bildirgec.org

dostoyevski hakkında tüm yazılar

Sizce Nedeni Ne ki?

faraza | 20 February 2010 15:27

Dostoyevski‘nin budala ve delikanlı adlı romanlarının ikisinde de romanın bir yerinde kirpi geçiyor.Benim bakışaçıma göre öyle bir yerde ele almış ki kirpinin geçtiği sahnede roman karakterinin kaderi değişiyor.
Hatırlatma:i- Aglaya,Prens Mhyskin’e kirpi gönderiyordu.
Sonrasında Prensle Aglayanın gelişen olaylarla arası açıldı ve birlikte olamadılar.(Budala)
ii-Karakterlerin birinin anlattığı ;yaşlı, huysuz bir bunağın hikayesi var.Bu hikayede ihtiyarın evlatlığı sahilde ihtiyardan kaçarken bir kızın elinde kirpi görüyordu ve kısa bir konuşma yapmıştı kızla sonrasında denize yönelerek ilerledi ve boğuldu.Sonrasında ihtiyarın iyiliksever biri haline gelmesi.(Delikanlı)
İşte “meraklı ol! ” evet bunu merak ediyorum.Neden ikisinde de kirpi kullandı ve karakterin kaderinin değişmesiyle ne gibi bağlantı kurmaya çalıştı?Yorum yapın ey hafif sakinleri!

Hakuchi (The Idiot) – (1951)

mrmurat | 18 January 2010 14:45

hakuchi
hakuchi

Dostoyevski‘nin o güzelim romanı Budala‘yı okuyanlar bilirler, Lev Nikolayevic Mışkin‘i, Dostoyevski’nin tamamen iyi bir insanı yazmak isteğiyle başladığı romanının hepimize tekme tokat saldırarak bizleri nasıl sersemlettiğini. Mışkin‘in nasıl çevresindekilerce alaya alındığını, nasıl aşka düştüğünü ve cayır cayır yandığını. İşte Dostoyevski’nin Budala’sını beyazperdeye yansıtan Akira Kurosawa, Mışkin’i gözlerimizin önüne koyuvermiş 1951yılında. Filmin, kitaba göre göre birkaç farklılığı olduğunu görüyoruz; örneğin film Rusya‘da geçmiyor, o Petersburgatmosferi yok, onun haricinde kitapta öyle olmadığı halde filme genel olarak soğuk hava, kar kış hakim, ki bu da Kurosawa‘nın sevdiği şeylerden.
Favori yazarı olan Dostoyevski’nin kitabını filme çekerken biraz abartıvermiş ve filmi kırpmadan önce elinde yaklaşık olarak 270 dakikalık bir uyarlama varmış.

Karamazovi

exorientelux | 15 January 2010 12:34

Dostoyevski denince akan suları durduranlardansanız, size izlerken mest olacağınız bir filmden bahsetmek istiyorum, Karamazovi.

2008 yılı Çek yapımı, Petr Zelenka‘nın yönettiği Karamazovi adlı film, bir tiyatro grubunun, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler adlı romanının tiyatro uyarlamasının provalarını yaptıkları bir günü anlatmakta. Bahsini ettiğim tiyatro grubu Polonya’da bir festivalde oynamak üzere davet edilir. Festivalin özelliği oyunun sahnede değil bir fabrikada oynanacak olmasıdır. Böylelikle seyirciyle oyun ve oyuncuların iyice bütünleşmesi amaçlanmıştır.Oyuncular fabrikanın kullanılmayan bir bölümünde provaya başlarlar. Böylelikle biz eşşiz bir romanın usta oyuncuların elinde canlanmasını keyifle izlemeye başlarız. Prova ilerledikçe orada çalışan güvenlik görevlisiyle oyun arasında gizemli bir örtüşmenin de yaşandığına şahit oluruz.

Sinemanın Don Kişot’u: Zulawski (Dostoyevski’yi kıskanan adam)

uuuucar | 22 December 2009 11:32

Zulawski
Zulawski

-İnsan benliğinin travmayla karşılaştığı anlarda, iç dünyanın kutupları görünür hale gelir. Yaşamda karşılaştığımız aşikar görünen olayların trajik yönleri ruhsal dünyanın derinliklerine açılan kapılardır. Dostoyevski, psikolojinin diyalektiğini kavrayarak aktarabilen bir dehadır.

-Böylesine derinlikli bir kavrayışı sinemaya aktarabilmek için geleneksel yöntemleri bir kenara atmak zorunluluktur. İnsanın kendini anlatmaya sıvanmış sanat ürünlerini Dostoyevski‘den yola çıkarak oluşturmak, iyi bir kapının keşfidir. Zulawski, birçok filmini yazarın farklı romanlarından yola çıkarak gerçekleştirmiştir. Hareketli kamerasını ruhsal dünyanın derinliklerinde dolaştıran yönetmenin bir filmi de; “Possiession“.

BEMBEYAZ GECELERİYLE KUZEY’İN VENEDİK’İ ST. PETERSBURG

marjiburcu | 28 September 2009 13:06

Rusya…Hepimiz başkent Moskova’sıyla biliriz daha çok,bembeyaz tenli insanları,soğuğu ve karlı manzaraları da zihnimizin arka fonundadır.İşte St. Petersburg’da bu soğuk,yılın sadece birkaç ayında karın yerden kalktığı ülkede Venedik’i andıran görüntüsüyle içimizi ısıtan bir güzelliğe sahiptir.

Moskova’nın 715 km kuzeybatısında yer alan St. Petersburg,Rusya’da Moskova’dan sonraki en büyük şehirdir.Avrupa ‘da ise 5.büyük şehir olarak bilinir.Muhteşem mimarisi ayrıntıları ve ince işçiliğiyle gözünüzün sınırlarını zorlar.

Adım başı bir müze görürsünüz St.Petersburg’da.Şaşkınlığınızı üstünüzden atamayıp neden bu kadar çok müzeye sahip olduklarını birine sorğunuzda alacağınız muhtemel cevap ”Müzeler bizim en büyük zenginliğimiz”olacaktır.Çünkü burada yaşayan tüm insanlar tarihlerinin zenginliğiyle hep gurur duymuşlardır.

Ayn Rand

queennothing | 29 May 2009 10:54

20. yüzyıl’da Japonya ile Rusya arasında cereyan eden savaş yüzünden oldukça zorlu günler geçiren Ruslar, Japonlar’ın savaş stratejileri yüzünden ‘kaybedenler’ tarafında yerini alıyordu.
2 Şubat 1905 tarihinde, hala savaşın göbeğinde olan Rusya‘nın St. Petersburg eyaletine; Yahudi bir eczacı ile gündelik işler yapan genç bir kadının ilk çocuğu olarak dünyaya geldi Ayn Rand.
Alissa Zinovievna Rosenbaum‘ adıyla bir Rus vatandaşı olan Ayn Rand, ilkokul yıllarında edebiyat ve sinemaya olan ilgisinin, geleceğini şekillendirmesinde etkili olacağını biliyordu.
İki kızkardeşe sahip olan Ayn Rand, ailesinin Tanrı’ya kayıtsızlığından, ‘agnostisizm‘ adı verilen; Tanrı’nın var olup, olmadığının bilinmeyeceğini savunan inançlarından da etkileniyordu.
‘Gözlemleme’ yeteneğiyle ailesinin içinde bulunduğu maddi zorlukları anlamaya çalışan Rand, durmadan kitap okuyor ve annesiyle düzenli olarak Fransızca dil bilgisi çalışıyordu. Henüz 14 yaşına girmeden Victor Hugo‘yu sevdiği edebiyatçıların arasına ekleyen Rand, erkek kahramını olarak da ‘Cyrus Paltons‘u bellemişti.

Üniversiteyi St. Petersburg‘daki Leningrad Üniversitesi (eski adıyla; Petrograt Üniversitesi)’nde, tarih ve felsefe bölümünde okudu. Sosyalist eylemler ve Rusya’nın içinde bulunduğu durumu eleştiren yazılarla dolu olan günlüğüne, gelecek planlarından da bahseden Rand, İskoç asıllı ‘cesur’ şair Walter Scott; “Üç Silahşörler“, “Monte Cristo Kontu” ve “Siyah Lale” gibi eserlerin sahibi Alexandre Dumas (İngilizce biyografi), Edmond Rostand gibi isimleri okuyor; Dostoyevski‘nin felsefesini eleştirip, Eflatun (Plato) ve Aristo‘nun fikirlerini benimsiyordu. Edebiyata olduğu kadar, sinemaya da yoğun ilgi besleyen Rand, 1924 yılında Devlet Sinema Sanatları Enstitüsü‘nün ‘senaryo yazarlığı’ bölümüne kaydoldu. Bir süre eğitime devam eden Rand, yazdığı senaryo müsveddelerinin Rusların ve sosyalist insanların yaşam felsefesine ters düşeceğini düşündüğü için eğitim programını yarıda bıraktı. Operayla tanışan Rand, sahne görkeminden büyülendi ve oyunculuğa ilgi duymaya başladı. Sahnede olmak isteyen Rand, ‘sessiz sinema’ dersleri aldı.

Para ne işe yarar

Harbiyemutlu | 05 December 2007 13:29

PARA NE İŞE YARAR

Arjantinli golfçü Robert de Vincenzo, bir golf turnuvasını kazanıp ödülünü aldıktan sonra, kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanır. Binadan çıkıp arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaşır ve çocuğunun çok hasta olduğunu, ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarını ödemesinin de olanaksız olduğunu anlatır. Kadının hikayesinden etkilenen ünlü golfçü, turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdığı bir çek ile kadına verir ve ekler: “Umarım bu parayı bebeğinin iyi günleri için harcarsın.”

Dostlar Arasında Dostoyevski’nin Lafı Olmaz.

INTERNET CAFEE | 30 August 2007 10:32

İnsanın böyle dostları olunca düşmana ihtiyacı kalmaz. Bedenine zararlı her türlü faaliyeti yapar, aşırı düşünür, kafayı zorlar, uykusuz kalır, terler, tetebber. Yazar Ursula K. Le Guin’in yazdığı Mülksüzler romanı, Üstad Dostoyevski’nin Ecinniler romanına cevaben yazılmıştır diyebiliriz. Üstad romanı, ünlü Rus anarşist, Neçayev’in hayatı ile ilgili yazmış. Ecinniler adını koyması sizi şaşırtmasın, Üstad koyu hristiyan olduğundan mütevellit Neçayev’i şeytani kabul görmüş. Yani cin tutmuş, ruhuna şeytan girmiş diye adlandırmış. Aynı zamanda da mülk sahibi anlamına geliyor possessed kelimesi. Ursula hanım efendi de, bir ince gönderme yaparak The Dispossessed koyuyor romanını adını. Bildiğiniz üzere Dis takısı İngilizcede olumsuzluk ihtiva eden bir ek. Bu durumda mülksüzler anlamına da geliyor. İşte bu mülksüzler/sahipsizler kelimesi marifeti ile romanda tasvir ettiği anarşist toplumun en önemli özelliğini vurgulamaya çalışıyor.

AnarresGezegenin’in sakinleri, ne bir şeye sahipler, ne de sahipleri var; emir almıyorlar ve vermiyorlar. İki anlamda da özgürler: hem Marx’ın Proleterya’yı tanımlarken kullandığı anlamda üretim araçlarından özgürler, hem devletten, patrondan yöneticiden özgürler.

Romanda mülksüzlerin yaşadığı gezegenin adı Anarres. Anarşiyi çağrıştırdığı açık. Yunanca arche baş ve olumsuzluk öntakısı ana’dan oluşan anarche kavramı, kavram/kelimesi başsızlık anlamına geliyor. Peki bu durumda Acephale ne anlama geliyor?