Duygularını yaşıyorlardı sonuna dek. Köpürte köpürte… Sallıyorlardı şişeyi iyice… Son yuduma dek dudaklarında hissederek köpükleri, içecek şeyin ne zaman biteceğine kafa yormadan içtikleri müddetin niteliğine odaklanıyorlardı. Aşk biter bir gün teranesine kulak asmadan yaşadıkları an’ı sonsuzlaştırmanın peşinde kalplerinin üzerinde dört nala koşturuyorlardı atları.
Bu koşturmaca arasında yollarına tümsekler, engebeler çıkmıyor da değildi tabii. Ergen bir kızın sivilceli yüzünde koca bir soru işareti olarak yansıyordu aşkları. Annelik mi kadınlık mı önde gelir sorusunun bitimindeki o işareti görmezden gelmek kolay olmasa da baş başa kaldıkları anda her şey gibi o da koca bir kapının ardında kalıyordu.
Parçalanmış ailelerin çocukları diye başlayan tüm cümlelerin karşısına öyle cümleler koyuyorlardı ki, o kızın yüzünü sorularla gölgelenmemiş bir yüz haline getirebiliyorlardı sonunda. Kadın sevdiği adamın kollarında bir anne olduğunu hatırlamaktan korkmayacak kadar haklı ve güçlü hissediyordu kendini. Aşkını kirletecek her suçlamaya içinden dolup taşan o kocaman duyguyla göğsünü gere gere karşı durabilirdi. Çünkü o haksız suçlamaları yapanları da içine alacak kadar büyütüyordu kalbini onların karalamaya çalıştığı o duygu. Onları da seviyordu, evde sadece kendisine ait olmasını bekleyen o bencil, küçük kızı da.