bildirgec.org

ben hakkında tüm yazılar

KENDİME SÜRGÜN

| 18 December 2007 00:10

KEDİME SÜRGÜN

Çok uzun zaman değil biraz önce oldu her şey. Ve fark ettim ki, artık sen yoksun ve ellerimde senden kalan o soğukluk büyüyen yorgunluğumla kayboldu. Yok oldu diyemiyorum çünkü korkuyorum gün geldiğinde beni yeniden bulacağından. Ama olsun bu güne şükür deyip artık doğru yorgunluklarda bitip tükenmeliyim. Buna güne şükür.Bilmeden bir yol ayrımındayım. O kadar yorgunum ki; kedimi durgun bir okyanusta ay ışığı altıda kaybetmek istiyorum. Kaybolduğum o okyanus üzerinde bir gemi içinde olmalıyım, yelkeni yırtılmış, direği kırılmış. Oltama yaşamdan anılar takılmalı en sevdiklerimden. Kim bilir beklide yalın bir yalnızlık olur bütün bunlar ve kim bilir belki bu yalnızlıkta istediğim gibi kaybolurum. Kimse sormazsa söylemem “nerden gelip, nereye gittiğimi”. Ve kimse sormazsa söylemem “neden bu kadar yorgun olduğumu”.Anladım, anladım ki insan bir defa sevebiliyormuş ve anladım ki insan bir defa ölüyormuş. Ne daha fazla ne daha az. Sarsak bir ruh haline bürünmüş yolculukların bile haram olduğu bir zindan da yorgunluğu mesken tutmuş bir yolculukta imkansız. Anladım, anladım ki ne kadar ölü olursan ol karanlıkta gördüğün hiçbir ışığı cevapsız bırakamazmış insan.Kim bilir, belki zamansız açtı dalımdaki mevsim baharı. Ve zamansız toprağına düştü göğümdeki yağmur bulutum. Hep bilmek isterdim sevdanın hallerini, bilmezdim böylesi kor hallerde insanı yaktığını. Ve bilmezdim yarin susmalarının cehennem olduğunu. Ve insan yüreğini parçalayan her acı kırbacının, her defasında insan ruhuna bir şeyler kattığını.Kendimi savaşını kaybetmiş yaşam kahramanı gibi hissediyorum yol ayrımlarında. Başımı kaldırıp bakamayacak kadar korkak ve yol alamayacak kadar yorgunum. Ellerim bağrımda bağlanmış, bir erkek tavrıyla soluksuz kalmalardayım. İkindi tadında bir mekan, gece tadında bir geçmiş. Gelecekse dünyanın hiç görmediği bir mevsim gibi. Beklemekte ve de sormaktayım.“Sevda yangınında zamansız sönen yıldızlar,Sorarım size:Kaç gün kaç gece sürer sizce?”Ne uzun bir sessizlik kaplar bütün sorulardan sonra insan dudaklarındaki tebessümleri. Her kesin bilmezlikten geldiği o yarım kalmış gerçeklikleri bile bilen ve gören biri var elbette. Kim bilir, sevdayı hak eden tek yalan odur belki de. “Aşk” dediğin zaman senin yollarına yol verecek, “Sevda” dediğinde bilmediklerini sana öğretecek. Kim bilir, sevdayı hak eden tek yalan odur belki de.“Yıldızlar cevap verir ince bir sızı gibi sessizce:Aydınlığın harap, bakışların bitapKendini bul önceHem gündüz hem geceYoksa her şey ziyan olur bizce…”Soluksuz kalmış kısraklar gibi yüreğim, sağır bakışlarda ufku güneşsiz yarınlarım. Kollarım bağrımda bağlı kalmış, yol alamayacak kadar yorgun, bakamayacak kadar korkağım. Acı bir gülümseme yüzümde ve bir erkek ahmaklığında gurur yapmadayım. Ve bir kadın edasında korkmaktayım bilmediklerime. Uzun bir yol bakmasam da görebiliyorum, garip bir yön, başlamasam da çözebiliyorum. Artık kendimi miraç kılmalıyım, yoksa sonum yitik, bütün yalanlarıma rağmen farkındayım.“Konuşurum size:Yangınımda sönen yıldızlarArtık yol alalımGece tadında bir geçmiş, ikinde tadında bir mekanVe vakit tamam….”

AVUÇLARIM KANIYOR SENSİZLİKTEN

| 14 December 2007 13:40

Yeni bir aşkın çıkmazı karşımda
Hala sana yolcuyken nasıl yol alırım bu yolculuklarda.
Bakışlarında üşüyorum ilkin
Ardından susmalarında…
Üşümeye alışmazken ruhum
İnciniyor yüreğim olmayan avuçlarında
Biraz olsun sensizliğe sınır koymak istiyorum
Ankara’ nın bu bitmek bilmeyen akşamlarında

Dinlediğim her bir şarkının en güzel tınısı gibisin
Yalnızlık bile güzel sebebi sen olunca
İliyorum bir gün öldürecek beni bu sebepsiz gitmelerin
Ve biliyorum her gidişin bir kaçış
Ve biliyorum her kaçışın bir yalnızlık
Bakışlarına benzetiyorum yıldızları
Uzanamıyorum onlara da sana uzanamayışım gibi
Ve sensizliğe sarılmaktan avuçlarım kanıyor
Yüreğim perişan olmayı tanıyor.
Ve ben bir türlü anlamıyorum gidişlerini
Soramıyorum, bizi vuran ayazın adını
Çünkü dudaklarım kanıyor her soruşumda
Çünkü sensizliğin karanlık yüzü her soruşumda
Ve ben bir türlü kabullenemiyorum sensizliği
İçinde sen olsan da

SANA SEVİYORUM SEN GİDİYORSUN

| 13 December 2007 18:11

Her şey gün gibi aşikar. Ne denebilir. İçimde yalnızlığın derin sancısı. Kimi zaman gün batımında tükenip sonsuz karanlığına tanıdık bir aydınlık olmak istiyorum. Ve kimi zaman sensizliğimi sessizliğinle aldatıyorum. Tekrar geri dönüp dokunuşlarını istiyorum.
Sen gidiyorsun.
“Senden kaçtım, senden korktum ve kaçtım” deyişin kulaklarımda. Ne acı çekmiştim bunları duyduktan sonra. Neden diye soramamıştım çok sevdiğim için. Sadece seni sevdiğimi söyleyebilmiştim. Bir müddet daha konuşup sadakatinden bahsetmiştin. Ben sana her zaman olduğu gibi o anda çok güvenmiş ve her zaman benim ol istemiştim.
Sen gidiyorsun.
Hiç farkına vardın mı bilmem yaşadığım yalnızlığın kaç kişilik olduğunu ya da bana kaç kişilik aşkı yaşattığını. Senin hiç haberin yokken ağladığım boş odalarda yüreğim sancılardayken sadece sesini duymak istedim. Bilmesen de omuzlarında sarsılarak ağlamak, sensizliğin hesabını göz yaşlarımdan sormak istedim.
Sen gidiyorsun.
Hep sana aşkım demek istedim ve sen duymaya cesaret edemeyince, söyleyemeyip ruhumun dehlizlerinde hapsettim kelimelerimi. Ve çıkmazlarımda kaybettim yüreğimi. Öyle sessiz sedasız kimi zaman kimi zamanda bir çığ gibi.
Sen gidiyorsun.
Her an benimmiş gibi saçlarının kıvrımlarında kaybetmek istedim parmak izlerimi. Bakışlarında kör olmalıydı gözlerim. Ve hep ben seninmişim gibi sana emanet ettim bir yanımı. Bir zaman sonra senden uzağa düşeceğimi bilmeden ben hep senden yana yıktım yüreğimi.
Sen gidiyorsun.
Dualarımın baş kahramanı her zaman sen oldun, sen bilmesen de. Kutsamak için ruhunun derinliklerini senin günahlarını istedim yaratıcıdan benim olsunlar diye. Ateşin her zerresine karşı kendimi siper etmek istedim delicesine. Elin, ayağın ve bakışların olayım istedim.
Sen gidiyorsun.
Önce sesime ses gelmez oldu ardından sesin gelmez oldu, yüreğim perişan, hislerim sensiz yalnızlığı buldu. Hoş seninleyken de yalnızlık vardı şehrimin sınırlarında. Ama böylesi daha acı. Ve böylesi ölgün bir susuzluk gibi. Yavaş yavaş kavruluyor yüreğim bedenimin bir yerlerinde. O bile şaşkın o bile kimsesiz şimdilerde. Gidecektin biliyordum. Bir gün gidecektin. Ama beni ölüme terk edip sen yaşarken değil.
Ve şimdi sensizlikte sana ölüyorum ve sana seviyorum. Evet doğru duydun sana seviyorum ve sen gidiyorsun. Ölürken ilk defa sana aşkım diyorum.

FAHİŞEDEN TEK FARKI

| 12 December 2007 20:26

Yazan her insanın istediği, daha pervasız ve kendi sınırlarından aştığı gibi başkalarının sınırlarını da aşmak. Ve yazılardaki fikirleri bir fahişenin arzulu bedeni gibi sunmak herkese kimi zaman. Katlanılması gereken hastalık ve kötü nefeslere aldırmadan. Tahrik olmak için her yeni dokunuşu beklemek gibi, yazabilmek için her seferinde yeni bir ilhamı beklemek. Ve bir fahişe gibi zevk verdikçe mutlu olan zevk aldıkça kimi zaman pişmanlık kimi zaman mutluluğu uman.Yazılarda fahişenin boynunu bükmüş kadın inceliğini görür insan kimi zaman. Ve aynı zamanda kendini savunmaya hazırdır, tırnakları dışarıda hırçın. Bırakıverin yazılarınızı öylece isteyen istediğini söylesin, yazı kendini bilir ve kendini savunur. Ve bir o kadar incinir.bir fahişe nasıl, ona iyi davranmayan her beden sahibine lanetler okuyup bir daha açmazsa evinin kapılarını, öyle kapar yazılanlar kendisini hor gören her fikre kapılarını. Anlaşılmazlığın zindanına buyur ederler insanlığı. Lakin dokunuşların üzerinden uzun zaman geçerse bir kez daha açar kapılarını. Ki bu dönüş uzun zaman olmalı ve de senin isteğinle olmalı. Seni özlemişçesine, sana taparcasına ve hiç vazgeçmemişçesine ve gözdesiymişçesine, açar kapılarını.Yazılar merhametin sınırlarını zorlayan bir yalnızlık akımı kimi zaman. Kimi zaman sessiz sedasız yol alır iklimlerden, kimi zamansa bir çıkmaz yazgısı olur kalır kör zihinlerde.Sen her nasıl söylersen söyle, nasıl sevmeye çalışırsan çalış, bulabileceğin tek şey onun dokunuşlarını hissetmendir istediğin tek şey.Ve bir yazının fahişeden tek farkı hayatının herhangi bir gecesinde yaşadığın her hangi bir doyum olmamasıdır. Mabedin kıldığın sevgilin gibi her gecedir doyumun, belki de her an…

BEN BUNU HEP YAPIYORUM

sesiber | 06 December 2007 09:14

Ben bunu hep yapıyorum evet, sonra da yine aynı şeye kalbimin mi, midemin mi, beynimin mi ağrıdığını ayırt edemeden acıyor biryerlerim.
Farkında ola ola bu tuzağa düşüyorum. Çevremdeki seçmece 3-5 kişiye karşı en güzel yönümü dönüp, en cömert sevgimi verip sadece bu kişilerle sarmalanmış bir hayat istemek çok mu lüks? Çok mu imkansız? Herkesi sevmeden seviyormuş gibi görünmek, sayıyormuş gibi görünmek, onlara güleryüz-tatlısöz göstermek için gururumla onurumla yaptığım savaştan benden başka kimin haberi var, anlatsam kim anlar… Kim bilir o an çektiğim acıyı. Rahat olayım istiyorum, ne şartladın kendini buna takılma herkes gibi oyna, diyorum. Her lafı dinliyor bunu dinlemiyor dik başım. Acı çekiyorum acı. Açık sıyrık deri yarası gibi hava aldıkça yanan sinir edici bir acı. Uykumdan uyanıp ben neye üzülmüştüm diye düşündürüp uykumu kaçıran yüzsüz arsız bir acı… Ve hep kendimde suç, sorumluluk, keşkecilik aramaktan bıktım artık, biraz da beni üzenler, dilleriyle yaralayanlar düşünsün istiyorum. Ne istediğimi bile tam olarak bilemiyorum, daha doğrusu ne isteyeceğimi… dualarım bile boş. İstediğim öyle büyük öyle ulaşılmaz ki yüzüm tutmuyor. Para değil, pul değil, aşk değil, iş değil… değil işte. Kendime yapamadığım şeyi sitiyorum.
TÜM İNSANLARI DEĞİŞTİRMEK İSTİYORUM, kendimi değiştirebilmişim gibi.”Ben uyandım, siz de uyanın; beraber olmuyorsa ayrı ayrı mutlu olalım”, diye bağırmak istiyorum.

soru işaretli yazı?

ezgik | 06 December 2007 02:39

Konuşmak isteyip de ne anlatacağını bilemez ya insan…
Kafası çok karıştığından mı?Düşüncelerini bir araya getiremiyor mu?Bazen bütün düşüncelerim aynı anda aklıma geliyor.Hangisini düşüneceğimi şaşırıyorum.Ne zaman çeki düzen vereceğim bu aklıma?Cevabı basit aslında:Hemen! Yoksa böyle gider bu beyin bulanıklığı.Peki neden yapmıyorum?Beni tutan ne?İnsan ne yaşarsa yaşasın ayakta durabilmeli.Yaptıklarım (yapmadıklarım) ile hayata bakışım, beklentilerim neden uymuyorlar birbirilerine?Belki de kendimi tanımayı beceremedim daha.Tembellik? Umutsuzluğa kapılma? Gücünü yitirme? Belki biri, belki hepsi ya da hiçbiri…İnsan bazen sonsuza kadar yaşayacakmış gibi aptalca bir hissizlikle hep erteliyor…Dünyanın nimetlerinden yararlanmak için tek bir şansım var.Elime geçenler ve kayıp gidenler beni ben yapan şeyler oldular.Umutsuzluğa kapılsam da hayatıma şekil verme, öğrenme, hissederek yaşama arzularım daima içimde varoldular.Beni engelleyen tek şey benim.Beni tutan yine ben…Eğer ben ben olamazsam hiçbirşey olamam.Ben ben olayım ki “biz” olalım…..İnsan olmak o kadar kolay bir şey mi sanki? Herşey nefes alıyor değil mi?

bana diyor ki o;

biSGen | 02 December 2007 20:16

bana diyor ki o ; “Sen yazmayan bir kaLemsin!”

bana diyor ki o ; “sen açmayan bir çiçeksin, dikenLere sevdaLı!”

bana diyor ki o ; “sen esmeyen rüZGar, tutmayan, dokunmayan eL, bakmayan göRmeyen göZsün ve kuLaksın hiç duymayan!”

bana diyor ki o ; “Sen bir yetişkinsin ama hiç doğmamışsın, doğmuşsan da yetişmemişsin!”

oysa ben insanım… sıradan mı sıradan kLasik bir insanım. Hiç biLinmeyenLi denkLemim. Her tarafı su(R)Larla çevrili bir adayım: ne yeraLtı, ne yerüsTü kaynakLarı olmayan biR adayım. Rüzgâr esmez ama fıRtınam eksik oLmaz içimde. Evet doğRudur, üzerimde insan da yaşamaz, yaşayamaz ! SuLarım çaĞLamaz, bir iki cıLız dere akaR sadece… içiLmez, kan renGi akar çünkü…

Bendeki O Bu Sanırım

| 13 November 2007 19:29

Sanırım o tanrının bir hediyesiydi.

Gözlerini gözlerime değdirdi
Dedi susmalısın artık
Ses gücünü yitirdi
Sen deviniminde kaybol
Metaforlara doldur akışkan beyninin
Oysa beynin hiçliğinde ötesinde
Ruhunsa sallanmada tuba ağacının dallarında
Yer nerdedir biliyor musun?
Göğün olmadığı yerdedir!
Sen hep göklerde ol
Ayak izi sunma toprağına
Nefesini sun maviliğin sarıldığı beyaza…

Uyandım.Bu da neyin nesi dedim kendime…

Türkçe’de en çok kullanılan sözcükler

odo | 10 November 2007 00:23

2003 yılında tdkbir yazılı açıklama ile dr. ilyas göz’ün çalışmasının sonuçlarını kamuoyuna duyurmuş. araştırma konusu türkçe’de en çok kullanılan sözcüklermiş. bunun için denekler kullanılmış, gazeteler, dergiler taranmış, edebi eserler ve diğer sanat ürünleri incelenmiş ve sonunda veriler istatistiklere dökülmüş. buna göre, yazılı Türkçede en çok kullanılan kelime ‘bir‘ olmuş. Bu kelimeyi ve, olmak, bu, için ve o izlemiş.

‘Ben’, ‘demek’, ‘çok’,’yapmak’, ‘ne’, ‘gibi’, ‘daha’, ‘almak’, ‘var’, ‘kendi’, ‘gelmek’, ‘ile’, ‘vermek’, ‘ama’, ‘sonra’, ‘kadar’, ‘yer’, ‘en’ ve ‘insan’ kelimeleri de yazılı Türkçede en çok kullanılan kelimeler arasında yer almış.

O

FaSuL | 09 November 2007 18:37

3 sene önce bir akşam, 7 gibi, soğuk ve ellerim üşümüş…
Cılız ve hafif bir ben… Elleri cebinde bana doğru gelen sen…
Karanlıkta görememiştim bile… Karşımda kim vardı? Ben kime bakıyorum? Oda bana bakıyor muydu? Baksa ne olurdu? Olmadı ki zaten… Hiçbir şey olmadı…
Ben baktığımla, sen ise bakmadığınla kaldın… Yarın oldu ve sonraki gün…
Her akşam gördüm seni, farklı yerlere bakıyorduk. Ben sana, sen ona. Bişeyler olmuştu ama anlayamadım. Küçüktüm ve korkaktım. Anlatamadım…Bir gün elimde ufak bir kâğıt parçasıyla, seni 1 ay önce ellerin cebinde gördüğüm o parka geldim… Ve işte oradaydın. Adımlarım bir ileri bir geri giderken, korktuğumu yine fazlasıyla belli ettim. Çok mu utangaçtım yoksa! Cevap beklemedim, kâğıdı verdim ve gittim. Sonra yine yarın oldu, yine yarın oldu, yine yarın oldu. O yarınlar nasıl oldu bir ben bilirim. Gıcırdayan sokak banklarından birinde ben yine yarını bekliyordum. Sanki bir gün gelecekmiş gibi… Sanki bir gün cevap verecekmiş gibi… Boş salıncaklarla arkadaş olduk. Hayallerimi anlattım onlara… Sanki biri duyacakmış gibi fısıldayarak… Ve vedalaştım ikisiyle de. Sonra markete uğradım dönerken, bir tane jelibon aldım. Paketi daha açmamıştım, ilerde onu gördüm. Koştum peşinden elimdeki jelibonu ona vermek için, yetişemedim. Zaten ben yiyecektim, benim canım çekmişti.Bir gün yine karşılaştık o parkta. Yine elleri cebinde… İşte o unutamadığım, o dünyaları başıma yıkan, o benim canımı çok yakan soruyu sordu ve o soru beklediğim cevap bile değildi.
‘Sana çok önemli bir şey söyleyeceğim, ben yağmur diye bir kızı seviyordum ve dün akşam ona çıkma teklif ettim ama kabul etmedi. Çok kötüyüm ne yapmalıyım?’ Bu soruyu bana mı soruyordun? Bunu nasıl yapıyordun peki? Kolay oluyor muydu kalp kırması? Peki, bunu anlayamayacak kadar mı aptaldın? Bu soruyu cevaplayabilecek bir sürü sorum vardı ama hiçbirini soramadım. İçimden kocaman bir çığlık kopardım ve sadece ben işittim ağladığımı.Birileri bana aşık olmak demişti, sevmek falan demişti. Ben kendime ilk defa aşık oldum demiştim. Kimse bana böyle bir şey olduğunu söylememişti. Ben sanırım hayatımda ilk defa gerçekten kırılmıştım ve bu daha başlangıçtı.Yine aynı park ve yine salıncak arkadaşlarım. Sanki fısıltımı birileri duymuştu. O vardı yine…
Bu sefer bana iyi davranıyordu, kırmıyordu kalbimi, incitmeden konuşuyordu. Bana özel olduğumu, güzel olduğumu ve dahasını söyledi. Yoksa o değil miydi karşımdaki? Yok, ama oydu. Peki, ne olmuştu da birden değişmişti. Saftım ya! Yine anlamadım. Deli gönlüm vardı benim, kaptırmıştım yine kendimi. Çok geçmedi üstüme iddia oynandığını anlamam için. Çok sevdiği arkadaşı vardı yanında. ‘Evet! O birini seviyor. Çok güzel, sarışın’ dedi yanındaki. Çok güzel değildim ama sarışındım. Üstüme mi alınmalıydım bu lafı? Acı gerçek önümdeydi ama ben ısrarla görmüyordum. Sonunda biri çıkıp bunu kafama kakmıştı. Elbette ben değildim. Bunu açık açık söylemese de anlardım. Yine çığlık çığlığa bağırdım, saçımı başımı yoldum, ağladım ama içimden. Zaten hep böyle değil miydi? Fasulye hep içinden bağırmamış mıydı? Hep içinden ağlamamış mıydı?Yarındı yeniden. Yeni bir gün, eski bir ben, eskiyen ben, yanlış ben, eksik ben. Artık bişeylerin değişmesi gerekiyordu, en başta ben. Yine yanlış yoldan gittim, yine duvara çarptım. Nasıl oluyordu da ben koskoca duvarı göremiyordum. Bir sabah yine onu görmeye gittim, her zaman gördüğüm yere… Yoktu… Ertesi sabah yine gittim. Yoktu. Sonraki sabahta gittim. Yoktu. Bıkmadım öğlende gittim. Bıkmadım akşamda gittim. Yoktu işte! Amacım sadece uzaktan görebilmekti. Bir saniyecikte olsa öyle uzaktan görebilmekti. Tam 2 sene gittim geldim.
Nasıl yaptım hala aklım almıyor. Ve kesinlikle o iki sene boyunca onu hiçbir gittiğimde göremedim. Hayır ölmemişti! Hayır taşınmamıştı! Hayır kaybolmamıştı! Aynı yerdeydi. Görenleri çok gördüm ama onu hiç göremedim. Sanki bir perde inmişti de ben onu ordayken de göremiyordum. Sonunda yoruldum ve önüme ilk çıkanla evlenmeye karar verdim. Abartıyordum evet ama aynen böyle yapacaktım. İçsesim uzun süre katıksız salak olduğumu söyleyip durdu. En son onu da bastırdım ve karşıma ilk çıkana yeşil ışık yaktım. 17 yaşındaydım bu kararı aldığımda. Sonuçta sevdiğimden değil, sadece onu unutmak için istedim bunu. O ise hiçbir şeyden habersiz kendi dünyasında, kendi hayatını yaşıyordu. Ben kocaman kocaman adımlarla biran önce evlenip güya kendimi bu içine düştüğüm çıkmazdan kurtaracaktım. Bu sadece bir ayağı bir batakta diğer ayağı öteki batakta olmaktı. Herkes son kararımı beklerken iyice ne yapacağımı bilmez bir halde birinden yapma demesini bekledim. Herkes susmuş benim konuşmamı beklerken ben düşünmekten bile acizdim. Dayanamadım ve gidip 10–15 tane depresyon hapını arka arkaya yuttum. Ölmeyecektim belki ama sürünerek bir şeyler anlatacaktım kendimce. Olmadı. O da içimde kaldı. Bütün gece kıvrandım kimseye bir şey demedim. Ne saçmalıktı yaptıklarım. Neden kendime bukadar eziyet ediyordum? Onun için. Değer miydi? Kesinlikle hayır. Hayatımın en doğru kararını verdim o sabah. Evlenmekten vazgeçtim. Hatta kendimce nekadar unutması uzun sürecekse de ondanda vazgeçtim.Güvenim yıkıldı. Gururum kırıldı. Küçük düştüm. Ve daha sayamadığım her aşağılayıcı konuma getirebilmiştim kendimi. Ayılmam, silkinmem ve kalkıp tekrar yürümem çok zor olacaktı. Aylar geçti ve bir gün yine aynı parkta oturuyordum ama başka bir amaçla. Salıncaklarımla vedalaşmaya gelmiştim. Onlar bütün dırdırımı çekti, sadece onlardı beni konuşmadan dinleyebilen. Son kez eskisi gibi baktım parka ve doğruca eve gittim.Tam 3,5 sene oldu onu hala görmedim. Artık gözlerim onu aramaktan vazgeçti. Her ne kadar içimde yüzüne karşı söyleyemediklerim birikmiş olsa da patlak veremeyecek kadar bastırdım birer birer. Uğurlarken eski kırıklarımı derinlerde hep kalıntıları vardı…