Velhasıl-ı kelâm sözcüğünü çok seven, evrende bir ivme yaratan benlik. Ne dersin böyle mi geçmeliydi zaman? Zamanın içine eden ben, zamanla oynaşan ben, (Hey sen de olabilirsin o ben.) zifr-i karanlığımın bilmecesi sen. Hoyratça savrulan di li geçmişlerimi anan ben. Yalnız ben miyim, sen olan bu diyarlardan hatrı sayılır adımlarını sayan?

Bulunduğun anın içine ederken di li geçmişler; hoş tutarsın kelâmlarını bir bir beyin zarına işlediğin o, o evet, o’larını.
“Boştu” dersin. Boştu, arkası tıka basa dolu penceremin önü. Baktım! Zamanın bana boş bıraktığı satırlara. Aldım kalemimi, yazdım boşluğa. Ben sana yetişemiyorum, ey zamanların di li geçmişi. İki kelime ile daha girişteyken ben, sen geliştirdin ve sonladın her anımın satırlarını.

FOTOĞRAF PAYLAŞIMI

sudenayay | 21 December 2009 21:33

Fotoğraf deyince insanın aklına geçmişte yaşanıp anı olarak zihnimizde yer edinen şeylerin kağıda dökümüdür. Tabi ki bu döküm yazı şeklinde değil görsel şekildedir. Bazen fotoğraf sevinçtir

.

Bazense üzüntüdür.

Fotoğraflar siyah- beyaz yada renkli olabilirler. Ne şekilde olursa olsun anlattığı anlam önemlidir. bazen fotoğraflara baktığımızda karanlıkta kalan ışığı görebiliriz. Yeter ki ona alıcı gözüyle bakmasını bilmek lazım. Fotoğraflar bazen sergilerde sergilenir; bazense internet sayfalarında… Fotolia isimli sitede bunlardan biri… Bu siteye üyelik ücretsiz. Üye olduktan sonra gönderilen fotoğraflar onaylandıktan sonra satışa sunuluyor. Bir nevi fotoğraf ajansı… Bu sitenin Türkçe dil seçimi de var. Yazılan kelimeler, çok açıklayıcı bir şekilde seçilmiş.

eskiye hatırlı anılarla kinaye – 2 –

talos | 14 December 2009 12:33

günahlarım sende kaldı…

doğrularda gördüğüm yalın kaderimdi ve geriye dönüp bakmadan bulduğum anılarım.

üzerimde duran aydınlık, adını paylaştığım hayat ve soğuk tenimde duran gölgeni alıp gittin. duyuyorum korkak sokakların çıplak seslerini. seninle geçiremeyeceğim anların hayalini kuruyorum.

ak teninde saklı naif, bir o kadar heybetli kokun. kokusunu senden almış kır çiçekleri haykırıyor gün batımının ufukta kayboluşuna, senin kayboluşlarına.

gittin…

anne bugün gitme…

kahvekokusu | 27 October 2009 11:00

Kocaman kahverengi gözlerini gözlerime dikip, delici nazarlarla bakarken, dudaklarının arasından dökülüveriyor o kırgın cümleler:

-Anne bugün işe gitmee…

Lepiska saçları darmadağın… Pembe ayıcıklı pijamasıyla sandalyede öylece oturuyor. Üşümesin diye üstüne giydirdiğim yelek bir kolundan düşmüş… Süt bardağı kahvaltı masasında hala dolu duruyor…Bir cevap bekleyen bakışlar tam gözbebeklerime oturmuş hesap soruyor:
-Anne bugün işe gitme!

Serzeniş (sessiz)…

| 19 October 2009 17:17

Bitmesin dedim!
Nafile bitti, gençlik rüzgarları
Aldı başını gitti…
Kimi zaman fırtına oldu, yüreklerde
Kimi zaman yağmur, gözlerde.
Sonunda sel oldu,
Sildi, hayellerin peşinden koşan beni.
Yerine yeni rüzgarlar esti,
Bıraktı kendini esintilere.
Bin yıllık Çınar’ın türküsü oldu.
Dudaklarımda bir mırıltı,
Kulaklarımda bir uğultu,
Kalbimde hükümsüz hayallerin boşluğu
İle doldu, biten gençlik rüzgarları.
Çok derinden gelen bu serzeniş
Bir fotoğraf, bir hatıra
Derken bitecek görüntülerim
Senle veya sensiz…
Bir kalp çırpınışı içinde sessiz…