bildirgec.org

fantezi hakkında tüm yazılar

Frank Miller’dan “300”

Andrasta | 13 November 2006 07:57

SinCity‘nin ardından bu seferde Frank Miller‘in Kral Leonidas ve onun özel korumalığını yapan üç yüz Spartan’ın, Pers Kralı Xerkes ve onun büyük ordusuna karşı direnşini anlatan “300” adlı çizgi romanı sinemaya uyarlanıyor.

Filmin en büyük özelliği ve en çok merak edilen unsuru ise dış mekanlarda dahil olmak üzere her sahne ve zırhda dahil olmak üzere birçok şeyin yüksek teknoloji ve yeşil ekran kullanılarak yaratılmış olmasıdır.

karısını bırakıp bir erkeğe kaçtı

astral | 27 October 2006 13:57

İngiliz politikacı karısını bırakıp bir erkeğe kaçtı

İngiltere’de ana muhalefet partisi olan Muhafazakâr Parti’nin “gölge Çevre Bakanı” Greg Barker, evinin dekorasyonunu yapan iç mimarla girdiği eşcinsel ilişki yüzünden evini terk etti. 14 yıllık evliliğin ardından eşi ile yaşları 11, 7 ve 6 olan üç çocuğunu terk eden Greg Barker’ın iç mimarla ilişkisinin yaklaşık bir yıl önce başladığı bildirildi. Haber, Avam Kamarası’na bomba gibi düştü. Bulvar gazeteleri, gelişmelerin partiyi güç durumda bırakabileceğine dikkati çekiyor.

Siz ne hissederdiniz? Diyelim aldattı kocanız. Kadın olmasını mı erkek olmasını mı daha affedilir bulurdunuz?? Kişisel olarak ben, erkekle aldatsa daha az içim acır bir kadınla aldatmasından çünkü biliyorum ki erkekteki ben de yok.

banyoda renk fantezisi

mnc | 13 October 2006 16:00

su ısısına göre renkler değişiyor
su ısısına göre renkler değişiyor

bir banya düşünün ki siz duşunuzu alırken fayansın renkleri ısıya göre değişsin işte movingcolor‘da bunu yapmış, ısıya göre fayanslar renk değiştiriyor. farklı tipleri var. patenti henüz alınan ürün Tye Dye ® ve Northern Lights® adını verdikleri şeyden yararlanıyor. artık duş mu alırsınız duvarları ıslatarak fantezi mi yaparsınız o bilinmez.

lucid dreaming taktikleri

oky | 05 October 2006 10:09

lucid dreaming, türkçe çevirisiyle açık rüya, bilinçli olarak rüyaları kontrol etmek anlamına geliyor. bunun bir fantezi olmaktan çıkıp hayatımızın bir parçası haline gelmesi için ortaya konan bütün taktikleri derleyerek bir liste oluşturdum. güç, sende artık!

1. Öncelikle bunu istediğinize emin olun. Gönüllü olarak Matrix‘e dahil oluyor ve yalanı gerçeğe tercih ediyorsunuz. Sigaraya başlamak kadar zevkli, sigarayı bırakmak kadar zordur. Hayatınız sekteye uğrayabilir, gerçeklik gözünüzdeki değerini yitirebilir. Bu beraberinde hiç hesapta olmayan sorunlar getirebilir.

fantezi futbol başladı.

Cnyt | 25 August 2006 15:04

Fantezi Futbol yarışması başladı. Yarışmada Türkiye Süper Ligi’nde ki futbolculardan belirli bi bütçeye bağlı olarak takımımızı yaratıyoruz. Takımımızdaki futbolcular hafta sonundaki süper lig maçlarında gösterdikleri performansa göre size puan kazandırıyor. Bu sayede her hafta dereceye girenler ve sezon sonu dereceye girenler ödül kazanıyor.

Gamez–part I

epiphany-hafif | 03 October 2002 11:10

Gamez–part I(prelude)

Aklima bundan yaklasik 4 yil önce, bi magic dergisinde okudugum bir yazi geldi. Bir disinin kaleminden, fantezi aleminin minik Elricleri hafif parodize edilerek, gözlemlenmisti. Dişi yazarimiz bu ilgi dünyasinin hayale aç müsterilerinin “Elric kompleksinden” sözediyordu. Yazi konusu olarak “Elric” gibi bi karakterin seçilmesi de bosa degildi tabi.

Böylesine çelimsiz, hastalikli, incecik bir albinonun destansi kahramanliklarindaki yarim kalmislik hissi, gerçek hayatta okuyucularin dünyasinda tamamlaniyor gibiydi. Dergideki yazi, ceplerinde özenle biraraya getirilmis kart desteleri ve renkli zar keseleriyle dolasan bir grup “oglancigin” zayif hallerindeki “Elric kompleksine” deginmis, itilip kakilmis bir kitlenin kendi dünyalarinin bir anlik kahramanlari oluşlarini hicvetmisti. Bu yazi aklima gelince birden biçok seyin ne kadar birbiriyle ilintili oldugunu farkettim.

Elric meselesine dönelim.. Moorcock tüm dehasiyla, hitap ettigi okuyucu kitlesinin, o kitleyi “sahsina münhasir” yapan noktasina dokunmus bulundu. Bu nokta, ilk ve orta ögretim hayatinda daha irice olanlar tarafindan pataklanma korkusunun hassasiyeti gibi kabaca bir temele dayandirilabilecek kadar basit. Elric ürkütücü, kara ve onu tutan ellere 1000 kere hükmedebilecek “muhtesem” kiliciyla kazandigi bütün zaferlerde sanki bir kat daha çelimsizlesir. Hastaliklidir. Bir yandan gemi seyahatlerine bile zor dayanan, sanki her an mide bulantisindan sararip soluverebilecek zavalli bir albinodur, diger yanda ise tüm bu özelliklere gerçek hayatta sahip olsa, balon gibi sönmüs egosuyla savasmak durumunda olan acikli bir kisiligin hiçbir zaman yapamayacagini, çelimsiz bileginin hakkiyla, üstelik de kirmizi gözleri ates saçarak basaran bir kral.. Bu fantazi, birçok yeniyetmenin hayal edebilecegi, etmek isteyip de Conan hayaliyle yarim birakabilecegi türden bir gerçeklik tasir. Koskoca bir dev gücünde, daglari yerinden oynatabilecek gibi hayvansi kükreyislere sahip kasli kahramanlarin zaten önüne çikani bir fiskesiyle devirebilecegi açiktir. Ama gerçekte kimse “the rock” degildir. Elric’teki acikliya varan gerçeklik, gerçekten meraklisini da ilgisizini de kendiliginden temsil etme niteliginde bir anlatimdir. Elric hikayesinin bu kadar üzerinde durmamin sebebi “kendi dünyasinin kahramani” olma meselesine baglanmasinda yatiyor. Bu mesele de “oyun”un içinde olanlarin tarafindan bakildiginda o kadar avam kaçiyor ki, etraflarinda kendilerine bi “freak show” izlermis gibi bakan yabanci gözlerin sordugu sikici bir sorudan öteye gidemiyor. Her genel zevk ve tarz dışı, hobi, eglence anlayisi veya bos zaman aktivitesine bir “alt.kültür” yaftasi yapistirip, maden bulmusçasina merakla incelemeye koyulan adini koyamayacagim bir grubun ilk sordugu soru gibi görünse de “bir anlik öznel kahramanlik” meselesini o saçma “gerçek dünyadan bir kaçis mi?” sorusunun ötesine götürmek istiyorum. Çünkü burda genelgeçer fikirdeki yanlislik göz rahatsiz ediyor, dil sürçmesi yapiyor. Olayin kaçista degil, kaçmaya gerek kalmadan “bulusta” oldugu çok açik.

Benim gibi bu isin “çekirdeginden” içinde olmayan bir kızcaızın söyledikleri içeridekilerde burun kivirma istegi yaratir. Ben de bunu baska alanlarda sikça hissedip sinirle “sen ne anlarsin ki” diyivermisimdir. Ama gelisen dünyanin oyuncaklari içerdekiler kadar disardakilerin de igisini gidikliyor. Ve bu “oyuncaklarin” kullanimi aslinda popüler kültürle ilgili bir sürü noktayi açiklayabiliyor.

16 Temmuz 2002 ve ben E.H. ile tanıştım… hala şoktayım

Ethan | 16 July 2002 20:24

Beyoğluna inmek aklımdaydı zaten. Evde sıcak dışarısıda sıcak mantığıyla öğleden sonra önce Galatasarayı sonra Beyoğlunu turladım.

Onu daha önce iki kez daha görmüştüm. İkisinde de yanına gidip tanışmak kısmet olmamamıştı. Kendi kendime

demiştim. ^^Ben o adamı bir kez daha göreceğim ve gidip tanışacağım.^^ Zira tam olarak öyle oldu.

Açık mavi gözlerini çevreme sersem sersem bakarken farkettim. Bu E.H. idi. Peki . E.H kim? E.H. diyorum çünkü deşifre olmasını istemiyorum ama sandığınız gibi bir üçüncü sayfa sapığı değil. E.H. bir aktör.E.H. bir oyuncu. E.H. bir reklam yıldızı.Aslolan ise opera sanatçısı olduğu. Şu ara da belli başlı kanallarımızdan birinde haftaiçi her gün 5 dakikalık bir program yapıyor.

Yanına gittim. ^^Merhaba E. bey… Ben sizi çok beğeniyorum ve şu anda burada olduğunuza inanamıyorum…^^ gibisinden uzun bir giriş yaptım. Kendimi Tarkan konserlerinde çığlık çığlığa ağlayarak donlarını fırlatan kızlara benzettim bir an. E tamam adamın hayranıyım ama seviyeyi düşürmeden de adamı övebilirim. Zaten klişe yıkama yağlamalar bana uzak. Yani posterinizi odama astım desem inanmaz. (Posterini nereden buldum ki?) Reklamlarınızı videoya kaydettim desem ayrı bir salaklık.( Ayrıca adam sapık sanardı) Ben bunların hiçbirini yapmadım. Birde şey var. Adamın sanatçılığı felan çok iyi elbette. Özellikle o tok sesine bayılıyorum. Ama olay burada işte. Adam benim için seks sembolü gibi birşey aslında. Türkiyedeki bir numaralı fantezim. Yani en çok beraber olmak istediğiniz kişiyle tanıştığınızı düşünün. İşte benim durumum tam olarak bu.

Ona zamanı olup olmadığını sordum. İstiklal Caddesinin başındaydık ve kitap almaya geldiğini beraber yürüyebileceğimizi söyledi. Aslında onlarca kitapçı geçtik yolunu da bile bile uzattı sanırım. 🙂

Benim öğrencilik durumumdan,ne istediğimden, onun projelerinden, yurtdışı serüvenlerinden, yeni çekecekleri diziden epey konuştuk. Bu arada gömleğinin iki ya da üç düğmesi açıktı sanırım.Pek çok şeyi görebiliyordum (Bu manzara bana 3 ay yeter)

Bir yandan ülkeden,üniversitelerden konuşurken diğer taraftan aşk hayatı ile ilgili bir şeyler sorsam mı diye düşündüm. Evli olmadığını biliyorum. Acaba sözlü mü? Benim gibi olabilir mi acaba (?) 45 dakikalık yürüyüş sona erdi. Merak ettiğim şey acaba telefon istemeliydim. Bir de şu var biz beraber yürürken yanımızdan bir arkadaşı geçti. Ona telefonun verdi. Ama ben kibarlık olsun diye biraz uzaklaştım. Yani duyamadım. Bir 0532 kısmını duydum. Neticede tamam ben adamı çok seviyorum ama yok yani ne yapacağım alıpta telefonunu. ^^Beni hatırlıyor musun hani Beyoğlunda ehiehiehi….^^

Ayrılma zamanı geldiğinde. Yaklaşık üç kere felan teşekkür ettim. Belki telefonunu alırım o da bana verir gibi birşey düşündüm. Ama olayı star-hayran moduna döndüren benim. Tarkan’ın hangi kıza telefonunu verdiği görülmüştür. Aksine daha bir saklarlar. Söylediği son şeyler gerçekten içacıcıydı.^^ Bir daha rastlaşırsak, yanımda kim olursa olsun lütfen gel, mutlaka rastlaşırız ^^ gibisinden birşey dedi.Şimdi onun için Beyoğlunda vardiya gezemem elbette ama inanıyorum biz tekrar karşılacağız onunla.

İşin son kısmına gelirsek. Bütün bunlardan sonra bir saat sonra evdeydim. Televizyon kanalları arasında gidip gelirken gene ona rastladım. Bir de program canlıydı. Vay canına bea! Vay canına!